Dünya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dünya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Nisan 2016 Pazartesi

Kabaca “Panama belgeleri” - nedir, nasıl bilgi alınır?

Dünya çapında, uluslararası şirketler ve devlet ileri gelenlerinin denizaşırı vergi cennetlerine aktardıkları paralarla ilgili milyonlarca belge, bunların işlerini yürüten bir hukuk firmasından elde edildi. Burada esas olarak, adı var kendi yok şirketler kurup vergi kaçırma, kara para aklama ve şaibeli transfer işlemlerini gizlice yapma gibi dümenler sözkonusu. Yüzü aşkın haber kuruluşu aynı anda bunlarla ilgili yayına başladı. The Guardian’dan ve Araştırmacı Gazeteciler Uluslararası Konsorsiyumu’nun (ICIJ = The International Consortium of Investigative Journalists) sitesinden özetleyerek aktarıyorum:

Öncelikle, Mossack Fonseca firmasının belgelerinin ortaya dökülmesi, şimdiye kadarki en büyük ifşaat hadisesi. 2010’da Wikileaks’in açığa çıkardığı ABD diplomatik mesajlarından da, 2013’te Edward Snowden’in dünyayı haberdar ettiği gizli istihbarat belgelerinden de daha fazla bilgi sözkonusu burada. Ortada on bir buçuk milyon ayrı belge ve 2.6 terabayt bilgi var.

16 Eylül 2015 Çarşamba

Saat, bomba, Ahmed, sarışın!

Teksas'ın (ABD) MacArthur Lisesi'nde okuyan Ahmed Muhammed, evde yaptığı saati okula getirip öğretmenine gösterecek, muhtemelen sınıftaki arkadaşlarına da azıcık hava atacaktı. Bunun yerine elleri kelepçelenerek sorguya alındı. Çünkü başka bir öğretmen, orasından burasından kablo sarkan elyapımı saati gördü, bomba düzeneği olduğuna hükmetti ve polisi çağırdı. Polis de, on dört yaşında çocuğu, ellerini kelepçeleyerek götürdü.

Ahmed, "kendimi suçlu gibi hissettim" dedi sonradan. Sağcı alçaklar dışında herkes onu teselli etmeye girişti. Ahmed'in başına bu işin gelmesinin görünür sebebi, kendisinin Müslüman oluşu, işgüzar ihbarcı öğretmenin, Ahmed Müslüman olduğu için onun "terörist" olabileceği ihtimalini aklına getirmesiydi.

ABD Başkanı Barack Obama, "Güzel saat, Ahmed," diye tweet attı. "Onu Beyaz Ev'e getirmek istemez misin? Senin gibi başka çocukları da bilimle ilgilenmeye teşvik etmemiz lazım. Amerika'yı büyük ülke yapacak şey budur."

14 Temmuz 2015 Salı

Kapitalizm ahlâk kaldırmaz - Örnek 1

Yunanistan krizinde Avrupalı bankerler ve bürokratlara karşı Atina'dan yana açıklamalarıyla dikkat çeken Nobel ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz, iki gün önce Etyopya'nın başkenti Adis Ababa'daydı. Vesile, Birleşmiş Milletler'e dünya çapında yoksullukla ve iklim değişikliklerinin yarattığı sorunlarla mücadele için finansman sağlamayı amaçlayan toplantı.

Stiglitz, çokuluslu şirketlerin vergiden kaçmasını önlemek için bir uluslararası vergi organizasyonu kurulmasını destekliyor. Proje -şüphesiz!- henüz Batılı devletlerin onayını almış değil. Oxfam'ın verilerine göre, uluslararası vergi yasaları, büyük şirketleri her yıl, azgelişmiş ülkelere ödemeleri gereken yaklaşık 100 milyar dolarlık vergiden kurtarıyor!

AFP'nin aktardığına göre, Stiglitz gazetecilere, "Avrupalı liderler ve genel olarak Batı, Yunanlıları vergi toplamada yetersiz kaldıkları için eleştiriyor," dedi. "Batı, global bir vergiden kaçınma sistemi kurmuş. Vergiden kaçmayı önlemek için global düzeyde yürütülen çabaları dinamitleyen gelişmiş ülkeler... İkiyüzlülüğün bundan âlâ tarifi mi olur?"

