İktidar, para, güç sahibi olmayan sıradan insanlar için sosyal medyanın ne kadar hayatî bilgi kaynağı olduğu ortada. Hele Türkiye gibi, büyük işletmeler halinde vücut bulmuş yerleşik basının giderek ideolojik propaganda aygıtına dönüştüğü, dönüşmeyen kısmına da ağır baskı uygulanan, hattâ elkonan ülkelerde. Sosyal medyadaki en ciddî mesele de, yalan yanlış bilginin hızla dolaşıma girmesi, anında düzeltilse bile bu düzeltme girişiminin fayda etmemesi, yanlış bilginin dolaşmaya devam etmesi. Bu zararlı süreç, mücadeleli, çekişmeli konularda, çoğunlukla, dönüp bilgiyi yayanı vuran bir bumerang da üretiyor.
Daha önce iki ayrı yazıda, özellikle hak-hukuk-adalet mücadelesi veren, sağlıklı bilginin, hakikatin ortaya çıkmasından yana olan insanların bu mekanizmadan zarar göreceğini anlatmaya çalışmıştım. Yazıların ilki şuydu: Hakikat aramanın lüzumuna dair bir açıklama; ikincisi de şu: Hakikat bizim kalsın, yalan onların.
Sosyal medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sosyal medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Kasım 2015 Cuma
28 Ağustos 2015 Cuma
Hakikat bizim kalsın, yalan onların
21 Kasım 2004'te, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, Mardin/Kızıltepe'deki evinin önünde 13 kurşunla vurularak katledildi. Devlet, Uğur'un babasının terörist olduğu, Uğur'un polislere kaleşnikofla sekiz el ateş ettiği, polislerin başka çaresinin kalmadığı, kendilerini savunmak için ufacık çocuğu vurduğu yollu yalanlar uydurdu. Uğur'un ayağındaki terlikler, önlüğü, yakalığı, bir simge olarak Türkiye zulüm ve vicdansızlık tarihine, tek kare fotoğrafı da kimilerimizin zihnine kazındı.
28 Eylül 2009 günü, 12 yaşındaki Ceylan Önkol, Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Şenlik Köyü'ndeki evinin yakınında, açık arazide bir havan mermisi buldu. Nedir diye bakarken mermi patladı, Ceylan'ın bedeni minicik parçalara ayrıldı. Annesi parçalarını eteğine toplayıp taşımak zorunda kaldı. Ceylan'ın ufacık bedeninden etrafa saçılan parçalar kimilerimizin hayatına değmedi ama onun o kocaman açılmış gözleriyle tek kare fotoğrafı kimilerimizin hafızasına kazındı.
27 Ağustos 2015'te de Şırnak/Cizre'de yedi yaşındaki Baran Çağlı öldürüldü. "Çatışma sırasında çöken duvarın altında kaldığı" da söyleniyor, kurşunla başından vuruduğu da; kesin ve sağlıklı bilgi henüz teyit edilmiş değil. Baran'ın fotoğrafı sosyal medyada görülür görülmez pek çok insanın aklına aynı şey geldi: O da tek kare fotoğrafı olan çocuklardandı. Pozu, iktidarın uğramadığı semtlerin çocuklarına özgü, bakışları mahzun, biraz da öfkeliydi. Bu dünyada varolmasına izin verilmeyebileceğini kavramıştı; gözleri bunu belli ediyordu.
Baran'la birlikte, yine Cizre'de 10 yaşındaki Emin Yanaş'ın kısacık hayatının da son bulduğu duyuldu. Şu ana kadar onun fotoğrafını göremedik. Belki yoktu, belki paylaşılamadı. Görmesek ne fark edecek; onun da o mahzun, yoksun çocuklardan olduğunu biliyoruz. Dünyaya gelmiş, "hani benim payım?" demesine fırsat kalmadan zorla, zorbalıkla dünyadan gönderilmişti işte.
Cinayetlerin, katliamların, çocukların öldürülmesinin ağır manevî yükü altında yaşarken her şey zor. Hattâ anlamsız. Ama hak ve adalet mücadelesini sürdürmezsek yaşamanın ne anlamı var?
28 Eylül 2009 günü, 12 yaşındaki Ceylan Önkol, Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Şenlik Köyü'ndeki evinin yakınında, açık arazide bir havan mermisi buldu. Nedir diye bakarken mermi patladı, Ceylan'ın bedeni minicik parçalara ayrıldı. Annesi parçalarını eteğine toplayıp taşımak zorunda kaldı. Ceylan'ın ufacık bedeninden etrafa saçılan parçalar kimilerimizin hayatına değmedi ama onun o kocaman açılmış gözleriyle tek kare fotoğrafı kimilerimizin hafızasına kazındı.
