Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Almanya'daki Türk seçmenlere "bize saygısızlık yapan partilere oy vermeyin" çağrısı yapması, hiç şüphesiz, Almanya siyasetçileri tarafından, ülkelerinin içişlerine müdahale olarak tanımlanacak. Erdoğan'ın bu müdahalesi, çelişkileri, anlaşmazlıkları bambaşka bir düzeye taşıyacak. Türkiye, bugüne kadarki gibi, “anlaşmazlık halinde olunan devlet” değil “tehdit” olarak tarif edilecek. Her şey bir yana, oradaki Türkleri Almanya devleti için “millî güvenlik tehdidi” konumuna sokacak bir hamle bu. Almanya ve başka devletlerin buna verecekleri karşılığın cinsi de farklı olacak. Niye başka devletler de işe karışsın? Zira Hollanda krizi sırasında atılan “oradaki Türkler Hollanda ordusundan kalabalık” manşetleri ilk elde hatırlanacak.
Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
18 Ağustos 2017 Cuma
17 Mart 2017 Cuma
Yüz on sekiz eser
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sakarya’daki “toplu açılış” töreninde yaptığı konuşmayı Hürriyet uzun uzun aktardı.
Bazen haberleri okuyuşum, trafiğin vızır vızır aktığı bir caddenin öte yanında yapılan konuşmayı dinler gibi: kelimeler, kelime grupları, aralarındaki sessizlikler, hepsi bulabildikleri boşluklarda suratıma çarpıyor. Kesilmiş su musluktan yeniden akmaya başladığında, tıksırıklar eşliğinde, beraberinde bir sürü yabancı madde getirir, karşı kaldırımdan üstüme fırlatılanlar da bunların eviyelere saldırışı gibi; kulak, yanak, şakak, neremi bulurlarsa oraya saplanıyorlar.
Cumhurbaşkanının konuşmasını karşı kaldırımdan, sürücüsü cep telefonuna dalmış fakat muhtemel kazada yüzde yüz haklılığına şimdiden inanmış arabalar, dikkatli bakışların yan yan gittiğini yakalayabildiği, façası bozuk minibüsler, henüz borcunun ödenmediği gün aşırı yıkanmasından belli van’lar, kimseyi umursamayan, kullananı görünmeyen jipler, onları da umursamayan halk otobüsleri imkân verdiği ölçüde dinleseydim anca böyle olurdu. Niyeyse bünyem böyle haberleri bölük pörçük etmeden işleme sokamıyor.
Bazen haberleri okuyuşum, trafiğin vızır vızır aktığı bir caddenin öte yanında yapılan konuşmayı dinler gibi: kelimeler, kelime grupları, aralarındaki sessizlikler, hepsi bulabildikleri boşluklarda suratıma çarpıyor. Kesilmiş su musluktan yeniden akmaya başladığında, tıksırıklar eşliğinde, beraberinde bir sürü yabancı madde getirir, karşı kaldırımdan üstüme fırlatılanlar da bunların eviyelere saldırışı gibi; kulak, yanak, şakak, neremi bulurlarsa oraya saplanıyorlar.
Cumhurbaşkanının konuşmasını karşı kaldırımdan, sürücüsü cep telefonuna dalmış fakat muhtemel kazada yüzde yüz haklılığına şimdiden inanmış arabalar, dikkatli bakışların yan yan gittiğini yakalayabildiği, façası bozuk minibüsler, henüz borcunun ödenmediği gün aşırı yıkanmasından belli van’lar, kimseyi umursamayan, kullananı görünmeyen jipler, onları da umursamayan halk otobüsleri imkân verdiği ölçüde dinleseydim anca böyle olurdu. Niyeyse bünyem böyle haberleri bölük pörçük etmeden işleme sokamıyor.
11 Mart 2017 Cumartesi
Mahvedeceğimiz Hollandalılar kim?
Hollanda TC Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu'na uçuş izni vermeyince Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu ülkenin yöneticilerine saydırdı. Cumhurbaşkanının Bağcılar konuşmasından en çok hoşuma giden bölümü azıcık didikleyeyim izninizle.