Stiglitz'i Dünya Bankası'ndan kovmuşlardı zamanında. Nobel ödülüne rağmen.

3 Nisan 2015 Cuma

Kimse öldürülmeden siyasî adım atıldı

2 Nisan’ı 3 Nisan’a bağlayan gece, son yılların en önemli siyasî gelişmelerinden biri yaşandı: Batı medyasının pek tuttuğu, aslında ziyadesiyle problemli tarifle "dünya güçleri" ile İran İslâm Cumhuriyeti, uzun süredir maraton halinde sürdürdükleri nükleer pazarlığında çerçeve anlaşmasına vardılar. (ABD’nin sunuşuyla anlaşmanın ayrıntılarına şuradan bakabilirsiniz: “Parameters for a joint comprehensive plan of action regarding the Islamic Republic of Iran’s nuclear program”. "Dünya güçleri"nden kasıt, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin; arada Avrupa Birliği de var. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, ülkesinin nükleer faaliyetleriyle ilgili önceki BM Güvenlik Konseyi kararlarının imzalanacak anlaşmayla tamamen geçersiz kalacağını duyurdu. "İleri sürdü" demek daha doğru mu olur, bilemedim; herhalde masanın bir tarafındaki ekibin bileşiminin böyle bir şeye imkân vereceği varsayılıyor.)

12 Şubat 2015 Perşembe

Putin mi zayıf Batı mı? - ilginç bir görüşme

Almanya parlamentosu (Bundestag) Dışişeri Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen, Tageszeitung Şef Redaktörü Ines Pohl'ün Ukrayna meselesine dair sorularını cevaplarken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında ilginç sözler etmiş:
"Bana göre Putin'in stratejisi, ülkesine ilişkin vizyonu yok. Taktik tavırlar alıyor. [Ukrayna konusundaki] Tavrı, kendisini iki yönden tehdit ettiğini düşündüğü [Kiev'deki] Meydan hareketine tepki. Kızıl Meydan'ın yeni Meydan olmasından korktu. En çok korktuğu şey, özgürlük mikrobu. Kafasında, arka planda hep Sovyetler Birliği'nin dağılışı var; daha fazla toprak kaybına, jeopolitik etki alanı kaybına dair korkusu var. Askerî yöntemlere başvurması, stratejisinin değil zayıflığının ifadesi."
Görüşmenin devamında, gazeteci Kırım'ın halini soruyor, siyasetçi, fiilen orada Ukrayna'nın herhangi bir hükümranlığının kalmadığına işaret edip, uluslararası hukuka göre olması gereken durumla fiiliyatın açıkça çeliştiğini, yapacak pek bir şey kalmadığını imâ ederek anlatıyor. Tabiî söz, kaba kuvvetle sonuç alınmış bu olayın Putin'i benzer başka harekâtlar için heveslendirip heveslendirmeyeceğine geliyor.

10 Şubat 2015 Salı

Simgesel iki olay: Élysée'de gerilla, Sisi'ye Kaleş

Azıcık hayalgücü kullanma becerisi ve kurguya meyli olan uluslararası ilişkilercileri kendinden geçirebilecek iki olayımız var. Kırk taraftan yaklaşılıp elli yerinden deşilebilecek, zengin, derin düşüncelere kapı açabilecek olaylar.

