Muhalefet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muhalefet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ekim 2017 Pazartesi

Kerkük "dava"sında yerli-millî birlik

Dün (aslında bugün ama yatmadan öncesi dündür:) geceyarısından sonra, Irak ordusu, polis güçleri ve Haşdi Şabi milislerinin Kerkük Harekâtı başladığından beri olan bitenleri izlemeye çabalıyorum. Çok zor oldu, çünkü askerî veya propagandaya yönelik amaçlara hizmet etmesi için ortaya sürülmemiş, güvenilir bilgi, özellikle ilk saatlerde, neredeyse yok gibiydi. Sahada olan bitenden bahsetmeyeceğim; halen izliyoruz. Sosyal medya aracılığıyla gösterilen tavır ve tepkilere ilişkin bazı izlenimlerimi aktaracağım.

Öncelikle, 16 Ekim itibarıyla görüyoruz ki, Türk muhalefetinin büyük kısmı için Kerkük’te sözü edilmeye değer bir şey olmuyor. Flaş mevzu Melih Gökçek. Bu elbette başlıbaşına göstergedir, ama burada bunun anlamı üzerinde durmuyor, işaret edip geçiyorum.

Niye böyle? Sebep elbette “Kürt anasını görmesin” etkenini yüksek dozda içeriyor. Ama bundan ibaret değil.

24 Mart 2017 Cuma

Böke, "CHP nedir?" sorusunu cevaplamış

Duvar gazetesinde, İrfan Aktan'ın CHP Genel Başkan Yardımcısı ve parti sözcüsü Selin Sayek Böke ile yaptığı görüşme yayımlandı. Başlığa Böke'nin "yeni bir hikâye yazmamız lazım" sözü çıkarılmıştı, ama, çağrıştırdığının aksine, Böke yazılacak hikâyeden bahsetmeye ekonomi dolayımından girişmişti. Olsun. Yeni hikâye yeni hikâyedir. Hele CHP'nin yeni bir şey yapması, üstelik hikâye yazması vaat ediliyorsa, ne kadar heyecan verici!

Heyecan ve CHP kavramlarının birbirine mesafesi ne kadardır? Heyecan nãmına neyimiz kaldıysa ağır yaralamaya aday bu soruyu derhal kenara atalım. Yaralı tedavisiyle uğraşmayalım boşuna; nasılsa heyecan nâmına herhangi bir şeyimiz kaldıysa bu görüşmeden birkaç soru-cevabı ardarda okuduktan sonra o da feci şekilde can verecek. Buyurun, İrfan Aktan soruyor:

"...Dış politikadan sorumlu genel başkan yardımcınız Öztürk Yılmaz, 'Türk askerleri Suriye El Bab’da şehit olurken, Türkiye’de askere alınabilecek yaşta Suriyeliler Türk kızlarıyla geziyor' demişti. Bu tür sözleri nasıl izah ediyorsunuz?"

Selin Sayek Böke cevaben şunları anlatıyor:

21 Kasım 2016 Pazartesi

İtirazımız var

#BenimdeİtirazımVar

Bu toprakların ortak sahibi olan bizler;
AKP, CHP, HDP, MHP ya da başka partilere oy veren
Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Laz, Arap, Roman, Süryani, Müslüman, Hristiyan, Musevi, Sünni, Alevi,
inançlı, inançsız bütün yurttaşlar,
barış ve huzur içinde yaşayabileceğimiz bir ülke istiyoruz.

Savaş istemiyoruz, şehit istemiyoruz, çocuklarımızın ölmesini, öldürmesini,
birbirlerine silah çekmesini istemiyoruz.
Düşman cephelere bölünmek,
kardeşliğimizi, ortaklığımızı yitirmek istemiyoruz.
Ne darbe, ne vesayet. Ne diktatör, ne terör!
İşimizde gücümüzde, huzur içinde, özgür yaşamak istiyoruz.

