din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2019 Çarşamba

Erbakan'ın tebessümü

İnsan haklarına saygılı, demokrat bildiğimiz insanlar bile "Necmettin Erbakan'ın aziz hatırası"nı yâd ediyorlar. Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, Saadet Partisi kurucusu ve lideri, başkasının hakkına hukukuna saygılı, bilge bir siyaset adamı muamelesi görüyor. Erbakan bu değil. Haydi, yaşı nedeniyle Erbakan'ı "canlı izlememiş"leri görmezden gelelim. Bugünün gayet aklı başında, vicdanı sağlam bildiğimiz birtakım insanlarının dahi Necmettin Erbakan'dan müstesna bir siyaset şahsiyeti çıkarma çabası umutsuzluğa sevk edici.

Erbakan, 12 Eylül öncesinde yükselen sola, işçi-emekçi hareketlerine karşı rejimin savaş bloku olarak kurulan "Milliyetçi Cephe" hükümetinin devlet bakanı ve başbakan yardımcısıydı. Devletin bilumum gizli ve kirli işlerinden haberdar, dolayısıyla cinayetlerin, katliamların, karar vericisi değilse bile icra makamındakilerin yanıbaşındaydı. Adalet Partisi (Demirel), MHP (Türkeş, "komandolar", vs.) ve Cumhuriyetçi Güven Partisi'yle (CGP - Turhan Feyzioğlu, "devlet") birlikte giriştiği 1975'teki ilk MC deneyinin maksadı, işlevi ve yarattığı toplumsal tahribat ortadayken, 1977'de, Güven Partisi'ni dışarıda bırakarak oluşturulan İkinci MC'de de yeraldı.

30 Eylül 2017 Cumartesi

"Din yorgunluğu" değil, başka şey

AKP kurucularından, Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler, "bizim camianın içinde yetişmiş" diye takdim etmeye özen gösterdiği bir sosyoloğun "çocuklarımızı din yorgunu yaptık" tesbitini aktardı ve üzerine düşüncelerini yazdı. Orada sorduğu bir sorunun cevabına açılan kapı bizzat yazısında var, kendisine göstermek istedim.

Sözkonusu "din yorgunluğu" tesbiti, Doç. Dr. Ömer Miraç'a ait. Dr. Miraç, "yaklaşık dokuz yıldır, özellikle zor denilen gençlerle çalışan bir araştırmacı", Böhürler'in kendisini tanıtırken verdiği bilgiye göre. Böhürler, Miraç'ın “verdiği örnekleri dinlerken; üst akıl, büyük resim gibi tanımlara takılıp elimizden akıp gidenleri görmemişiz duygusuna kapıldığını” belirtiyor. Yazar, sosyoloğu dinlerken, diyor, "kendimize odaklanmaktan gençlere ne kadar da gözlerimizi kapattığımızı, bizce olması gerekenlerden ibaret bir kalıba onları oturtmaya çalışarak ne kadar yorulduğumuzu ve de yorduğumuzu fark ettim."

Şöyle sürdürüyor: "Bu yazıya sebep sadece dinlediklerim değil elbette! Dindar kesim olarak bizim çocuklarımızda oluşturduğumuz ruh haline olan tanıklığım da doğrusu bu yargıyı pekiştiriyor. Bir haftadır bu kavram zihnimde dönüp duruyor. Ne yaptık da bunu başardık anlamaya çalışıyorum."

Cevaba açılan kapıysa şurada: "Bu kavramı öyle olaya başka mahalleden bakan, dışarıdan birinden duysam bakışım farklı olurdu elbette."

Niye, Ayşe Hanım? "Başka mahalleden" biri doğru bir tesbit mi yapamaz? Yoksa başka mahallelinin hakkınızdaki tesbiti doğru olsa bile siz bunu aktaramaz mısınız? Neden? Dışlanma korkusundan mı? Yoksa aktarsanız da kimse kulak mı vermez? Niye?

Nasıl bir baskı ortamıdır mahallenizde hepinizi tehdit eden ki, "Belki de bugün hepimize hâkim olan 'İslâmî serüven kırılıyor' duygusu"ndan bahseder etmez, sanki bütün yazı boyunca gençler için yaratılmış sorunlu durumu anlatan siz değilmişsiniz gibi, şunu eklemeden edemiyorsunuz: "Elbette bu kırılmadan umutsuzluğa düşmemek gerekiyor. Ömer Miraç da bu kanaati taşıyor, 'Yerinize dimağı açık çok güzel gençler geliyor' diyor." Madem çok güzel gençler geliyor, demek din veyahut başka şeyin yorgunu falan değiller. Yazınızda anlattığınız durum yok. Üzülmeyin o halde.