İlki, ikisi kadın üç kişilik PYD heyetinin Fransa Cumhurbaşkanı tarafından Élysée Sarayı'nda ağırlanması. PYD Fransa Temsilcisi Xalid İsa'nın da yeraldığı heyette doğal olarak esas ilgi, PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah ile YPJ Komutanı Nesrîn Abdullah üzerinde toplandı. Bu ziyaretin kapsayıcı bir tanımını yapmaya çalışsak, bu tanımın neleri içermesi gerekir:

• Heyet, çok cepheli iki içsavaş ve bir büyük ve örtülü bölgesel savaşın içiçe sürdüğü bir coğrafyadan geliyor,
• Heyet, bölgedeki devletsiz tek halkın kısmî temsilcisi,
• Heyet fiilen, hâlâ kimi devletlerin terör örgütü listesindeki bir örgütü temsil ediyor,
• Aynı zamanda, IŞİD saldırısıyla ortadan kalkmaktan son anda kendini kurtaran bir yöresel yönetimi temsil ediyor,
• Heyetin temsil ettiği halkın büyük bölümünün yaşadığı ülke (Türkiye), bu yönetimi ortadan kaldıracak sürece destek vermiş,
• Heyeti ağırlayanlar, bu heyetin temsil ettiği türden oluşumları daha önce defalarca yok etmiş, onlarla savaşmış bir emperyalist devletin temsilcileri,
• Heyetin esas elemanlarının iki kadın oluşu, coğrafyaya, tarihe, bölgedeki her şeye ters.

3 Şubat 2015 Salı

İnternet erişimi temel insan hakkı mı?

Bundan yaklaşık dört yıl önce, Birleşmiş Milletler'in Düşünce İfade Özgürlüğü Hakkının Korunması ve Geliştirilmesi Hakkında Özel Raportörü, insanların internet bağlantısını kesmenin insan haklarına ve uluslararası hukuka aykırı bir işlem olduğuna karar vermişti. Raporun hazırlanmasına yolaçan, Suriye rejiminin ülkenin üçte birinde interneti ulaşılamaz kılmasıydı. Telif meseleleri yüzünden internete müdahale edebilmeyi öngören yasalar çıkarmış Fransa ve İngiltere bu karara itiraz etmişlerdi.

Foreign Policy'de David Rothkopf, "Sınırsız internet erişimi modern insan hakkı mıdır?" başlıklı bir yazı yazdı ve meseleyi kurcaladı. Bizim gibi, anayasa ve yasaların iktidar sahipleri nezdinde pek hükmünün olmadığı ülkeler için tartışmanın zemini lüks görünebilir, ancak Rothkopf, internet özgürlüğünü öncelikle anayasa kavramıyla ilişkisi açısından konu ediyor. Ve diyor ki: "İnsanlar, bir vakit anayasa yapmış olanların hayalgücünün ötesine geçen haklar talep edemezler, demek saçmalıktır, hem de tehlikeli bir saçmalık".

Şüphesiz her anayasa, yapıldığı dönemin teknolojik koşullarıyla sınırlı, onlara bağlı. Telefonun varolmadığı bir dünyada, kimin telefonunu kimin ne koşullarda gizlice dinleyebileceği gibi bir mesele de olmazdı haliyle. İnterneti, sosyal medyayı, bu mecralarda oluşan alternatif haberleşme, yayın, duyuru, ifade kanallarını varsaymış herhangi bir yasal zemin ve çerçeve olamaz. 2011'de bağımsızlığını elde etmiş Güney Sudan'ınki belki..?

22 Kasım 2014 Cumartesi

Uzmanından son 20 yılın dış politika dersleri

Harvard Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Stephen M. Walt'un Foreign Policy'de ilginç bir yazısı yayımlandı: "Son 20 Yılın İlk Beş Dış Politika Dersi".

Walt, bu dersleri şöyle sıralıyor:

1. Büyük güç politikası hâlâ geçerli.
Yani: Soğuk Savaş bitti, artık belli noktalarda yoğunlaşmış güçler yok, her şeyi belirleyen güç odakları yok, icabında gücünü ortaya koyup sonuç almak yok, sanmayın.

2. Global politikanın epeyce bir kısmı hâlâ yerel.
Yani: Artık globalleştik, ıncık cıncık bölgesel meselelerle uğraşılmayacak, bütün insanlık, tek bir ülkede yaşıyormuş gibi, herkesi ilgilendiren genel sorunları çözmeye uğraşacak, sanmayın.