25 Aralık 2015 Cuma

Elimiz iş tutmalı

Radikal, 24.12.2015

Diyarbakır’ın iç sesini bize iletenlerdendir Şeyhmus Diken. Radikal'den Cem Erciyes'e, “Sur’da Hendek savaşı” diye haberleştirilen şeyin nasıl bir “kültürel soykırım” olduğundan sözetmiş. Yitirilen can, çekilen işkence, kusulan nefret, sergilenen vahşet, biriken öfke... bunların yanında, bir de mekânın yok edilişi var. Mekân, sırf yer, etraf vs. demek değil ki. Hele Suriçi gibi bir yerde. Zaman demek, tarih demek, kök demek. “Kültürel soykırım” yanlış bir tâbir değil. Abartma sayan, yerine “toplu imha” desin; vahamet azalmıyor.

Bir ortam, bir çevre, bir zemin yok ediliyor. (Türk inşaat sektörüne peşkeş çekilecek olması ihtimali, “millî değer”lerimize, cibiliyetimize pek yakışır, fakat bu iğrenç konuyu şimdilik bir tarafa bırakalım.) Bir hayat alanı, yaşamın bazı imkânları ortadan kaldırılıyor. İçinde soluk alıp vereceğimiz, göreceğimiz duyacağımız, üzüleceğimiz sevineceğimiz, hakkında fikir yürüteceğimiz, düşüneceğimiz, velhâsıl yaşayacağımız bir atmosfer dağıtılıyor. Suriçi'ni harap etmeleri, güvenlik meselesi değil. Siyasetin sınırlarının çok ötesine geçen, siyasî olmaktan çok, bütün hayatı kapsayan, insanî bir mesele. “İnsanlar hiçbir şey düşünmüyor, düşünemiyor,” demiş Şeyhmus Diken. Düşünemezler, evet. Farkında olmadan biryerlere tutunuruz, ayağımızı bir yere basar, dirseğimizi bir şeye dokundurur, öyle düşünürüz. Sokağımızın köşesindeki eski evin yıkılması, yerine saçmasapan bir bina dikilmesi bu yüzden bizden, manevî âlemimizden birşeyler koparıp götüren, bizi eksilten, kabiliyetimizi azaltan, kötü bir değişimdir. Birilerinin gelip bizi öldürerek tarihimizi, köklerimizi, düşünürken dokunduğumuz şeyi yok etmesi, bununla kıyaslanmayacak kadar tahrip edici.

Her şeyimiz tahrip ediliyor. Düşünemeyenler sadece Amed'dekiler değil.

6 Aralık 2015 Pazar

Haysiyet meselesi – öyle bakalım

Radikal, 03.12.2015

Hayır, unutmuş gibi yapamayız. Ne mümkün zaten? Hem şükür ki böyle bir dünyada hâlâ varolabilen vefa duygumuz izin vermez hem de ne yazık ki, yeni zalimlikler, kötülükler. Suruç'tan, Ankara'dan yüzler kaldı evimin çeşitli yerlerinde. Sokaklarda da eşlik ediyorlar. Şimdi her yerde Tahir Elçi'nin yüzü. Kazara anlık bir neşe, yolunda giden ufak bir şey, gülümseten bir ayrıntı gündelik karabasanın bir köşeciğini aydınlatsa hemen karşımda beliren yüzlerin arasına katıldı.

Yılabiliriz veya daha kararlı hale gelebiliriz. Gücümüz tükeniverir veya daha güçleniriz. Felaket durumlarında insana ne olacağı belli değil.

Murat Paker, T24'te “Karanlık Çağ” başlıklı bir yazı yazdı. Bu yazıyı okumanızı tavsiye ederim. Psikolojimize neler olunca ne yapmak gerektiğini bilen bir insanın elinden çıkma yazı, hayli yol gösterici.

Paker, yaşadıklarımızı kısa sürede sona erecek bir kâbus gibi görmenin bizi çıkmaza sürükleyeceği konusunda uyarıyor ve şöyle diyor: “...bu hal uzun sürecek gibi duruyor... Bunu kabul edip, ona göre konumlanırsak şimdikinden çok daha iyi tutunabiliriz. İnsan canlısı çok zor koşullara bile uyum sağlayabilen bir canlı. Dünya tarihi, en zor koşullarda bile muhalif direnişlerin sürebildiğini ve gelişebildiğini gösteren örneklerle dolu. Yeter ki kolay ve hızlı başarı peşinde olmayalım; sabır, ısrar, cesaret ve direnç gösterebilelim.”

5 Kasım 2015 Perşembe

Kapıyı usulca çekip çıkamıyor musun?

