FOTOĞRAF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FOTOĞRAF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2017 Cumartesi

Wenders: Fotoğraf yerine başka terim lazım

Wim Wenders’in polaroid fotoğrafları, “Instant Stories” (Ânında Hikâyeler) adı altında Londra’da sergileniyor. Yönetmenin 1973-83 arasında çektiği on iki binden fazla Polaroid’den elinde üç bin beş yüzü kalmış. The Guardian’da Sean O’Hagan’ın bu vesileyle Wenders’le yaptığı görüşmede Wenders, “fotoğraf”ın anlamının artık tamamen değiştiğini, hattâ fotoğraf çekme uğraşına başka bir isim bulunması gerektiğini söylemiş:

“Değişen, sadece görüntünün (imgenin) anlamı değil, bakma eylemi de artık aynı anlama sahip değil. Şimdi, mesele göstermek, göndermek ve belki hatırlamak. Esas olan görüntü (imge) değil artık. Görüntü (imge) benim için hep biriciklikle, bir çerçeve ve kompozisyonla bağlantılıydı. Kendi içinde tekil bir an[ın ifadesi] olan bir şey üretiyordun. Bu yüzden de belirli bir kutsallığı vardı. Bütün bu kavram yok oldu gitti. (…) Kültür değişti. Hepsi gitti. Hâlâ fotoğrafçılık kelimesine niye takılıp kaldığımızı sahiden bilmiyorum. Değişik bir terim bulunmalı ama kimse de bunu bulmakla uğraşmıyor.”

6 Mart 2017 Pazartesi

Fotoğraf sergim: "Ya Değilse?"

O fotoğrafları içimde bir musibet büyürken çekmişim, haberim yoktu. Fotoğrafların musibetle alâkası yok. "İçimle" alâkaları var mı? Ondan da emin değilim. Ama kesinlikle birşeylerin içiyle, dibiyle, derinliğiyle var. Görünene yaklaştıkça ötesine geçiliyor, oradan nerelere gidiliyor?

Nerelere? Fotoğrafları gösterdiğim arkadaşlarım epeyce dolaştılar, ilginç olduğunu söyledikleri geziler yaptılar, geniş gözüken daracık alanlarda. Onların teşviki, yine bir arkadaşımın, Yiğit Ekmekçi'nin yardımı ve desteği ile, "Bunlardan bir sergi olur mu, olmalı mı?" sorularına cevap buldum.

Serginin gerçekleşmesini sağlayan herkesi daha sonra takdim edeceğim. Şimdilik kısa bir duyuruyla yetiniyorum. "Ya Değilse? / If Not?" adını taşıyan sergim 9 Mart günü açılıyor. Referandumun bir gün öncesine, ­15 Nisan'a kadar açık kalacak. (Galeri yalnız pazartesileri kapalı.) Sergi, Sanatorium sanat galerisinde. Sanatorium, Beyoğlu, Asmalımescit Sokak'ta.


Gerisi, Sanatorium'un sergi için yayımladığı bültenden:

"...sergi, izleyiciyi anlatıcı konumuna çekiyor. Seçme ve yorumlama macerasına çağırıyor. Bir eleme­ ayıklama işlemi olarak görme eylemi, görememe hali... Eğlenceli de olabilir ürkütücü de. Özgün mekânsallık ve bağlamından koparılmış ayrıntı kendini mekân olarak sunuyor. Geçerseniz karanlığa düşebileceğinizi hissettiren aralıklarla, kaynağı belirsiz ışıklarla, algılama, görme, bilme, tanıma iddialarımız hakkında bizi şüpheye düşürüyor. Ya kolektif hafızamızı, yanıbaşımızda oldukları halde göremediklerimizi de görerek kurabilseydik?"

14 Ağustos 2016 Pazar

Onlarda olan "o şey"in fotoğrafı

Askerî darbeyle Mısır’ın başına geçen Abdülfettah Sisi ve yanındakileri gördüğümüz bu fotoğrafın orijinali elbette böyle değil. Kadrajını değiştirdim, tonuyla, rengiyle oynadım, işledim. Ona “devlet resmi” adını vermek istedim, bu ada en çok layık olabileceği hale getirmeye çalıştım.