3. Kötü devletten daha kötü tek şey devletsizlik.
Diktatörleri, her tarafa istikrarsızlık saçan yönetimleri değiştirmeye kalkabilirsiniz, ama sonra ne olacağını öngörememişseniz, Libya gibi, Irak gibi korkunç vaziyetler yaratırsınız. Kanla devrilen, uzun sürmüş diktatörlük yönetimlerinden sonra hoşgörülü, demokratik bir toplum hayatı kurmak çok zormuş meğer.

4. "Ya sev ya terk et", kötü diplomasidir.
Rakibini, hasmını, bütün istediklerinden yoksun bırakmayı amaçlayan katı politikalar kalıcı sonuç getirmez. Varmayı umduğun yer her neresiyse, orada hasmını da memnun edecek birşeyler olmalı. Yoksa çözdüm sandığın mesele, hasmının bulacağı ilk fırsatta yeniden karşına dikilir.

5. Kibirden uzak dur!
Mitolojide özgüven patlaması yaşayan fânîlerin tanrılara kafa tutmasına yolaçan kibir duygusu, ego şişmesi, politikada insanı kesinlikle yanlışlara sürükler, tökezletir.

Prof. Walt, beşinci madde altına sıraladığı örneklere TC Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı da dahil etmiş. En azından, herhangi bir dış politika ilkesine dünyadan örnek aranırken TC cumhurbaşkanı akla getirildiği için, Türkiye'nin "bi noktaya" geldiğini düşünebiliriz. Örnek, hem komşularla sıfır sorun yaşayıp hem Ortadoğu düzeninin kilit ülkesi olmaya dair muazzam iddialar besleme nedeniyle seçilmiş. George W. Bush'un Irak politikasında da kibir vardı, diyor Walt, Obama'nın karmaşık bir sorunu çok iyi hazırlanmış bir konuşmayla halledebileceğini sanmasında da vardı.

Walt'un yazısının en hoş yanı, sonunu şöyle bitirmesi: "Benim ilk beş ders listem böyle. Sizinki nasıl?"

19 Kasım 2014 Çarşamba

Amerika'ya damga vuran Müslümanlar meselesi

Müslümanların Amerika'yı keşfi ve Küba'da cami meselelerine takılmaması imkânsız olan arkadaşım gece vakti kışkırtmaya koyuldu ve kısa süre içerisinde kendimi Gülistan dergisinin sitesinde buldum. Karşıma çıkan yazının başlığı, "ABD tarihine damgasını vuran Müslümanlar"dı.

Yazının altındaki imza, İsmail Çolak, bir sürü kitap (Kıtalara Sığmayan Osmanlı, Destanlaşan Zaferler, Ölümsüz Şehit Mektupları, Mahşerin İrfan Ordusu...) yazmış bulunan, pek çok mevzunun (Osmanlı, Lale Devri, Abdülhamid, Millî Mücadele, Modern Zamanlar, Haçlı Zihniyeti...) uzmanı bir şahsa ait. Erdoğan'ın yarattığı tartışma üzerine kendisinin attığı tweet'i izleyerek ulaştığım Somuncubaba İlim Kültür ve Edebiyat Dergisi sitesinde de aynı yazıya rastlayınca, bunu en az cumhurbaşkanınınki kadar güvenilir kaynak saymam gerektiğine derhal ikna oldum.

Bu yazıda, Barry Fell adlı bir "ABD Bilim ve Sanat Akademisi üyesi"ne dayanılarak, Müslümanların daha Hz. Osman ve Hz. Ali devirlerinde Amerika'ya ulaştıkları ileri sürülüyor. Fell'in eserinin adı "Saga Amerika (Efsane Amerika)" olmasa, kendi de konu olduğu "bu sahiden bilim insanı mı uyduruyor mu?" tartışmalarıyla tanınmasa şüphesiz daha iyi olacakmış. (Fell'in tartışmalı kimliği ve aslen deniz biyologu olan bu kimsenin arkeolojide uzman sayılamayacağına dair kısaca bilgi veren bir yazı için: "Pre-Columbian Old World inscriptions in the Americas?" Yazının yeraldığı sitenin adı: "Kötü Arkeoloji"!)