27 Ağustos 2015'te de Şırnak/Cizre'de yedi yaşındaki Baran Çağlı öldürüldü. "Çatışma sırasında çöken duvarın altında kaldığı" da söyleniyor, kurşunla başından vuruduğu da; kesin ve sağlıklı bilgi henüz teyit edilmiş değil. Baran'ın fotoğrafı sosyal medyada görülür görülmez pek çok insanın aklına aynı şey geldi: O da tek kare fotoğrafı olan çocuklardandı. Pozu, iktidarın uğramadığı semtlerin çocuklarına özgü, bakışları mahzun, biraz da öfkeliydi. Bu dünyada varolmasına izin verilmeyebileceğini kavramıştı; gözleri bunu belli ediyordu.
Baran'la birlikte, yine Cizre'de 10 yaşındaki Emin Yanaş'ın kısacık hayatının da son bulduğu duyuldu. Şu ana kadar onun fotoğrafını göremedik. Belki yoktu, belki paylaşılamadı. Görmesek ne fark edecek; onun da o mahzun, yoksun çocuklardan olduğunu biliyoruz. Dünyaya gelmiş, "hani benim payım?" demesine fırsat kalmadan zorla, zorbalıkla dünyadan gönderilmişti işte.
Cinayetlerin, katliamların, çocukların öldürülmesinin ağır manevî yükü altında yaşarken her şey zor. Hattâ anlamsız. Ama hak ve adalet mücadelesini sürdürmezsek yaşamanın ne anlamı var?
25 Haziran 2015 Perşembe
Çünkü ben aptalım
Radikal, 25.06.2015
Değerli Radikal okurları, bu defalık affınıza sığınarak, bu sütunu kişisel bir izahat için kullanacağım. Yazı da biraz uzun olacak. Gazete yönetiminin de bu zarurî tercihim için bana anlayış göstereceğini umuyorum.
Salı günkü yazımdan ötürü “Twitter linci”ne uğradım. Tepkiye yolaçan mevzu beş-on dakika içinde ortadan kalktı ve yine geldik “yetmez ama evet” meselesine. Zaten bir kişi için “bu, yetmez ama evet oyu vermişti” demeniz, o insanın adi, aşağılık, yüzsüz, pislik, omurgasız, satılık vesaire olmasına yetiyor. Hayatının gerikalanında ne yaptığının önemi kalmıyor.
Toptan sıvamayı neden tercih ediyoruz? Çünkü bizde kimsenin şurada doğru burada yanlış yapabileceği varsayılmıyor. Çünkü muarızlar, muhataplar böyleyse, onları suçlayanlar da yanlış yapabilir oluyor. Halbuki hepimizin, özellikle siyasî hareket, parti önderlerinin yanılmaz olması gerekiyor. Bu yüzden, fikir ve eylemlerin tartışıldığı bir ortamımız olamıyor, kişilerin başa çıkarıldığı veya yere çalındığı bir kültürü hep beraber yeniden üretiyoruz. Bu, özellikle itibarsızlaştırma kampanyalarında işe yarıyor. Önce bir kişiyi alçak, hain vs. ilan edebilirseniz, gerisi kendiliğinden geliyor. O kişiye ait ne varsa alçaklığın, hainliğin parçası oluveriyor. Böyle bir kültürün, insanların kolayca harcanmasından da zararlı sonucu, dışına adım atılması müthiş cesaret gerektiren bir ortalama yaratması, aykırı görüşü, tartışmayı doğmadan öldürmesi. (Türkiye'de yaşadığımız için, insan harcama kısmını sekizinci plana atabiliriz.)
23 Haziran 2015 Salı
Zorunlu bir açıklama
Radikal'de yayımlanan, "Acı hakikatleri köşeyazarınızdan öğrenin" başlıklı yazımda geçen bir ifade, Twitter'da lince uğramama yolaçtı. "Haziransever nasyonal sosyalistler" tabirinden, "Birleşik Haziran Hareketi'ne Nazi dedi!" suçlamasını üreten birileri öncülük etti, her zamanki gibi, en ağza alınmaz, en ağır hakaretler üzerime yağdı. Tweet atarak açıkladım, işe yaramadı, yine belirteyim, bu ifadeyle Birleşik Haziran Hareketi'ni değil, ama kendini hem bu harekete hem Gezi isyanına yakın gösteren, nasıl oluyorsa solcu sayılan, gerçekte milliyetçi birtakım insanları kasdettim. Birleşik Haziran Hareketi'nin homojen olmadığını sanıyorum. (Meselâ ÖDP son 24 Nisan Soykırım Anması'na gelmişti.)