Yeni Süveyş Kanalı açılışının birinci yılı ve Süveyş Kanalı’nın millîleştirilmesinin 60. yılı dolayısıyla 6 Ağustos’ta İsmailiye’de yapılan törende çekilmiş bu fotoğrafı Mısırlı yetkililer ajanslara, basına dağıttılar (ben de Reuters’in sayfasından aldım). Ben olsam, diye düşündüm, bunu çeken fotoğrafçıyı bir daha devlet ricaline yaklaştırmazdım. Oysa Mısır Devlet Başkanlığı yetkilileri bu fotoğrafı beğenmişler, seçmiş ve dağıtmışlar? İktidar denen şeyin uzağındaki insanlara iyi, güzel görünebilecek bir şey var mı bu fotoğrafta? Halbuki onlar beğenmiş, seçmiş ve dağıtmışlar. Acaba ne buldular bu karede? Neyi beğendiler ve başkaları da görsün istediler?

İşte o şey, hemen teşhis edileceğini, hissedileceğini bildikleri o şey için tutulmuşlardır bu kareye. O şey kimi zaman zırhlı arabanın aynalı camları oluyor, kimi zaman bin odalı saraydaki dev masa. Ama ille de güneş gözlükleri. İlle de.

13 Eylül 2015 Pazar

Ermenistan'dan fotoğraflar

Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin Yavaş/Gamatz Yaz Okulu için 9-16 Ağustos arasında Ermenistan'daydık. Ölmeden soykırım anıtına çiçek koyabildiğim için mutluyum. Bazı günlerde azıcık aceleyle ve telaşla da olsa geziler yapabildik. Genellikle, gördüklerimi aktarma amacıyla sınırlı fotoğraflar çekebildim. Fotoğrafları işledim, düzenledim, bulabildiğim temel ve kısa bilgilerle birlikte ipernity sitesindeki sayfama koydum.

Khor Virap & Ararat

Türkiye'deki insanlık dışı durum başımızı kaldırmaya, ufka bakmaya, azıcık geniş ve uzun vadeli düşünmeye elvermediği gibi, kalıcı kültürel, sanatsal her türlü faaliyeti de neredeyse imkânsızlaştırıyor. Çünkü bu faaliyetlerin kendilerinden beklediği insanların ruhunu, zihnini yaralıyor, parçalıyor. Gözler dondurucuda saklanan cansız çocuk bedenini görüyorken hangi hayalgücü? Ancak her şeye rağmen hikâyeler romanlar yazmaya, fotoğraf çekmeye, filmler yapmaya, aktarmaya, anlatmaya, gelecek kuşaklara birşeyler bırakmaya mecburuz. Elimizden geldiği kadar.

Ermenistan fotoğraflarıma buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Zalimler için kaderin fotoğrafı

Bu şahane manzarayı Ankaralı yeni yetmeler yaratmış, olağanüstü bir fotoğrafa dönüştürmek de Adem Altan'a (AFP) kısmet olmuş. Akşamüstünden beri durup durup buna bakıyorum. Fotoğrafçıyı tebrik etmek, eserini görmeyene göstermek, kayda geçirmek, sanal âleme nakşetmek istedim. Biraz da, bu çocuklar acaba onları her tarafa fışkıran enerjileriyle koşarken gördüğümüz şu sabitlenmiş anda yaptıklarının farkındalar mı, diye merak ettim. Düşünün lütfen: ne yapmaktadır aslında bu çocuklar burada?


Çocukların fotoğrafını taşıdığı Yusuf Arslan, "Deniz'lerin dönemi"nden. Sahiden "47'li". İdam edildiği yıl, 1972. Erdal Eren, 12 Eylül darbecilerinin apar topar idam ettiği 17 yaşındaki oğlan. Öldürüldüğü yıl 1980. Şimdi hayatta olsa, bu fotoğraftaki çocukların "Yusuf Amca"sı, 68 yaşında olacaktı. Erdal'cık bile yaşasa 52 yaşındaydı şimdi.