18 Kasım 2014 Salı

Al o "keşfi", turşusunu kur

Pınar (Öğünç) lafı ağzımdan aldı: "Sömürgeciye direnene değil, sömürgeciye talip".

Mevzu, "Amerika'yı biz daha önce keşfettik" iddiası. Tarihin gördüğü en büyük zulme sahne veya yatak olmuş bir süreç, "Amerika'nın keşfi". Daha doğrusu "fethi". Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı herhalde keşfe fetih de denebilmesi heveslendirmiştir.

Bu tartışmaya girmek gereksiz. Bir yere daha önce gitmek, orayı "keşfetmek" anlamına gelmez, bu bir. Amerika kıtasının neresine kimin kimden daha önce gittiği henüz herkes ve her durum için kesin söylenemez, bu iki. Küba'da tepede cami falan yok, üç.

Pınar "Amerika'yı önce keşfettik" iddiasının gerisinde yatan psikolojiyi ve "Küba'ya cami yakışır" densizliğinin boyutlarını güzelce anlatıyor; lütfen okuyun. Ancak, "Amerika'nın keşfi/fethi" denen hadiseye sahip çıkmanın boyutları ve manası iyice kavransın istediğimden birkaç şey ekleyeceğim. Hazır elimin altında varken (bu bilgileri 16 Ton filmi için derlemiştim).


"Kaşif"lerin, keşfettikleri topraklarda yaşayan insanların ne kadarını yok ettiği, ne kadarının -beraberlerinde getirdikleri mikroplar yüzünden- ölümüne yolaçtığı üzerinde bilim insanları kesin anlaşmaya varamıyor. 1500'lerin başında Meksika nüfusu 25 milyondu. 100 yıl sonra 1 (bir!) milyona inmişti, diyenler var. En temkinli tahminlere göre bile yok edilen/olan nüfusun oranı dörtte birden az değil.) Dünya nüfusu 400 milyon kadarken, "Keşifler Çağı"nda Avrupalıların Güney Amerika'da yolaçtığı telefata dair yapılan tahmin, 70 milyon insan!

4 Eylül 2014 Perşembe

Eller aya biz yaya - 2014

Le Monde Diplomatique'in İngilizce edisyonunda "Yeni Soğuk Savaş" başlıklı bir yazı okudum (yazarı Serge Halimi, linki: "The new cold war"). Yazar, Batı'nın Ukrayna'yı kendine doğru çekmesinin Putin'in sabrını taşırdığını ve 1980'lerde Sovyetler Birliği'nin "yenilgisi" ve Doğu Bloku'nun çöküşüyle sona eren Soğuk Savaş'ın yeni koşullarda yeniden başladığını ileri sürüyor. ("Yenilgi", Ronald Reagan'ın o zamanki lafına atfen tırnak içinde; "Biz yendik, onlar yenildi" demiş artist başkan.)

Amacım bu konuyu tartışmak değil. Yazının sonuna doğru, Princeton ve New York üniversitelerinde Rusya üzerine çalışan tecrübeli uzman Stephen Frand Cohen'in görüşü aktarılıyor: "Bu yeni Soğuş Savaş daha tehlikeli olabilir." Cohen, meseleye ABD açısından yaklaşarak söylüyor bunu. Sebebini de şöyle açıklıyor: "Çünkü, öncekinde olduğu gibi, etkili bir Amerikan muhalefeti yok ortada - ne idarede, Kongre'de ne medyada, üniversitelerde, think-tank'lerde." Yazar Halimi, bunun arkasına şu sözleri ekleyerek bitiriyor yazısını: "Her türlü tuzağa düşmenin meşhur reçetesi..."

Kültür-medeniyet şu anın pek gözde kavramları - Davutoğlu olan bitene damgasını vurdukça daha da allanıp pullanacaklar. Bu kavramları hep böyle ibretlik örneklerle birlikte ele almak güzel olur. Kimi, sağlıklı ve etkin yönetim için ortalıkta tek çatlak ses çıkmamasını makbul, hattâ şart görür -ki, toplumumuzun ezici çoğunluğunun bundan en küçük şüphe duymadığını söyleyebiliriz. Kimi de, "eyvah, muhalefet yok, her an çuvallayabiliriz" diye düşünür.

