ümitk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ümitk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2019 Perşembe

"Haysiyet" kitabı

Edebiyat Evi-Kıraathane, yeni bir kitap serisine başladı, serinin ilk kitabında Gaye (Boralıoğlu) ile "haysiyet" üzerine sohbetimiz yeralıyor.

[ GÜNCELLEME / 10 MAYIS: Kitap piyasada. ]

Kıraathane Kitapları'nın sunuş metni, Kitap Stüdyosu'na dair şu tanımı içeriyor:

"Kitap Stüdyosu'nda birbirine birşeyler anlatma, birbirini dinleme, birbiriyle konuşarak düşünme alışkanlığına sahip dostlarımızı konuk ediyor ve onlardan, hayatlarında, eserlerinde, duruşlarında önemli yeri olduğunu bildiğimiz bir konu üzerine konuşmalarını, bu konudaki fikirlerini konuşarak derinleştirmelerini istiyoruz. Onları kendi aralarında bir diyaloga davet ediyoruz yani. Birbirlerine ne söyleyeceklerinin, sözü nereye vardıracaklarının merakıyla, aralarındaki diyalogun daha geniş bir toplumsal konuşmanın başlamasına vesile olmasını dileyerek."

Bu doğrultuda, Yasemin Çongar'ın önerisiyle, haysiyet üzerine konuşmaya hazırlandık, Edebiyat Evi'nin "Kitap Stüdyosu" odasında iki defa biraraya geldik. Çayımız, kahvemiz, ikram edilen tuzlular-kurabiyeler eşliğinde uzun uzun söyleştik. Konuşma metni döküldükten sonra üzerinde oynadık, ekledik-çıkardık, düzeltmeler yaptık. Arada tekrar biraraya geldik, Skype görüşmeleri de yaptık. Ve ortaya "haysiyet" kavramını ya doğrudan ele aldığımız ya da etrafında dolaşıp ilgili ne varsa dokunmaya çalıştığımız bir kitap çıktı.

Kitap Stüdyosu'nun bu girişimini çok hayırlı bulduğumu ifade etmek isterim. Biz -ya da bizden sonra, serinin daha sonraki kitapları için buluşup konuşacak ikililer- konu ettiğimiz kavramı yeterince derinlikli ve çok boyutlu ele alamamış olsak bile, tartışmanın yayılacağı okurlar mutlaka düşünme-tartışma sürecini genişletecek, derinleştireceklerdir. "Haysiyet" kavramı, hatırlamamız, üstüne basa basa ortaya sürmemiz, konu etmemiz, başlıbaşına iş edinmemiz gereken değerlerin başında geliyor. Düşünce, tartışma sürecimizin ve ortaya çıkan metnin bu kavramın hayatımızda kaplaması gereken yere oturmasına katkıda bulunması dileğiyle...

2 Eylül 2016 Cuma

F klavye, Türkiye'de yapılmış tek düzgün iştir

Anadili Türkçe olanların düşünce akışına, reflekslerine uygun, akıcı bir şekilde, önce daktilo şimdi klavye kullanmasını sağlayan İhsan Sıtkı Yener 91 yaşında hayata gözlerini yumdu. T24 sitesi, F klavyeyi bize armağan eden Yener'in biyografisini, çalışmalarını, önemini içeren uzun bir haber yaptı, lütfen hiç değilse göz atın.


Yıllardır F klavye konusunda yazmak isterim. Aslında her gün yazmak isterim. Bilgisayarlı âlemle birlikte, herkesin elinden Q klavyeleri alıp yere çarpmak ve herkese birer F klavye hediye etmek isterim. Ve tabiî bunları yapamam. Çünkü gücüm yetse bile mânâsı olmayacaktır. Çünkü aslında kimsenin Türkçe'yi doğru dürüst yazabilmek diye bir derdi yoktur. Çünkü aslında anadili Türkçe olanların kendilerini Türkçe ifade edebilmelerindeki başarı oranı, benim muhtemel sırıkla atlama derecemle falan kıyaslanabilir. Söylemek becerilemezken yazmak da neyin nesi? (Necmiye Alpay'ı kolayca hapse tıkıveren bir ülke burası sonuçta.)

Milliyetçiliği, vatanseverliği hiçbir olumlu sağlam zemine dayanmayan, tepkiden, hamaset ve şirretlikten ibaret bir negatif cehalet kültüründen meydana gelen cemiyetimiz, herhangi bir alanda göstermediği özeni gösterecek, emeği harcayacak da, Q klavye akınına mâkûl bir revizyon-dönüştürme uygulaması ve politikasıyla karşı duracak, çocuklarının ve gençlerinin kendi dillerini yazarken hiç değilse fuzulî bir maddî engelle karşılaşmasına meydan vermeyecekti öyle mi? Elbette olacak iş değildi.

Babam gazeteci olduğu, arada bir daktilosunu yenilemesi gerektiği için, sekiz yaşımda bir daktilo sahibi olmuştum. Eskisini bana vermişti. Bunun hayatımı doğrudan etkileyen birkaç sonucu oldu. İlki, aslında yazacak şeyim olmamasına rağmen daktiloyla oynaya oynaya hem bu alete hem yazma denen işleme yakınlık hissetmem. İkincisi, sonradan on parmak yazmayı öğrenmemi neredeyse imkânsızlaştıracak şekilde, kendime özgü bir yazma tekniği geliştirmem. Buna teknik demem sadece espri tabiî. Esas olarak altı-sekiz parmağı kullanmaya dayanan, zaman zaman küçük parmakların da devreye girmesiyle "alet çantası" on parmağa çıkan, her parmağın ne yapacağını bir şekilde bildiği, ama benim bunları bilinçli bir şekilde yönetmediğim, tuhaf bir... -başka kelime bulamıyorum, yine teknik diyeceğim- tekniğim oluştu. Üçüncü sonuçsa, on beş-on altı yaşıma geldiğimde artık on parmakçılarla kıyaslanabilir hızda kullanabildiğim bu tekniğin, o zaman "A klavye" veya "Alman klavye" denen bir klavye düzenine dayanmasıydı.