4 Kasım'da Radikal'de yayımlanan yazımda derdimi iyi anlatamamışım sanırım. Yakın geleceği koyu karanlık resmetmeyi haklı kılan seçim sonucu üzerine "enseyi karartmayın" muhabbeti yapmak değildi niyetim. Bunu yapanlar oldu ve onlara teşekkür etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yapmayışım, yapamayışımdan. Çünkü bu durumda enseler kararır, normal. Buna rağmen ayağa kalkabilsek güzel olur. Fakat kimi kalkabilir, kimi kalkamaz. Bu da normal. Bazılarımız ötekileri teşvik edebilir, bazılarımız edemez. Yine, normal.

Fotoğraf: HDP Diyarbakır mitinginde bombadan bu hale gelmiş adam, 7 Haziran seçimlerinde oy kullanıyor.

Benim derdim bir insan türüyle: "Gidecem artık bu memleketten, çekilmez burası!" diye bağırıp çağıran birileriyle. Niye bağırıyorsun suratımıza?

Ne yapılacak, mücadele edilecek

Radikal, 03.11.2015

Şu ana kadar seçim sonuçlarıyla ilgili okumadığınız tahlil, değerlendirme, öngörü vs. kalmış mıdır? Sanmıyorum. Dolayısıyla söylenmiş her şeyin üzerine bir de bendenizin bu işe kalkışması gayet fuzuli görünecek. Ancak köşeyazarlığı müessesesinde aksi görevden kaçmak sayılacağından, birkaç söz etmek mecburiyetindeyim.

Önceliği, bir siyasî tavır olarak şımarıklık mevzuuna veriyorum. Birileri, arzuları tek fiskede dünyayı değiştirsin istiyor. Minnacık bir demokratik adım için yüzlerce insanın can verdiği bir ülkede, o elini sıcak sudan soğuk suya soktu diye hayat duracak, şekil değiştirecek ve o her nereye istiyorsa o yöne dönecek. Bu şahane insan oy attı, buna rağmen sonuç alınamadı mı? O halde... batsın bu dünya da değil, batarsa bu dostumuz neyi kendi etrafında döndürecek? Nerede kime çemkirecek? Alıp başını nereye gideceğini haykırabilecek?

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Erdoğan'la aynı cephedesin, TC_Aysun

Radikal, 20.08.2015

Beylik fıkradır, çoğunuz biliyordur, lâkin bir defa daha, içinde bulunduğumuz durumu en iyi böyle tasvir edebiliyoruz:

Türk, Kürt, Ermeni, üç kafadar, bu üçünün kafadar olup kırlarda dolaşabildiği bir zamanda, köy civarında dolaşmaktadırlar. Elma bahçesine denk gelirler. Girip birkaç elma koparırlar, suya tutarlar, tam aralarından biri ilk ısırığı alacakken bahçenin Türk sahibi, elinde sopayla yanlarında bitiverir. İrikıyım adama bakarlar, birbirlerine bakarlar, korku içinde, başlarına geleceği beklerler. Bahçenin sahibi doğrudan Ermeni'ye girişir. Sopayı indirirken, “Ulan, haydi bunlar Müslüman, sana oluyor ey gâvur!” diye bağırması, Türk'le Kürt'ün yüreğine azıcık su serper, “yırttık” diye geçirirler içlerinden. Fakat bahçe sahibi, Ermeni'yi yere yıktıktan sonra hiç oyalanmadan Kürt'e girişir. Bir yandan, “Ulan haydi bu Türk, sen hakla giriyorsun bahçeme!” diye bağırmaktadır. Türk, arkadaşlarının dayak yediğine üzülmektedir ama bir yandan da için için sevinir, yırttım diye. Yırtamaz. Bahçe sahibi Kürt'ü de yere yıktıktan sonra Türk'e döner, “Haydi bunların biri gâvur, biri Kürt, ikisi de hırt, sen utanmıyor musun!” diye haykırarak sopayı indirmeye başlar.

Üç kafadar, ağız burun kan içinde, dağılmış halde bahçeden çıkıp yürürken, Türk Kürt'e döner, “Yahu biz baştan bu Ermeni'yi dövdürmeyecektik,” der.

2 Ağustos 2015 Pazar

Onlar gülmeyecekse ne için uğraşıyoruz?

Bir fotoğraf karesinde dört kadın.