Farklı sese ihtiyacın gerekçesi: İtiraz ve tartışma olmazsa her türlü tuzağa düşebiliriz! Evet, "eller aya biz yaya" geyikleri gibi oldu azıcık. Ama bin türlü hisse içeren bir kıssa: farklı fikir olmazsa kendininkini sınayamazsın, itiraz olmazsa egon şişer, dayama özgüven stokun yarıyolda eriyiverir, kendi parıltından gözlerin kamaşırsa önünü göremez, toslarsın bir yere...

19 Ağustos 2014 Salı

Kurban olurum Hedy sana!

"Kindertransport", Birleşik Krallık'ın Nazi hakimiyetindeki Almanya, Avusturya, Çekoslovakya, Polonya ve Danzig'den çoğu Yahudi on bin kadar çocuğu kendi topraklarına götürüp güvenlik altına aldığı bir operasyondu. 2. Dünya Savaşı'nın başlamasına dokuz ay kala gerçekleştirilmişti. Kurtarılan çocukların hemen hepsi, ailelerinin soykırımdan kurtulan tek üyeleri olacaklardı. (Ayrıntılar için Wikipedia'nın ilgili maddesi iyi bir kaynak.)


1924 Freiburg doğumlu Hedy Epstein bu çocuklardan biriydi. 14 yaşındayken götürüldüğü İngiltere'den ABD'ye göçtü, 1948'den itibaren hayatını burada sürdürdü. Polisin silahsız siyah bir genci altı kurşunla vurup öldürdüğü, bu tarz polis şiddeti artık canına tak ettiği için halkın ayaklandığı Ferguson'da (Missouri, ABD) geçen gün gözaltına alınanlar arasında Epstein da vardı. Vali Jay Nixon'un bürosu önüne toplanmış protestocular polisin "dağılın" uyarısına uyup dağılmadıkları için gözaltına alındılar, 90 yaşındaki St Louis sâkini Epstein da aralarındaydı.

Hedy Epstein, iki polis kendisini kelepçelemiş götürürken, the Nation muhabirine, "Ben bunu yeni yetmeliğimden beri yapıyorum," dedi. Filistinlilerin hakları için, İsrail'e düzenlenen protestolara, eylemlere çok katılmış, bazılarını örgütlemişti. "Ama 90'ıma geldiğimde hâlâ yapmam gerekeceğini düşünmemiştim. Bugün ayağa kalkmalıyız ki, insanlar 90 yaşına geldiklerinde hâlâ böyle yapmak zorunda kalmasınlar." (Steven Hsieh, "St. Louis police arrest nine protesters...")

Epstein'ı biraz daha derinlemesine merak edenler (ve İngilizce bilenler) Los Angeles Times'taki röportajı okuyabilirler: "Holocaust survivor explains why she became Palestinian rights activist".

8 Ağustos 2014 Cuma

"İslâm Devleti" için yeni evre: ABD'ye karşı

ABD Başkanı Barack Obama, Irak'a sınırlı ölçüde ve havadan müdahale edeceklerini duyurdu. Esas olarak şunları söyledi (diplomatik nüanslara dikkat ederek özetliyorum):
1. Erbil ve Bağdat'ta Amerikan personeli var. Vatandaşlarımız için riziko doğarsa müdahale ederiz. İD'i uyarıyorum: Buralara doğru harekete geçerlerse konvoylarını vururuz.
2. Sincar'da (Obama Şengal değil Sincar demeyi tercih etti) bir soykırım tehlikesi var. Dünyanın en eski mezheplerinden birine mensup Ezidiler, katliamdan kaçarak sığındıkları dağda, aç ve susuzlar. Ya dağdan inip katledilecekler ya da açlık ve susuzluktan ölecekler. İnsanlar günlerdir, "kimse yardıma gelmiyor" diyorlar. İşte şimdi ABD yardıma geliyor.
3. Elbette dünya üstündeki bütün sorunlara müdahale edemeyiz. Ama bu bir soykırım tehlikesidir ve "lider (dünya lideri) olarak" böyle bir şeyi önlemek bize düşer.
4. Irak'ta bir ABD kara operasyonu daha olmayacak. Irak ve Kürt hükümetlerini teröristlerle savaşabilmeleri için destekleyeceğiz (= eğiteceğiz, silah vereceğiz).