"Sen istediğin kadar dışişleri bakanımızın uçağını kaldırma," diye postayı koydu Erdoğan. "Bundan sonra senin uçakların bakalım Türkiye’ye nasıl gelecek?" Fakat sanırım tam bu noktada bir aydınlanma oldu. Cumhurbaşkanı, bu sözlerin hepimizi önemli bir soruyla karşı karşıya bıraktığını fark etti: Hollanda'dan Türkiye'ye kim gelecek de Ankara engelleyince Hollanda zararlı çıkacak? Olsa olsa Hollandalı turist gelemez, herhalde bundan zarar görecek olan da Hollandalılar değildir. Başka yerlere giderler.
Erdoğan virajı şöyle aldı: "Tabiî ben burada diplomasiyi konuşuyorum, vatandaşların seyahatini değil. O ayrı bir konu." Yok! Demek turistler gelebilecek. O halde hangi uçaklar inemeyecek?
Yani esas soru bâki: Hollanda'dan Türkiye'ye kim gelecek de Ankara engelleyince Hollanda zararlı çıkacak?
Bizim bu basit soruları sormamamız gerektiğini, meseleleri bilen devlet büyüklerinin her şeyi düşünüp gerekli tedbirleri alacaklarını şöyle bildirdi Erdoğan: "Bunların değerlendirmesini ona göre yapacağız."
Nelerin? Ve neye göre?
Cevapları büyükler bilir, biz bilemeyiz. Evlad-ı fatihan cevap aramaz, Reis'e kulak verir. Erdoğan şöyle devam etti: "Bunlar ne siyaset biliyor, ne uluslararası diplomasi nedir onu biliyor. Bunlar bu kadar ürkek, bu kadar korkak, bunlar Nazi kalıntısı, bunlar faşist bunu böyle biliniz."
Peki.
"Sen istediğin kadar dışişleri bakanımızın uçağını kaldırma," diye postayı koydu Erdoğan. "Bundan sonra senin uçakların bakalım Türkiye’ye nasıl gelecek?" Fakat sanırım tam bu noktada bir aydınlanma oldu. Cumhurbaşkanı, bu sözlerin hepimizi önemli bir soruyla karşı karşıya bıraktığını fark etti: Hollanda'dan Türkiye'ye kim gelecek de Ankara engelleyince Hollanda zararlı çıkacak? Olsa olsa Hollandalı turist gelemez, herhalde bundan zarar görecek olan da Hollandalılar değildir. Başka yerlere giderler.
Erdoğan virajı şöyle aldı: "Tabiî ben burada diplomasiyi konuşuyorum, vatandaşların seyahatini değil. O ayrı bir konu." Yok! Demek turistler gelebilecek. O halde hangi uçaklar inemeyecek?
Yani esas soru bâki: Hollanda'dan Türkiye'ye kim gelecek de Ankara engelleyince Hollanda zararlı çıkacak?
Bizim bu basit soruları sormamamız gerektiğini, meseleleri bilen devlet büyüklerinin her şeyi düşünüp gerekli tedbirleri alacaklarını şöyle bildirdi Erdoğan: "Bunların değerlendirmesini ona göre yapacağız."
Nelerin? Ve neye göre?
Cevapları büyükler bilir, biz bilemeyiz. Evlad-ı fatihan cevap aramaz, Reis'e kulak verir. Erdoğan şöyle devam etti: "Bunlar ne siyaset biliyor, ne uluslararası diplomasi nedir onu biliyor. Bunlar bu kadar ürkek, bu kadar korkak, bunlar Nazi kalıntısı, bunlar faşist bunu böyle biliniz."
Peki.
27 Ekim 2016 Perşembe
Beyaz Saray'a göre öyle bir mevzu geçmemiş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'nın ordusu ve desteklediği silahlı gruplar marifetiyle Suriye'de girişeceği operasyonlara dair net konuştu. Erdoğan, önce El-Bab'a yürüneceğini, Menbic'ten YPG'nin çıkmaması halinde oraya girileceğini, El-Bab harekâtının Rakka'ya uzanacağını ileri sürdü. Başbakan Binali Yıldırım ve Millî Savunma Bakanı Fikri Işık da bu iddiaları destekler mahiyette sözler ettiler.