Birinin eşi, devletin katillerince kaçırıldı, öldürüldü, köy yoluna atıldı. Ötekinin eşi, Cumhuriyet tarihinde görülen en geniş katiller koalisyonunun kurbanı oldu, polisin askerin katıldığı, siyasîlerin örtbas ettiği bir suikasta kurban gitti. Üçüncünün eşi -dördüncünün de babası-, yine pek geniş bir koalisyon tarafından hedef haline getirilerek ülkeden gitmek zorunda kaldı, kahrından öldü.


Gülümseyen dört kadının bir fotoğraf karesinde biraraya gelişini hüzünlü kılan, Türkiye'nin kirli ruhudur. Biraraya geldiklerinde, birarada oldukları için gülümsediklerinde ortaya çıkansa, bütün o katillere, kirli ruhlara filan pabuç bırakılmayışının resmidir.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Ne güzel komşumuzdun sen Devlet Bey...

Radikal, 02.07.2015

Hay Allah, muhayyel muhalefet ittifakının çelik halkası, müstakbel aydınlık, demokratik Türkiye'nin başlıca güvencesi Milliyetçi Hareket Partisi nasıl da demokrasi mücadelesine ihanet etti! O Devlet Bahçeli yok mu Devlet Bahçeli! Nasıl da AKP yancılığı yaptı! Halbuki halkımız MHP'den neler bekliyordu!..

Bildiğin Başbuğ (Führer) önderliğinde, devletin en karanlık ve kıyıcı derin hücreleriyle koordinasyon içerisinde örgütlenmiş bir parti olabilir, ne var? Memleketin çeşitli yerlerine kurulan komando kamplarında profesyonel dövüşçüler, katiller yetiştirilmiş, bunlar partinin saflarında ortalığa salınmış olabilir, sorun mu? Sokaklarda binlerce insan öldürmüş, Anadolu şehirlerinde Alevî katliamları tertiplemiş olabilirler, sakıncası mı var?

Yok. Niye? Çünkü Devlet Bahçeli onları sokağa salmıyor, bizi öldürtmüyor. Aferin! Kendilerini tebrik ediyoruz. Hakikaten, 1980 sonrasında şöyle ağız tadıyla bir elli-yüz kişi öldürdükleri katliam yok. (Bugün bir yıldönümünde daha kurbanlarımızı andığımız Sivas Katliamı doğrudan onların eseri değildi; muhtemelen büyük ölçüde, Sivas esas olarak BBP'li olduğu için.)

23 Haziran 2015 Salı

Acı hakikatleri köşeyazarınızdan öğrenin

Radikal, 23.06.2015


Maalesef, herkesin keyfini kaçıracak bazı hakikatleri ortaya serme vazifesi yine köşeyazarınıza kaldı.

İlki şu: Evde zor tutulan kitle yüzde elliden yüzde kırka indi, daha da inebilir, fakat asla yok olmayacak. AKP yarın sabah kapısına kilit vurmayacak. Biliyorum, siz aksini hayal ediyordunuz, umuyordunuz ki, bir sabah kalkacaksınız ve dindarların hepsi namazı orucu bırakmış, sizin gibi olmuş. Sordurdum, bu mümkün değilmiş. AKP yok olsa, yine sizin hoşunuza gitmeyecek bir başka parti kurulabilir, bu insanlar da, bazen seçim bile kazandıracak kadar oyu gidip ona verebilirlermiş.

30 Mayıs 2015 Cumartesi

“Kürtler nerede?” - “Yine cenazedeyiz.”

Radikal, 28.05.2015


Dönüp dönüp şu “Kürtler nerede?” sorusuna takılıyorum.

Sorunun kendisi de gayet abes ama esas fecaat, sorulabilmesi.

Peki, kim soruyor?

Kendini bunu sorabilecek makamda gören birileri.

Kimdir bunlar?

'90'lardaki muazzam zulüm yıllarında “Kürtler” için kendilerini ateşe atmış olan birileri mi?

Diyarbakır'da, evine dönerken ensesinden mermiyle vurulan her baba yere düştüğünde uzaklarda yüreği hoplayan, içine sıkıntı düşenler mi?

Batman'da başına satır indirilen her ağabey kaldırıma cansız serildiğinde, bir başka uzak şehirde gözü kararan, göğsü sıkışanlar mı?