Bu fotoblokları, artık nereyeyse, vaktinde yetiştirirlerse dünya birden düzelecekmiş gibi koşturan oğlanlar kaç doğumludur? 1998? 1999? 2000?

"En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de Devrim, o onun en güzel yüz metresini koştu" (Can Yücel, Mare Nostrum) diye şiir yazılmış bir memlekette şu fotoğraf! Kurmaya kalksan kuramazsın.

25 Haziran 2014 Çarşamba

Ekonominin Unsurları/8 - İşgücü arzı

Eşitsizliğin vücut bulduğu en yürek burkucu kurumlardan biri herhalde "amele pazarı"dır. Ahalinin büyük kısmının yere düşürse umursamayacağı kadar bir para için sabahın köründe katı yürekli iş sahiplerinin ya da onlardan daha katı yürekli kalfaların karşısında kendilerini güçlü, her işe yeterli göstermeye çabalayan aç bilaç adamların halini görüp de dünyadan nefret etmeyene insan denir mi, bilemem. Haydi, dünyadan etmesin de, dünyanın düzeninden etsin. Nefret de yetmez amele pazarının yolaçtığı hasarı gidermeye. Cam kırığından bakarsınız artık dünyaya. Devir değişince, manzara da değişiyor, çünkü kurum değişiyor. İşçileri pazarlayan dayıbaşları, ekipbaşları, babalar, komisyoncular türüyor. Fotoğraf Letoon antik kentine giden yoldan, Fethiye'den.

Labour supply / Emek arzı

Fotoğrafı daha büyük, doğru dürüst görmek için üzerine tıklayın. Ekonominin Unsurları dizisinin tamamına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

20 Haziran 2014 Cuma

Ekonominin Unsurları/7 - Ticaret

Ticaret, modern kapitalizmin anası değilse ebesi. Düzenin temel taşı olma payesini önce sanayiye sonra malî dalaveralara, para oyunlarına kaptırdıysa da, mekanizmanın hayatını sürdürebilmesinin hem önkoşulu hem bahanesi hem görünür izahı. Toplumsal ahlâkın omurgasını, sınırını, rengini, kuvvetini belirleyen bir varoluş tarzının adı.

Commerce / Ticaret

Bu yüzden, ticaretin inananlara helâl kılındığını müjdeleyen İslâm peygamberi, bu müjdenin peşine bir sürü uyarı, kayıt kuyut takmış. Ancak, sonunda yapılan işin yapan insanı şekillendireceğini bildiğinden, "sözüne ve işine güvenilen, dürüst tüccar"ı, "nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraber" saymış. Çünkü pek az bulunacağını biliyor. “Ey tüccar topluluğu!" diye seslenmiş. "Hiç kuşkusuz, alış-verişe boş söz ve yalan yere yemin çokça karışır. Bu yüzden, bu eksikliği sadakalarınızla telafi ediniz!"

"Dürüst ticaret" nasıl olur? Ya da olur mu? Buradan girerseniz, kendinizi çocukların madende çalıştırılmasını onaylarken bile bulabilirsiniz. Ruhunuz verimlilik, kârlılık çamurlarına bulanmış, kirlenmiş olabilir. Ticareti helâl kılmakla "güzel ahlâk" bağdaşır mı? Buradan girerseniz de, dindar bir yöneticinin, "Ayaklar baş mı olsun!" diye haykırdığı bir dünyada açabilirsiniz gözlerinizi.

Ticaret... zor bir mevzu. Fotoğraf, muhtemelen inanmakta zorlanacaksınız ama, 1990'ların ortalarından, Kastamonu'dan. Refik Durbaş'la birlikte, Cumhuriyet'te yayımlanan "Küçülen Şehirler" dizisi için geziyorduk; o yazıyordu, ben çekiyordum.