İkinci olarak, "hakikatleri köşeyazarınızdan öğrenin" ifadesinden kibir, her şeyi bilme iddiası vs. çıkarıldı. Yazılarımı okuyanlar bilirler, köşeyazarı denen konumun kendisini sık sık eleştiri konusu yaparım. Hayatta her konudan bahsetme hakkı verilmiş bir gazete yazarı kategorisi olamaz. Dolayısıyla, kendimle de bu çerçevede dalga geçerim. Köşeyazarı olarak çalışma sebebim, herkes gibi, para kazanmak zorunda olmam ve şu anda başka seçeneğimin olmayışıdır. Yoksa, en fazla bu blog'u sürdürmeyi, sadece gerekli gördüğümde, canım çektiğinde yazmayı isterdim.
Son linç ve daha önceki saldırıların hepsinin ortak zemini, zamanında anayasa referandumunda yetmez ama evet oyu kullanmış ve AKP iktidarının ilk dönemindeki gidişatı olumlamış, askerî vesayete karşı mücadeleye öncelik vermiş olmam. Bu elbette eleştirilebilir, siyasî görüşüm, tavrım, yerden yere de vurulabilir. Ancak başından beri, ısrar ve itinayla, bana ve başka bazı insanlara "çıkar karşılığı yancılık" suçlaması yöneltildi. Bu yalandır. Ve birileri tarafından özel olarak uydurulmuştur. Saldırıların bu kadar acımasız ve kişilik ezmeye yönelik oluşunda, birçok insanın buna inanmış olmasının payı var sanırım. Hayatımı, ne işler yaparak ne para kazandığımı, hangi zamanlarda ne kadar süreyle hiçbir gelirimin olmadığını birçok insan bilir. Yıllardır yaptığım işlerde, kitaplarımda, filmlerimde işlediğim konular, bakış açım, anlatıklarım ortada.
İkinci olarak, "hakikatleri köşeyazarınızdan öğrenin" ifadesinden kibir, her şeyi bilme iddiası vs. çıkarıldı. Yazılarımı okuyanlar bilirler, köşeyazarı denen konumun kendisini sık sık eleştiri konusu yaparım. Hayatta her konudan bahsetme hakkı verilmiş bir gazete yazarı kategorisi olamaz. Dolayısıyla, kendimle de bu çerçevede dalga geçerim. Köşeyazarı olarak çalışma sebebim, herkes gibi, para kazanmak zorunda olmam ve şu anda başka seçeneğimin olmayışıdır. Yoksa, en fazla bu blog'u sürdürmeyi, sadece gerekli gördüğümde, canım çektiğinde yazmayı isterdim.
Son linç ve daha önceki saldırıların hepsinin ortak zemini, zamanında anayasa referandumunda yetmez ama evet oyu kullanmış ve AKP iktidarının ilk dönemindeki gidişatı olumlamış, askerî vesayete karşı mücadeleye öncelik vermiş olmam. Bu elbette eleştirilebilir, siyasî görüşüm, tavrım, yerden yere de vurulabilir. Ancak başından beri, ısrar ve itinayla, bana ve başka bazı insanlara "çıkar karşılığı yancılık" suçlaması yöneltildi. Bu yalandır. Ve birileri tarafından özel olarak uydurulmuştur. Saldırıların bu kadar acımasız ve kişilik ezmeye yönelik oluşunda, birçok insanın buna inanmış olmasının payı var sanırım. Hayatımı, ne işler yaparak ne para kazandığımı, hangi zamanlarda ne kadar süreyle hiçbir gelirimin olmadığını birçok insan bilir. Yıllardır yaptığım işlerde, kitaplarımda, filmlerimde işlediğim konular, bakış açım, anlatıklarım ortada.
12 Mart 2015 Perşembe
Ölüm de yalnızlık da durduramıyor şımarıklığı
Erol Büyükburç evinde ölü bulundu. Çok renkli, pervasızca girişken, öncülükler etmiş bir pop yıldızıydı. Türkiye'de pop yıldızı müessesesinin kurucularından sayılır. Müzisyen Demirhan Baylan'ın (@demirhanbaylan) onun ardından attığı tweet, müzik dünyası insanı olarak Büyükburç'un anlam ve önemini pek güzel özetledi: "...çok kapılar açtın".