14 Mart 2015 Cumartesi

Ya o güzide kuruma şey olursa?!..

Radikal, 12.03.2015


Hayır yani, “bu güzide kurumumuza yapılmaz” demişler, ondan fena oldum ben. Hakikaten yapılmaz. Hem kurum bu; kurum ne demek, devlet demek; kuruma yapılmaz; hem de güzide kurum ki, güzide kuruma hiç yapılmaz.

Hakan Fidan MİT'i bırakırken cumhurbaşkanı kendisini uyardı. Dedi ki, “yapma” dedi; “yapma” demiş yani; “yapma dedim” dedi. Ve fakat lafını dinletemedi. Mazallah!

Herkes de dedi ki, “Efendim, Hakan Bey'in tercihine saygı duymak lazım,” dedi. Saygı da duyuldu Allah için. Cumhurbaşkanı bile hepimize her fırsatta reva gördüğünün binde birini savurmadı Hakan Bey'in kafasına. Uçaktakilere dert yandı. Eş dost hizmetkâr arasında, “Yapma dedim, yaptı” diye sızlandı, o kadar.

20 Şubat 2015 Cuma

Hayatı istila etmiş bir canlı türü

"Aramızda yaşayan..." demek isterdim, ama diyemiyorum, çünkü neredeyse biz sıradan insanlar onların arasında yaşıyoruz. Çoklar. Sayıları bizden çok değil; yaygaraları, cazgırlıkları, şirretlikleri, nereye dönsen oradan karşına çıkabilme yetenekleriyle ortalığı kaplıyor, zehirliyorlar. Hayatı karartmayı, azıcık taze her soluğu kesmeyi başarabiliyorlar.

Eğer, özellikle bu canlı türünün de üretim ve dağıtımına şevkle iştahla katıldığı yaygın "fail kültürü"nü benimsemiş biriyseniz, işiniz kolay. Bu canlılara söver sayar, döner gidersiniz. Maksadınız mesele halletmekse, yandınız. Ortamı dezenfekte etme şansınız olsa bile bunların yaydığı kötülük kolay kolay temizlenemiyor.

Bu canlı türünün nümuneleri, iki karşıt cephede, iktidarın propaganda aygıtında ve sanırım kendilerine sorsak sıkı muhalifler olduklarını söyleyecek şımarık büyükşehir insanları arasında bolca bulunuyor.

Muktedir utanmazlığı


İlk alt-tür, hükümete, onun basınına, hizmetkârlarına, silahşörlerine, yalakalarına yapılan her türlü eleştiriyi İslâm'a ve dindar halka yapılmış göstererek eleştirel sözün kendi mahallelerine sokulmamasını, ona kulak verilmemesini sağlamaya çalışıyor. Basit bir yöntemle: söyleneni değil söyleyeni hedefe koyarak onu dinlemeye değmez kılma. Bunun için tabiî ki bu toprakların, her türlü egemen tarafından titizlikle yeniden üretilmiş sistemli cehaletinden, öğrenme isteksizliğinden, "hak geçmesin" duygusunun eksikliğinden ve fail kültüründen yararlanıyorlar. Tıpkı karşı cephedeki acımasız benmerkezciler gibi. "Ha, o mu demiş? O zaten ...dir." Eleştiri karşısında, büyük-küçük her türlü iktidarın savunucusu ilk bu silaha sarılıyor. Ve ne yazık ki, neden değil fail arama çağdaş Türk felsefesinin temeli olduğundan, birçok insanı da bu çukurlarla dolu, çamurlu yola sürükleyebiliyorlar.

Araştırıcı titizliği ve üşenmezliğiyle Türkiye'nin en vasıflı gazetecilerinden biri olabilecekken bir tür masabaşı Goebbels'i olmayı seçmiş bir kimse, meselâ, İslâmcılara "dini ne hale getirdiniz" eleştirisi yapıldığında, bu ülkenin Müslüman çoğunluğunun eleştirilmesi gereken eylemlerine değinildiğinde, sana "Türk Pegida hareketi" damgası vurarak saldırıya girişiyor. Yazılana bakmıyor bile. Acaba herifin dedikleri arasında kayda değer, haklı, hesaplaşılması gereken bir şey var mı? Böyle bir sorusu yok. Biliyor ki, bunları söyleyen, şu andaki iktidar pratiğini onaylamıyor. Dolayısıyla bir an önce susturulması, hele samimi Müslümanlara asla ulaşamaması gerekir. (Propagandacıya kötü haber: Ulaşıyor.)