Söylenenlere bakarsak, ortada bir harekât planı var, ötesi berisi düşünülmüş; üstelik Ankara mevcut şartlarda bu planı uygulayabilecek ilişkileri kurmuş, onayları almış veya, dahası, bunu tek başına uygulayabilecek kudret ve imkâna sahip.
Cumhurbaşkanı ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sanki yarın sabah kalkışacağı bu harekâta ilişkin sözkonusu plandan ABD Başkanı'nı da haberdar ettiğini açıkladı. Erdoğan telefonla görüştüğü Obama'ya bunları söylemiş. Obama ne cevap vermiş? "Buyurun tabiî, durduğunuz kabahat" mi demiş? Veya, "katiyen olmaz" diye itiraz mı etmiş? Bilmiyoruz. Cumhurbaşkanı açıklamadı.
Beyaz Saray'a bakılırsa açıklayamazmış zaten. Zira Erdoğan bize "ona söyledim" dediği şeylerden Obama'ya sözetmemiş, Foreign Policy'nin aktardığına göre. Beyaz Saray'dan sözkonusu telefon görüşmesine dair yapılan açıklama, "El-Bab'a gireriz, Menbic'ten çıkarız, sonra ver elini Rakka" yollu hiçbir şey içermiyor. Bunlar konuşulduğu halde Beyaz Saray "o mevzu geçmedi" der mi?
Söylenenlere bakarsak, ortada bir harekât planı var, ötesi berisi düşünülmüş; üstelik Ankara mevcut şartlarda bu planı uygulayabilecek ilişkileri kurmuş, onayları almış veya, dahası, bunu tek başına uygulayabilecek kudret ve imkâna sahip.
Cumhurbaşkanı ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sanki yarın sabah kalkışacağı bu harekâta ilişkin sözkonusu plandan ABD Başkanı'nı da haberdar ettiğini açıkladı. Erdoğan telefonla görüştüğü Obama'ya bunları söylemiş. Obama ne cevap vermiş? "Buyurun tabiî, durduğunuz kabahat" mi demiş? Veya, "katiyen olmaz" diye itiraz mı etmiş? Bilmiyoruz. Cumhurbaşkanı açıklamadı.
Beyaz Saray'a bakılırsa açıklayamazmış zaten. Zira Erdoğan bize "ona söyledim" dediği şeylerden Obama'ya sözetmemiş, Foreign Policy'nin aktardığına göre. Beyaz Saray'dan sözkonusu telefon görüşmesine dair yapılan açıklama, "El-Bab'a gireriz, Menbic'ten çıkarız, sonra ver elini Rakka" yollu hiçbir şey içermiyor. Bunlar konuşulduğu halde Beyaz Saray "o mevzu geçmedi" der mi?
5 Eylül 2016 Pazartesi
"Rusya'yla ortak, Halep işine girdik!"
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Çin'deki G20 Zirvesi'nin ardından konuştu ve şöyle dedi: "600 bin insanın öldürüldüğü bir yerde hâlâ katil Esed'in görevinde kalmasını, durmasını savunmak bana öyle geliyor ki insanlık adına bizler için utanç vericidir."
Bu sözün herhangi bir diplomatik sonucu olmayacaktır muhtemelen. (Bu sözün sigortası olarak, Suriye'nin "toprak bütünlüğü"ne saygı mütemadiyen vurgulanıyor.) Niye söylendiğini bilen Rus yetkililer bıyık altından güleceklerdir. Zira yalnız tribüne söylendiği belli. Alelacele kaleme alınıp sahneye konmuş bir müsamere izliyoruz.
Aynı konuşmada Erdoğan gerçeklerden de sözetti: "Rusya ile özellikle Halep bölgesinde bir işbirliğini gerçekleştiriyoruz."
Bakın bugün "Halep bölgesinde" neler oldu: Suriye ordusu ve birlikte hareket ettiği Hizbullah ve milis güçleri, cihatçı örgütlerin savunduğu mahalle ve binalardan bazılarını ele geçirdi, silahlı grupları püskürttü ve şehrin rejim karşıtı güçlerin elindeki kısmı etrafındaki kuşatmayı yeniden kurdu.