Büyükburç'un ölümünün ardından meşhur sosyal medyamızdan izleyebildiğimiz tepkiler, günümüzün şımarık "büyükşehir insanı"nın, bildiklerimiz gördüklerimiz dışında daha nelere kadir olduğunu ortaya koydu. Ölüme ve ölüye saygının on dört yaşında bir çocuğun hayaletinden korkan cumhurbaşkanı tarafından resmen ve dinen ortadan kaldırılışı, anlaşılan, bu cumhurbaşkanını hiç sevmeyen birilerinin de işine gelmiş. Hepsine yalnız ölü bulunmalar diliyorum.
Sosyal medyanın insana her mevzuda atıp tutma şansı vermesi, günümüzün bir gerçeği; getirilerine karşılık katlanılacak bir yere kadar. Lâkin bu kadar küstah ve düşüncesiz olmak zorunda mıyız? 79 yaşındaki bir insanın yalnız ölmesi, maalesef herkesin kolayca kavrayıp hissedebileceği bir durum değil, ey büyükşehir ahalisi! Beş dakika kendi başına kalmayı beceremeyen, hem aşırı hem sahte sosyallikten duygu fesatına uğrayan insanların Büyükburç'un ölümünü yalnızlık konusunda inciler döktürme fırsatı haline getirmesi karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. Öldüğü gün Büyükburç'la dalga geçerek kendini oyalayan ve neye yaradığı belli olmayan hayatını böyle geçirene söylenecekler belli; ama bu mevzuda sahiden kalakaldım. Yalnızlık, öyle her önüne gelenin hakkında laf edebileceği bir insan hali değil. Ayrıca ne kadarı, nasılı önemli. Üstüne konuşmak, basbayağı ehliyet ve haddini bilmeyi gerektirir.
Ne korkunç bir insanlık durumu yarattık hep birlikte.
Büyükburç'un ölümünün ardından meşhur sosyal medyamızdan izleyebildiğimiz tepkiler, günümüzün şımarık "büyükşehir insanı"nın, bildiklerimiz gördüklerimiz dışında daha nelere kadir olduğunu ortaya koydu. Ölüme ve ölüye saygının on dört yaşında bir çocuğun hayaletinden korkan cumhurbaşkanı tarafından resmen ve dinen ortadan kaldırılışı, anlaşılan, bu cumhurbaşkanını hiç sevmeyen birilerinin de işine gelmiş. Hepsine yalnız ölü bulunmalar diliyorum.
Sosyal medyanın insana her mevzuda atıp tutma şansı vermesi, günümüzün bir gerçeği; getirilerine karşılık katlanılacak bir yere kadar. Lâkin bu kadar küstah ve düşüncesiz olmak zorunda mıyız? 79 yaşındaki bir insanın yalnız ölmesi, maalesef herkesin kolayca kavrayıp hissedebileceği bir durum değil, ey büyükşehir ahalisi! Beş dakika kendi başına kalmayı beceremeyen, hem aşırı hem sahte sosyallikten duygu fesatına uğrayan insanların Büyükburç'un ölümünü yalnızlık konusunda inciler döktürme fırsatı haline getirmesi karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. Öldüğü gün Büyükburç'la dalga geçerek kendini oyalayan ve neye yaradığı belli olmayan hayatını böyle geçirene söylenecekler belli; ama bu mevzuda sahiden kalakaldım. Yalnızlık, öyle her önüne gelenin hakkında laf edebileceği bir insan hali değil. Ayrıca ne kadarı, nasılı önemli. Üstüne konuşmak, basbayağı ehliyet ve haddini bilmeyi gerektirir.
Ne korkunç bir insanlık durumu yarattık hep birlikte.
6 Ocak 2015 Salı
Geerdink'in başına gelen, bizim içimizden dökülen
Diyarbakır'da yaşayan Hollandalı gazeteci Frederike Geerdink gözaltına alındı ve serbest bırakıldı. Polisin kendisine söylediğine dayanarak, gerçi "bu resmen gözaltı değil, sadece ifademe başvurdular" dediyse de, yapılanı başka türlü tanımlamak imkânsız. Silahlı, hazırlıklı sekiz polis bir insanın kapısına dayanır, evini arar, onu alıp götürür, üç saat sorgularsa, bu gözaltıdır. Ölçüt şu: "Gelmem" deme şansı var mıydı? Yoktu. O halde zorla götürülmüştür. Tabiî Türkiye'de bir insan gözaltına alınıp birkaç gün süründürülmedikçe, bariz kötü muamele görmedikçe, itilip kakılmadıkça bunu gözaltından saymadığımız için, belki uzun süredir burada yaşayan Geerdink de bu âdetimize uymuştur.