Fotoğrafı daha büyük, doğru dürüst görmek için üzerine tıklayın. Ekonominin Unsurları dizisinin tamamına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

19 Haziran 2014 Perşembe

"Direniş Sergisi"

Bursa Nilüfer Belediyesi hayırlı bir iş yapmış, belediyeye ait Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde bir "Direniş Sergisi" açılmış. Konu, Gezi isyanı. Sergi Kemal Aslan’ın fotoğraflarından, Ayşegül Özmen'in tasarımlarından oluşuyor; küratörü Attila Durak. 30 Mayıs'ta açılmış, 30 Temmuz'a kadar açık kalacak. 13'ünde Nilüfer'de, Üç Fidan Parkı'nda 16 Ton filmimin gösterimi, ardından da söyleşi vardı, 14'ündeyse, Romanya, Almanya, Ukrayna ve Brezilya'dan konukların da katıldığı bir panel yapıldı. Bu vesilelerle oradaydım, gitmişken sergiyi de gezdik. Kısaca belirteyim: Çok güçlü bir sergi olmuş. Meramı gayet güzel anlatıyor, yaşamayana Gezi isyanının ne menem bir şey olduğunu açıklayabiliyor. Eğlencesiyle, şiddetiyle, acısıyla.

Direniş Sergisi

Serginin girişinde, bir TV ekranında penguen belgeseli dönüyordu. Gördüm, sanki dünyanın en normal şeyini görmüş gibi "ha!" deyip yürüdüm. Sonra dank etti: çok saçmaydı! Yaşadığımız hayat bu kadar saçmaydı işte. İddia ediyorum: Türkiye'nin bu koşullarında -ki ne zaman çok daha farklıydı, şahsen bulamadım şimdi- sanata dair her türlü kavram, bizzat sanat kavramı yeniden tanımlanmalı, ters yüz edilmeli, başaşağı çevrilip içindeki birşeyler dökülmeli, içine başka birşeyler tıkıştırılmalı...

Direniş Sergisi

Birisine gayet sıradan bir şey anlatır gibi anlatmaya koyulsam: İşte, yüz binlerce insan sokağa dökülmüştü, sabahtan gecenin bir vaktine kadar üstlerine gaz fişekleri yağdı, tazyikli sular sıkıldı, dünyanın belli başlı şehirlerinden birinin en merkezî meydanı savaş alanına dönmüştü, o sırada dünyanın en meşhur haber televizyonunun Türkiye'deki şubesi penguenleri gösteriyordu... En ufak bir hayret belirtisi göstermiyorsunuz, "biliyoruz, ne var!" diye omuz silkiyorsunuz muhtemelen. Tıpkı benim o serginin girişindeki penguenlere kapı kolu, pencere pervazı, çöp sepeti muamelesi yapmam gibi. Halbuki şu anda dünyanın en absürd olaylarından birinden sözediyoruz. Kimin aklına penguenler gelir öyle bir durumda? Ama geldi işte. Ve penguenler, yaz sıcağında milyonlarca insanı ayağa kaldıran bir hadisenin doğal unsuru oluverdiler. Penguenleri serginin girişine sanat koydu, ama "onu oraya koyun" diyen hayattı. Hiçbir sergideki hiçbir penguen görüntüsü, Gezi isyanı patladığında CNN Türk ekranında gösterilen kadar sanatsal olamaz. Hayat bazen sanatı köşeye sıkıştırıyor, ona kıpırdayacak yer bırakmıyor.

Direniş Sergisi

Bazen de hayattan öyle şeyler eksilmiş oluyor ki, sanat ne yapsa bu eksiği gideremiyor. Devlet, Gezi isyanını, şenlikli gürültüsüyle hatırlanacak, hatırlandıkça keyiflenilecek bir yaşantı olmaktan kolayca çıkardı. En iyi bildiği şeyi yaparak çıkardı. İnsan öldürerek. Gencecik çocukların hepimizi yaşıyor olmaktan utandıran anıları kaldı havada asılı. Direniş Sergisi, kaybın hüznünü atlamadan, hem güçlü hem kapsayıcı karelerle isyanın coşkusunu, camekânlarda sergilenen gaz fişekleri ve baretlerle olan bitenin absürdlüğünü layıkıyla yansıtıyor bence. Kolayca sapılabilecek hamaset yollarından medet umulmamış, isyan çiğleştirilmemiş, yaşanan yontulup bundan haşmetli bir siyasî heykel çıkarılmaya çalışılmamış. Emeği geçen herkesin eline sağlık.