11 Şubat 2015 Çarşamba

Kalbiniz yok, beyniniz cılk

Bu gidiş gerçekten gidiş değil. Kim neyi kazanırsa kazansın herkes için kötü olacak. Oluyor da zaten. Küçümseme eğilimi yaygın: Vicdanla merhametle duyguyla ne olurmuş ki! Evet, bu devirde bunlarla her şeyi değiştireceğini sanmak aşırı naiflik olabilir. Bunlar olmayınca nasıl bir hayata süreklenildiğini ise her fırsatta görüyoruz. Rezilce bir hayat bu.

ABD'nin Kuzey Carolina eyaletinin Chape Hill kentinde, Craig Stephen Hicks adlı bir katil, Kuzey Carolina Üniversitesi öğrencisi üç Müslüman genci vurdu, öldürdü. 23 yaşındaki Deah Bereket, bir ay önce evlendiği eşi, 21 yaşındaki Yusor Muhammed ve onun kardeşi, 19 yaşındaki Razan Muhammed Abu-Salha, yaşadıkları evde öldürülmüş halde bulundular.


Katilin gençleri Müslüman oldukları gerekçesiyle öldürdüğü söyleniyor. Kendi beyanına göre, "Eşitlik için Ateistler" diye bir grubun destekçisiymiş.

[ EK / 18:08 / Hicks'in Facebook sayfasından alınma bir Hitler'li caps'i aktarmış ve üzerinde Hıristiyanlığı öven yazılar bulunduğu için bunun Hicks hakkında kafa karışıklığı yarattığını söylemiştim. Ancak sonra başka caps'ler de ortaya çıktı -@ozaneking'e teşekkürler- ve Hicks'in Nazizm ile Hıristiyanlığı yanyana getirip ikisine de laf ettiği anlaşıldı. Düzeltmek için caps'i kaldırdım, bu açıklamayı koyuyorum. ]

ABD'nin büyük haber kanalları olayı haberleştirmek, haberi öne çıkarmak için saatlerce beklemiş. Bunları araştırmaya elim gitmedi, açıkçası; hepsini sorgulamaksızın kabul ederek devam ediyorum.

2 Şubat 2015 Pazartesi

Ortada sorun yok, kimsede kusur yok, dağılın!

Geçen akşam, Türk solunun herhangi bir eksiği, yanlışı olmadığını öğrendik. Tek sorun, kendini yeterince anlatamamakmış. Bu gece de, dinde herhangi bir sorun olmadığını, Ortadoğu'da olan bitenlerden, IŞİD'den şundan bundan emperyalizm ve emperyalistlerin sorumlu olduğunu öğreniyoruz. Halen öğrenmekle meşgûlüz, ama ben bu defa nasıl olduysa vaziyetlere erken uyandım, bir yandan öğrenirken yazıyorum. Faydasını da görüyorum, çünkü tam size bunları yazarken, asıl problemin Müslümanlarda değil Batı ve Batılılarda olduğunu da öğrendim. Mesele Batılıların kültürel kazanımlarından vazgeçmeleri, Ortaçağ'a dönmeleriymiş. O kazanımlar niye onlardaydı, falan, sormuyoruz haliyle.

25 Ocak 2015 Pazar

Hrant'ın Arkadaşları kadar taş düşsün kafanıza

Haydi bakalım, yine bir "Hrant'ın arkadaşları" çekiştirmesi başladı. Sekiz yıldır mahkeme önlerinde, sokakta, medya âleminde cinayetin ardındaki sahici örgütlenmenin ortaya çıkarılması için uğraşan, 19 Ocak'larda Hrant için anma etkinlikleri ve toplantıları örgütlemeye çalışan bir grup insan üzerinden kim hangi meselesini halledecek, hangi rantı sağlayacak, hangi siyasî tavrını haklı çıkaracak, anlamak zor, ama vaziyet bu.