Gençlere -ve kendinize- yaptığınız esas kötülük bu. Onları akıl-mantıktan, herkes için geçerli hakikat duygusundan, kavramından uzaklaştırmak. Atgözlüklü taraftarlar haline getirmeye çalışmak. Herkes için geçerli hak-adaletten uzaklaşmakla da alâkası var elbette. Nâçizâne önerim, iktidar ihtirası içerisinde ilk terk ettiğiniz aracı yeniden elinize alın, başka mahallelerden gelen seslere azıcık kulak verin.

8 Eylül 2016 Perşembe

Mesele yelpazeydi çünkü!

Devletin hatırı sayılır kısmını ele geçirdiği söylenen "Fethullahçı Terör Örgütü - FETÖ" hakkındaki soruşturmalar, önemli bölümü hak çiğneyici, sinir bozucu, akla hayale gelmedik saçmalıklarla sürüyor. Koca ülke iki gün Gülen'in yelpazecisiyle meşgûl edildi.

Önümüze sürülen habere göre, Fethullah Gülen 1990'larda bir vakit İzmir'de, Hisar Camisi'nde vaaz verirken fenalaşmış, camidekilerden bir kimse de elindeki gazeteyle yelpazeleyerek onun kendine gelmesine yardım etmişti. Haberlerde vaziyet anlatılırken Gülen'in "sözde fenalaştığı"nı belirtmeye özenler gösterildi. Başına "terör örgütü elebaşısı" gibi sıfatlar getirmeden sözü edilemeyen Fethullah'ı Fetullah yazmaya gösterildiği gibi. Bunları yapanlar, bu örgüte pek kızmış ve ona asla bulaşmamış görünüyor ya...

Yelpaze operasyonu süratle ilerletildi. Yelpazeci olduğu şüphesiyle diş teknisyeni İ.S. gözaltına alındı. Gel gör ki, yelpazecinin İ.S. değil A.Z. olduğuna hükmedildi. Üstelik bu Samsunlu adam uzun zamandır Kazakistan'daydı, bilahare Afrika'ya "tayin edilmiş"ti. İ.S. serbest bırakıldı, yelpazeci yakalanamamış oldu. Yelpazecisi yakalanamayan bir örgüt lideri her şeyi yapabilecek kapasiteyi koruyor demektir. Neye yaradı on binlerce insanı memuriyetten atmak, hapse tıkmak!

Bu fasıllar ilgi çekmiyor. Bilvesile Gülen cemaatiyle alâkası olmayan veya Gülen sempatizanı olup da Cemaat bünyesinde yürütülmüş gizli kapaklı örgütlenme işleri veya eylemlerle alâkası olmayan insanların işlerinden, maaşlarından, yaşantılarından yoksun bırakılması, kimilerinin mesnetsiz şekilde gözaltına alınması, tutuklanması iktidar destekçisi cephe ve geniş ana akım kamuoyunda konu edilmiyor. (Evet, ana akım kamuoyu diye bir şey var.)


Zaten benim de esas ilgimi çeken, şu fotoğraflar oldu. Muhtemelen bir videodan alınmış kareler bunlar. Üçünde de iki insan yüzü var. Biri h'li de h'siz de yazsanız kendisine yarı-kutsal birşeyler atfedildiği belli "hocaefendi", öbürü yelpazeci. "Hocaefendi"nin ifadesine bakılırsa, kendisine yarı-kutsal birşeyler atfedenler arasında başı kendi çekiyor. Ya öbür adam niye böyle perişandır?

Bu yüzlere uzun uzun bakarak kendi hikâyenizi oluşturabileceğinizi sanıyorum. Benim kafamdan geçenler hakkında ufak tefek birşeyler çıtlatayım: Burada, olmaması gereken, müthiş sağlıksız birşeyler dönmektedir. Bir tür ürperti, bakınca hissettiğim. Bu üç fotoğrafın hikâyesini yazacak olsam, tasvir etmek gerekecek insanî sorun Gülencilerle falan sınırlı kalmaz. Bu yüzden iktidardaki Türk İslâmcısı bu işten bu kadar dehşete kapıldı. Bir başka âlemle ilişki müsameresi, belki de işin en berbat yanı değil. Niye ağlıyor o yelpazeci? Az önce ne olmuş da ağlıyor? "Hocaefendi"ye bir şey olacak diye mi ağlıyor yoksa başka bir korku hali mi sözkonusu? Neyse, gerisine siz bakın artık.