17 Haziran 2014 Salı

Ekonominin Unsurları/6 - Zanaatkâr

Fotoğraflarımı sergilediğim ipernity sitesinde bu fotoğrafın altına biri, "işte, onurlu emek, dürüst çalışma var burada," diye yazmıştı. Zanaatçı emeğiyle karşılaştığımızda ruhumuza bir çeşit ferahlık, bir çeşit huzur veren şey nedir acaba? Zanaatçıyı çalışırken görmek, bir bütünlük, tamamlanmışlık hissi yaratır; nedendir? Büyük ihtimalle, sanayiin alâmeti farikası olan yabancılaşmaya uzaklığından, hattâ zıtlığından. Herkes bilir ki, kırk senelik zanaatkârın elinden çıkma bakır kap o kırk seneden birşeyler barındırır. Oysa üretim bandındaki işçi kaç senedir orada ömür tüketiyor olursa olsun, vakumlu ambalajlarıyla kolilere doluşan fabrika mâmûllerinin hiçbir yerinde hiçbir işçinin izini bulamazsınız. Unutmayalım: Kurduğumuz dünyada, "ekonomi" ilerledikçe zanaatçı yok olur. Ekonomi dedikleri, bu bakımdan da kötü bir şeydir.

Artisan / Zanaatkâr

Fotoğrafı daha büyük, doğru dürüst görmek için üzerine tıklayın. Ekonominin Unsurları dizisinin tamamına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Tanıl Bora, Richard Sennett'in Zanaatkâr kitabına dikkatimi çekti. İlk fırsatta okuyacağım, çünkü tanıtımında şunlar yazılı: "Zanaatkâr, temel bir insani içgüdüyle ilgilidir: bir işi başka bir şey için değil de yalnız o iş için yapmak. Sözcük, endüstri toplumunun gelişiyle yitmekte olan bir yaşam tarzını akla getiriyor olsa da, zanaatkarın dünyası maharetli el emeğinin çok ötesine, bugüne, bütün insan uğraşlarına uzanıyor. Dolayısıyla, bu kitap bilgisayar programcısının, doktorun, ebeveynlerin, kısacası her yurttaşın iyi zanaatkârlığın değerlerini öğrenerek neler kazanacağını anlatıyor." Daha fazlası için buraya tıklayabilirsiniz.

16 Haziran 2014 Pazartesi

Ekonominin Unsurları/5 - Vergi

Eski Mısır'dan kalanları görmek, birçok bakımdan, yaşanabilecek en kapsamlı tecrübelerden biri. Hiyerogliflere baktıkça, bunun insanlık henüz yeterli soyutlama kabiliyetine ulaşmadığı için derdini işaretler, resimlerle anlatmasından ibaret bir haberleşme aracı olmadığını anlıyorsunuz. Gündelik iletişimin ya da resmî kayıt tutma işlemlerinin etrafı sanatsal halelerle örülmüş gibi. Bir yandan her şey çok net, doğrudan, somut; öbür yandan, en ufak çizginin bile rastgele olmadığını sezmek insanın kulağına sürekli, anlatılanın gördüğünden ibaret olmadığını fısıldıyor. Sınıflı toplum, Eski Mısır'dan ancak 2500 sene sonra falan, bu kadar kanlı canlı resmedilebildi. Hiyerarşinin toplumsal da değil neredeyse "doğal" sayılması, aslına bakarsanız, bugünün sözümona acayip gelişmiş toplum hayatında da sınıfsal ayrımın sürebilmesinin önkoşulu.