"Hrant'ın Arkadaşları" adı altında ilanlar veren, çağrılar yapan, eylemler düzenleyen insanlar, sadece adalet mücadelesi ve anma faaliyetleri için biraraya gelen bir grup. Bu ad, Hrant'ın ölümünü izleyen günlerde, gayet kalabalık bir grup olarak gazetelere verilecek bir ilânın altına konacak isim aranırken ortaya çıkmıştı. İlk yıl anma gecesi, 19 Ocak, derken, mahkeme sürecinin başlamasıyla birlikte yerleşti.

21 Ocak 2015 Çarşamba

Cehennem varolsun, başka şey istemiyorum

Soru basit, cevap ihtimalleri çok çeşitli: Bu, neyin fotoğrafıdır?

Şöyle bir resimaltı konabilirdi buna: "Koca bir toplumun yüzüne tükürülürken..." Veya "Hepimize -haydi nah demeyeyim- nanik yapılırken" de olabilir.

Hayır, İslâmcı muhteremler, yanlış anlamayın, kimse sizden tavır, tepki vs. beklemiyor. Sakın kendinizi faşizan baskılar altında hissetmeyin. Ali İsmail'in katillerine sarılabilirsiniz rahat rahat.

Zaten artık kimsenin size bir şey yapması gerekmiyor. Yapacağınızı yaptınız kendinize. Silemeyeceksiniz, unutturamayacaksınız, düzeltemeyeceksiniz.

Tekmelerle hatırlanacaksınız. Bin dört yüz sene önceki o kısacık Asr-ı Saadet'e dair hikâyenizin yaratabileceği, artık sadece acı bir tebessümdür. İç kaldıran kafa kesme görüntülerinin yüreklerinizi pırpır ettirişini unutalım haydi bir anlığına. Buradaki şu hazin fotoğrafla yaşayacak ve yaşatılacaksınız.

Oylamadan başka sonuç bekliyordum da hayal kırıklığına uğradım, o yüzden bunları yazıyorum sanmıyorsunuzdur herhalde. Umarım... Yüce Türk adaletinin Ali İsmail'in cansız bedenine indirdiği son tekme de beklenmedik bir şey değildi. Hayal kırıklığını, öldürülen çocukların, gözü çıkarılan gençlerin yüzüne bakarak, tâ içimde yaşadım, atlattım. Tedavi oldum. IŞİD'den bu yana, artık sizden bir şey beklememeyi öğrendim. Kalan son saflık kırıntılarımı da Paris katliamının rüzgârı süpürdü götürdü. Hiçbir şey beklemiyorum. Aman ha! Size bişey olmasın...

Çok şey öğrendim sayenizde. Babaannemin tertemiz, adaletçi Müslümanlığından sözettiğimde kızdınız: "Din eve hapsolsun, babaanneninki gibi kalsın, di mi!" dediniz. Hapsolmasın. Dindar olmayan herkesi önüne katıp kovalasın. Kırbaçlasın. Kafa da kesebilir. Sokakta döve döve insan da öldürebilir. Konunun sizinle alâkası yok, kaygılanmayın. Zaten sizinkiler kafa kesmedi ki! Vurdu, döverek öldürdü, yaktı, göz çıkardı. "Yarın bu meydanda cesetlerinizi sayamazsınız!" diye haykırdı. Çoluk çocuğun eline sopa tutuşturup üstümüze saldı. Palayla kadına saldırdı. "Emri ben verdim" diye övündü.

Bir de çaldı. Odalara sığmayacak kadar parayı evlerine istifledi. Eşi görülmemiş bir soygun çarkı dönsün diye, şehirleri mahvetti, ırmakları kuruttu, memlekette ne güzellik varsa bozmaya ahdetti. Kazandı. Ahlâkı gökyüzüne uzanan cam-çelik yığınlarının altında kaldıkça, Süleymaniye'nin önünde arkasında rant tapınakları yükseldikçe kazandı da kazandı. İhale çarkları, olağan hortum mekanizmaları yetmedi, altın kaçakçılığı, saatler, tepsilerde neme lazım rüşvetleri ("proaktif rüşvet"), saklayacak yer bulunamayan parayla mecburen alınan villalar, "kucağımıza oturacak"lar hediye edildi ortamımıza. Süflîydik, hepten sakil olduk.