9 Nisan 2014 Çarşamba

Seymour Hersh ve My Lai katliamı

Size uzuun bir yazı sunuyorum. Suriye'deki sinir gazı saldırısıyla TC hükümetinin ilişkisine dair iddiasıyla gündeme gelen gazeteciyi tanıyabilmeniz için. Aynı zamanda, gazetecilik denen meslek hakkıyla yapıldığında neler olabiliyor, hep beraber hatırlamamız için. Seymour Hersh, Irak'ta, Abu Grayb hapisanesinde Amerikan askerlerinin yaptıkları işkenceler ve işledikleri insanlık suçlarından haberdar olmamızı sağlayan insandır. Olan biteni öğrendikten sonra, bunları yazılabilecek kıvama getirmek için beş ay uğraşmıştı. Sabırla çalışmanın ve iğneyle kuyu kazmanın gazeteciliğin şartlarından olduğunu bildiği için. "Belge aradım," diye anlatmıştı bu beş ayı nasıl geçirdiğini, "çünkü elinizde belge yoksa ortada hiçbir şey yoktur, belge yoksa hiçbir yere varamazsınız." Sarin ve Suriye meselesiyle ilgili düşünürken onun bu lafını unutmak doğru olmaz.

(Hersh'ün günümüz gazeteciliğine dair eleştirileri ve gazeteciliğe yaklaşımı hakkında fikir sahibi olmak isterseniz: Lisa O'Carroll, "Seymour Hersh on Obama, NSA and the 'pathetic' American media". Türkçesi de şurada: "Seymour Hersh’le Obama, NSA ve 'hastalıklı' Amerikan medyası hakkında". EK: Umur Talu'nun 10 Nisan'daki yazısı Hersh üstüne; Talu, Amerikalı gazetecinin önce yalanlanıp sonra doğru çıkan pek çok önemli haberini sıralıyor.)


Seymour Hersh, ABD ordusunun Vietnam'da yaptığı My Lai katliamını da ortaya çıkaran insandır. My Lai katliamından dünyanın ve özellikle Amerikan kamuoyunun haberinin olması, tarihin akışını etkilemiş olaylardandır. Bu katliamı, içinde yaşandığı koşulları, gazetecinin bu konuda hakikate ulaşmak için izlediği yolu zamanında çeşitli kaynaklardan öğrenebildiğim kadarıyla aktarmış, yazı dizisi haline getirip yayımlamıştım. Burada tamamını tek seferde sunuyorum (bazı ufak eklemeler-çıkarmalar yaptım).

"Apocalypse Now"un sahicisi


1968 yılında ABD Vietnam Savaşı'na boğazına kadar batmıştı. 500.000 askeri, tuzak dolu tropikal ormanların içerisinde, bir görünüp bir kaybolan Vietkong gerillalarıyla çarpışıyor, Vietkong hiçbir yerden tam anlamıyla temizlenemiyor, ABD yönetimi ve özellikle ordu komuta kadrosu giderek sıkışıyordu. Bölge ele geçirememe, ABD ordusunun en büyük sorunuydu. Vietkong kayboluyor ve yeniden ortaya çıkıyordu. Yürütülen operasyonlarda ne ölçüde başarı sağlandığı bile tam anlaşılamıyordu. Bu, Amerikalıları "ceset sayma" adıyla meşhur olan yönteme sürükledi. Bölge temizlendi mi, şüpheliydi, ama ölü Vietkonglu, şüphe götürmez şekilde ölüydü. Böylece, ABD komuta kadrosunun başarıyı ceset sayarak ölçmeye yönelmesi, tek tek Amerikan askerlerine de daha büyük bir öldürme arzusu ve daha geniş bir öldürme serbestisi veriyordu.