Geerdink'e yapılanın bir gözdağı operasyonu olduğu ortada. Küçük çaplısından. Büyüğü, biliyorsunuz, CNN International muhabiri Ivan Watson'a yapılan cinsten, tekmeli, itmeli kakmalı, televizyonlardan en yetkili ağızdan hakaret ve tehdit etmeli olanı. Direkman "seni bitiririz!" mesajı taşıyanı.
Hükümetin, devletin gözdağı operasyonunun tartışılacak bir tarafı yok. Rezillik.
Ama Geerdink'in gözaltına alınıp bırakılması dolayısıyla gösterilen tepkilerin deşilecek, tartışılacak öyle çok tarafı var ki! Öncelikle, toplum olarak en iyi tarafımızı bir defa daha ortaya koydu bu olay: Gizlimiz saklımız yok; içimizdeki her şeyi her durumda ortaya döküveriyoruz biz.
Bütün kötülük ve pisliklerimizi de; doğal olarak.
Geerdink'e yapılanın bir gözdağı operasyonu olduğu ortada. Küçük çaplısından. Büyüğü, biliyorsunuz, CNN International muhabiri Ivan Watson'a yapılan cinsten, tekmeli, itmeli kakmalı, televizyonlardan en yetkili ağızdan hakaret ve tehdit etmeli olanı. Direkman "seni bitiririz!" mesajı taşıyanı.
Hükümetin, devletin gözdağı operasyonunun tartışılacak bir tarafı yok. Rezillik.
Ama Geerdink'in gözaltına alınıp bırakılması dolayısıyla gösterilen tepkilerin deşilecek, tartışılacak öyle çok tarafı var ki! Öncelikle, toplum olarak en iyi tarafımızı bir defa daha ortaya koydu bu olay: Gizlimiz saklımız yok; içimizdeki her şeyi her durumda ortaya döküveriyoruz biz.
Bütün kötülük ve pisliklerimizi de; doğal olarak.
19 Ekim 2014 Pazar
Savaş izlemek - Kaş yapayım derken göz çıkarmak
Kobanê kuşatmasının başlangıcından bu yana, hem orada olan biteni doğru anlamak, doğru anlatmak hem de direnişe destek olmak isteyen gazeteci-blogçu tayfası olarak muazzam zorluk yaşıyoruz. Bunun başlıca sebebi, Kobanê'nin "İslâm Devleti"nin eline düşmesini isteyenlerin çakallıkları değil. Aksine, Kobanê'deki direnişe duyarlı olan, direnişin başarısını isteyen, ama çocuk kandırma usulleriyle propaganda yapılabileceğini ve bunun da sonuçta işe yarayacağını sananların kaş yapayım derken göz çıkarma faaliyetleri.
Şehri kuşatan İD, şehri savunan YPG savaşçılarının ve orada yaşamaya veya cephe gerisi hizmetleri yapmaya çalışan sivillerin kararlılığını azaltmak, moral bozmak, direnişi kırmak için uydurma haberler yayabilir. Nitekim yayıyorlar. Olan biteni o tarafından değil bu tarafından sunabilir ki, gerçeğin anlaşılmasını önlesin. Nitekim bunu da bol bol yapıyorlar. En sevdikleri uyduruk türü, özel amaçlı, "YPG karargâhını havaya uçurduk" yollu şeyler, genel amaçlı olanı da "PKK Kandil'i terk edip Esad'a katıldı" başlıklı "haber".
Şehri kuşatan İD, şehri savunan YPG savaşçılarının ve orada yaşamaya veya cephe gerisi hizmetleri yapmaya çalışan sivillerin kararlılığını azaltmak, moral bozmak, direnişi kırmak için uydurma haberler yayabilir. Nitekim yayıyorlar. Olan biteni o tarafından değil bu tarafından sunabilir ki, gerçeğin anlaşılmasını önlesin. Nitekim bunu da bol bol yapıyorlar. En sevdikleri uyduruk türü, özel amaçlı, "YPG karargâhını havaya uçurduk" yollu şeyler, genel amaçlı olanı da "PKK Kandil'i terk edip Esad'a katıldı" başlıklı "haber".
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)