The Tax / Vergi

Fotoğrafı daha büyük, doğru dürüst görmek için üzerine tıklayın. Ekonominin Unsurları dizisinin tamamına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

12 Haziran 2014 Perşembe

Ekonominin unsurları/4 - İşbölümü

"Ekonominin Unsurları"nda bu defa başlığımız "işbölümü". Ekonomicilere göre verimliliğin, Marksistlere göre yabancılaşmanın, birçok kötülüğün anası. Kabul edilemez durumları hayatın olağan akışı saydıran ideolojik sakatlıkların zemini. Birbirini anlamamanın, birbirine duyarsızlaşmanın, giderek, kendi konumunu başkalarıyla kıyaslayıp, daha iyiyse, ötekilerin altta kalmasını istemenin altyapısı. İşbölümünü mazur gösterecek bin türlü gerekçe bulursunuz. Çoğu da kulağa mâkûl gelir. Yarattığı sonuçlarsa, "ekonomi" dediğimiz, kutsallıklarla bezeli âlemde hiç görülmez, konuşulmaz. İnsanî olan, ekonomiye yabancıdır. Kanıtı, işbölümünün mutlaklaştırılması, bireyin toplumdaki konumunun buna göre belirlenmesidir.

Division of labour / İşbölümü

Fotoğrafı daha büyük, doğru dürüst görmek için üzerine tıklayın. Ekonominin Unsurları dizisinin tamamına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

11 Haziran 2014 Çarşamba

Ekonominin Unsurları/3 - Mikro-Makro

"Ekonominin Unsurları" fotoğraf dizisine devam ediyorum. Bu seferki kare, Eylül 2012'den; İzmir, Kordon, Alsancak'tan, iskelenin pek yakınından. Üstüne ne söylenir, bilmiyorum. Fotoğrafı beğenen bir gezgin, "biri yakında ve kocaman, öteki uzakta ve ufak, ama hangisinin hakim hangisinin ötekine tâbi olduğu çok belli" demişti. Herhangi bir şekilde belirleme gücü -buna şu ya da bu oranda "iktidar" da diyebiliriz- bulunmayan bireylerin, grupların, "ekonomi" denen muazzam çark karşısındaki konumları çaresizcedir. Ekonomi, hepimize yer veren, mâkûl bir oturma düzeni değildir. İhtiyaç duymadığını hemen işlevsiz, geçersiz kılan, dışarı atan bir öğütücüdür. Aynı zamanda, bize dünyayı olduğundan başka türlü gösteren bir hileli dürbündür. Şansımız varsa = yani işine yarıyorsak, perdesinde kendi yansımamızı, ama bozulmuş, çarpıtılmış olarak! izlediğimiz bir karanlık âlemdir. Bir kesesine milyon dolarlık yakıt taşıyan kocaman tankeri, öbür keseye sabaha karşı Körfez'e balık tutmaya çıkan adamı koyabileceğiniz bir terazi yoktur.

Micro-macro / Mikro-makro

Fotoğrafların burada tek tek yayımlanmasını beklemeyeyim, dizinin tamamını göreyim diyenler şuraya tıklayabilir: Ekonominin Unsurları. Fotoğrafa tıklarsanız daha büyük, doğru dürüst görebilirsiniz.

10 Haziran 2014 Salı

Ekonominin unsurları/2 - Bireysel Girişimci

İnternette yayımladığım bazı fotoğraf dizilerine burada da yer vereceğim. Geçen yılın Mayıs'ında Flicker'da yapılan korkunç değişiklikler yüzünden oradan göçen birçok fotoğrafçı ve istikrarlı fotoğraf amatörü, ipernity sitesine geçtik. Ben de o vesilesiyle fotoğrafları derleyip toplama, yeniden işleme ve sergileme şansı buldum, çeşitli diziler oluşturdum. Ipernity yol geçen hanı cinsinden bir site olmadığı için, fotoğraflar daha çok meraklısına sunulmuş oluyor. Oysa, özellikle dizi mantığı içerisinde biraraya getirilmiş olanların yayımlanmasının mana taşıdığına inanıyorum.

"Ekonominin Unsurları" dizisiyle başlamıştım, devam ediyorum. İkinci fotoğraf: Bireysel Girişimci.

