Radikal, 10 Mart 2016
Yüksek binaların üst kat pencerelerinden hayat hep daha kolay görünür. Minik minik yaratıklar kayar gibi yürürler, araçlar sessizce ilerler, kimsenin önünde herhangi bir engel yok gibidir; her şey doğal akışı içindedir sanki. Bağlar’ın Bayramoğlu semtinde, herkesin adres tarifinin bir yerine mutlaka oturttuğu alışveriş merkezinin yan sokağında, on birinci katın penceresinden bakınca, Diyarbakır’ın tek sorunu çok katlı çirkin binalarmış gibi görünüyor. Sur buraya uzak. Ses çıkarmasa bile duyuyor, duman salmasa bile görüyorsunuz. İçinizde.
Lise bahçesinde iki basket, bir voleybol sahası var. Şaşırtıcı, ama basket sahalarının potaları yerinde, voleybol sahasının filesi sağlam. İlk bakışımdan bu yana bir-iki saat geçti, çocuklar maçı bırakmadı. Belki yerlerini yenileri aldı. Lise bahçesinde çocuklar. Çıkışta azıcık haytalık edip evlerine dönecekler. Anababaları? Kardeşleri? Onlar nerede? Hep birlikteler mi? Kaç ana hapiste, kaç baba toprağın altında? Ya ağabeyler, ablalar?
Okul bahçesinin çevresi rengârenk. Büyüklerin ellerinden tutmuş, okula geiyorlar. Doldurmuşlar kaldırımı boydan boya, rengârenk akıyorlar. Lisenin arkasına dolanıyorlar. Minik minikler, kıpır kıpırlar; büyükler bir adım atarken onlar ileri iki geri üç adım atıp, yerlerinde zıplayabiliyor, dönebiliyor, hiçbir şey olmamış gibi sakin sakin yürümeye devam edebiliyorlar. Çocuklar oynar zıplar. Çocuklar karanlık bodrumlarda aç susuz ateş altında kalmaz. Çocuklar analarından koparılıp Çocuk Esirgeme yurtlarına verilmez. Ülkelere, toplumlara böyle bakılır: çocuklarına ne yapıyorlar, ona bakılır. Nerede bu çocukların ağabeyleri ablaları? Neredeyseler neden oradalar?