Bunları dindarlar yaptı. Evet, o kadar basit: bütün bu gaddarlıklar ve düzenbazlıklar dindarların işi. Rüşvet paraları dualarla sayıldı, rüşvetçilere dualarla sahip çıkıldı. Bilumum kirli işlere besmele çekilerek başlandı, inşallahlarla her şey ama her şey eğilip büküldü, memleketin her yeri açgözlü şebekeler kurulup paylaşıldı, sonra namaza gidildi. Ali İsmail'in katilleriyle saf tutmaktan gocunacak kaç kişi çıkar? Hırsızlığı aklayanlarla, Meclis'i, millî iradeyi lağıma sokup çıkaranlarla selamı sabahı kesecek ümmet mensubu kaç kişidir? (Gözünde dolar işaretleri, yüreğinde tahakküm hırsıyla mükâfatlı alçaklık seferine çıkmamış, zalime biat etmemiş Müslümanların sanırım çoğunu tanıyorum, isim isim saysam kaç eksik kalır acaba? Temiz saydıklarımın çoğu da listeden çıktıklarına göre, bu şimdi daha kolay.)

6 Ocak 2015 Salı

Geerdink'in başına gelen, bizim içimizden dökülen

Diyarbakır'da yaşayan Hollandalı gazeteci Frederike Geerdink gözaltına alındı ve serbest bırakıldı. Polisin kendisine söylediğine dayanarak, gerçi "bu resmen gözaltı değil, sadece ifademe başvurdular" dediyse de, yapılanı başka türlü tanımlamak imkânsız. Silahlı, hazırlıklı sekiz polis bir insanın kapısına dayanır, evini arar, onu alıp götürür, üç saat sorgularsa, bu gözaltıdır. Ölçüt şu: "Gelmem" deme şansı var mıydı? Yoktu. O halde zorla götürülmüştür. Tabiî Türkiye'de bir insan gözaltına alınıp birkaç gün süründürülmedikçe, bariz kötü muamele görmedikçe, itilip kakılmadıkça bunu gözaltından saymadığımız için, belki uzun süredir burada yaşayan Geerdink de bu âdetimize uymuştur.

Geerdink'e yapılanın bir gözdağı operasyonu olduğu ortada. Küçük çaplısından. Büyüğü, biliyorsunuz, CNN International muhabiri Ivan Watson'a yapılan cinsten, tekmeli, itmeli kakmalı, televizyonlardan en yetkili ağızdan hakaret ve tehdit etmeli olanı. Direkman "seni bitiririz!" mesajı taşıyanı.

Hükümetin, devletin gözdağı operasyonunun tartışılacak bir tarafı yok. Rezillik.

Ama Geerdink'in gözaltına alınıp bırakılması dolayısıyla gösterilen tepkilerin deşilecek, tartışılacak öyle çok tarafı var ki! Öncelikle, toplum olarak en iyi tarafımızı bir defa daha ortaya koydu bu olay: Gizlimiz saklımız yok; içimizdeki her şeyi her durumda ortaya döküveriyoruz biz.

Bütün kötülük ve pisliklerimizi de; doğal olarak.

5 Aralık 2014 Cuma

Osmanlıca, AKP'den çok daha önemli konu

Hiçbir zaman ayrı ayrı ele alınması gereken şeyleri ayrı ayrı ele alıp konuşamayacak mıyız? Osmanlıca meselesinden bahsediyorum. İzninizle numaralayıp maddeleştireceğim diyeceklerimi. Böylesi daha güvenli.

1. Hükümetin Osmanlıca'yı zorunlu ders yapmaya kalkması, genel bir İslâmîleştirme hamlesinin parçası. İyi niyetli bir girişim değil. Eğitimi "dindar nesiller yetiştirme" amacına uyarlama işlemlerinin bir yenisi.

2. Türk Millî Eğitimi denen şey zaten korkunç bir aptallaştırma çarkı ve eğitimde bir nebze iyileşme yaratabilecek hiçbir adım atılmıyor, AKP dışından gelen her öneri reddediliyor. Ortaokullara felsefe dersi konması önerisi gibi.

3. Bizim Osmanlıca bilmiyor, özellikle okuyamıyor oluşumuz, akıl almaz bir durumdur, muazzam bir vahamettir, korkunçtur. Bu eksikliği hissetmeyen, boyutlarını kestiremeyen, cahildir veya kötü niyetlidir.