Individual entrepreneur / Bireysel girişimci

Bu kare, 1980'lerin ortalarından, Zonguldak'tan. Kömürün değersiz artığı sahile dökülüyor, insanlar gidip eşeleniyor, topluyorlar. Derme çatma kulübeler yapılmış, simsiyah çamur balçık içerisinde küreklerle, eleklerle, sepetlerle deniz kenarından kömür artığı toplanıyor. Küfelerle taşınıyor. Eziyet, yoksulluk bir yana, yoksulların feci şekilde aşağılandığı bir manzara oluşturuyor bütün bunlar. "Serbest piyasa" düzeninde içselleşmiş acımasızlık, vicdansızlık, riyakârlık, arkanızı şehre yüzünüzü denize verdiğinizde, ayaklarınızın dibinde baştan başa uzanıyor.

Fotoğrafların burada tek tek yayımlanmasını beklemeyeyim, dizinin tamamını göreyim diyenler şuraya tıklayabilir: Ekonominin Unsurları Fotoğrafa tıklarsanız daha büyük, doğru dürüst görebilirsiniz.

(Twitter ahalisi için not: Twitter'da paylaştığım iki fotoğrafla başlıyorum. "Bunu görmüştük" diyenler haklıdır, iki fotoğraf sonra durum düzelecek.)

29 Mayıs 2014 Perşembe

Ekonominin unsurları - Ücretli Emek/1

İnternette yayımladığım bazı fotoğraf dizilerine burada da yer vereceğim. Geçen yılın Mayıs'ında Flicker'da yapılan korkunç değişiklikler yüzünden oradan göçen birçok fotoğrafçı ve istikrarlı fotoğraf amatörü, ipernity sitesine geçtik. Ben de o vesilesiyle fotoğrafları derleyip toplama, yeniden işleme ve sergileme şansı buldum, çeşitli diziler oluşturdum. Ipernity yol geçen hanı cinsinden bir site olmadığı için, fotoğraflar daha çok meraklısına sunulmuş oluyor. Oysa, özellikle dizi mantığı içerisinde biraraya getirilmiş olanların yayımlanmasının mana taşıdığına inanıyorum.

Wage labour / Ücretli emek

İlk olarak, "Ekonominin Unsurları" dizisiyle başlıyorum; arkası gelecek. Bu fotoğraf 1980'lerden, Bursa'daki bir dondurulmuş gıda üretim tesisinden. Kapitalizmin nasıl yanlış bir insanlık durumu olduğuna dair temel eğitimimi tabiî "12 Eylül öncesi" denen büyük aydınlanma (ve kararma) döneminde görmüştüm. Ama bu düzenin kabul edilemezliğini, reklam-tanıtım işlerinde çalışıp kapitalistlere hizmet ederken tam manasıyla kavradım. "Ücretli kölelik" gibi bir yakıştırmanın asla abartma falan değil, milyonlarca insanın bugünü ve yarınını anlatan bir tanımlama olduğunu, görerek, dokunarak, koklayarak idrak ettim.

Çilek, bildiğim en güzel kokan meyvelerden. Hattâ "Hayattaki en güzel koku?" sorusuna "çilek kokusu" cevabı verecek çok insan da çıkar. Ben de böyle diyebilirdim. Sonradan Superfresh olan Kerevitaş'ın Bursa fabrikasında, bir koca salon dolusu çileğin kokusuyla karşılaşana kadar. Alışmamız ve içeride çalışabilir hale gelmemiz bayağı bir zaman almıştı. Sabahtan akşama her gün içerisine sokulduğu çemberin dışına kaçamak bakış atan genç kız şu anda elli yaşlarında olmalı. Muhtemelen emekli. Çocukları? Herhalde vardır. Yırtmışlar mıdır yoksa birileri villada yaşasın, ciple gezsin diye başka bir üretim bandında ter mi döküyorlardır?

Burada tek tek yayımlanmasını beklemeyeyim, dizinin tamamına bakayım diyenler şuraya tıklayabilir: Ekonominin Unsurları Fotoğrafa tıklarsanız daha büyük, doğru dürüst görebilirsiniz.

(Twitter ahalisi için not: Twitter'da paylaştığım iki fotoğrafla başlıyorum. "Bunu görmüştük" diyenler haklıdır, iki fotoğraf sonra durum düzelecek.)