Silahlı muhalifler arasında, İdlip'ten silahlı güçlerin alınıp Cerablus Harekâtı için kuzeye taşınması, Halep "cephesini" takviye etmek yerine güçlerin başka bölgede Türk ordusunun operasyonu için seferber edilmesi tepki yarattı. (Hattâ doğrudan Halep cephesinden kuzeye savaşçı aktarıldığı ileri sürülüyor.)
Şehrin muhalifler elindeki doğusunun Suriye ordusu tarafından yeniden kuşatılması, "Halep Savaşı" için hayatî önemde. İlk defa Temmuz'un ilk haftasında kurulan kuşatma, cihatçı silahlı örgütlerin birlikte giriştiği karşı harekâtla kırılmıştı. Bunun bir defa daha gerçekleşebilmesi ihtimali artık yok gibi. Neden?
Cevabını, işte, Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi: "Rusya ile özellikle Halep bölgesinde bir işbirliğini gerçekleştiriyoruz."
Oysa sadece kuşatmanın kırılmasının değil, ikmal yolunun açık tutulmasının da Türkiye'nin desteğiyle mümkün olduğu yaygın bir kanıydı!
Reisçi Türk İslâmcısının -her şeyden önce kendine- izah etmesi gereken o kadar çok şey birikti ki, bunun belki esamisi bile okunmayabilir. "Kürtlere saldırıyoruz, aman ne müthiş!" havası içinde, Halep çevresindeki cihatçı müttefikleri "satmanın" sözü bile edilmeyebilir. En azından neyin ne olduğu bilinse bari.
Bu arada, iktidar propaganda aygıtının bu satış işleminden nasıl bir İslâmî erdem menkıbesi çıkaracağını merak etmiyor değilim. "Katil Esed" yemi bu tornistan menkıbesinde kullanılmak üzere ortaya atılmış olsa gerek.
Bu sözün herhangi bir diplomatik sonucu olmayacaktır muhtemelen. (Bu sözün sigortası olarak, Suriye'nin "toprak bütünlüğü"ne saygı mütemadiyen vurgulanıyor.) Niye söylendiğini bilen Rus yetkililer bıyık altından güleceklerdir. Zira yalnız tribüne söylendiği belli. Alelacele kaleme alınıp sahneye konmuş bir müsamere izliyoruz.
Aynı konuşmada Erdoğan gerçeklerden de sözetti: "Rusya ile özellikle Halep bölgesinde bir işbirliğini gerçekleştiriyoruz."
Bakın bugün "Halep bölgesinde" neler oldu: Suriye ordusu ve birlikte hareket ettiği Hizbullah ve milis güçleri, cihatçı örgütlerin savunduğu mahalle ve binalardan bazılarını ele geçirdi, silahlı grupları püskürttü ve şehrin rejim karşıtı güçlerin elindeki kısmı etrafındaki kuşatmayı yeniden kurdu.
Silahlı muhalifler arasında, İdlip'ten silahlı güçlerin alınıp Cerablus Harekâtı için kuzeye taşınması, Halep "cephesini" takviye etmek yerine güçlerin başka bölgede Türk ordusunun operasyonu için seferber edilmesi tepki yarattı. (Hattâ doğrudan Halep cephesinden kuzeye savaşçı aktarıldığı ileri sürülüyor.)
Şehrin muhalifler elindeki doğusunun Suriye ordusu tarafından yeniden kuşatılması, "Halep Savaşı" için hayatî önemde. İlk defa Temmuz'un ilk haftasında kurulan kuşatma, cihatçı silahlı örgütlerin birlikte giriştiği karşı harekâtla kırılmıştı. Bunun bir defa daha gerçekleşebilmesi ihtimali artık yok gibi. Neden?
Cevabını, işte, Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi: "Rusya ile özellikle Halep bölgesinde bir işbirliğini gerçekleştiriyoruz."
Oysa sadece kuşatmanın kırılmasının değil, ikmal yolunun açık tutulmasının da Türkiye'nin desteğiyle mümkün olduğu yaygın bir kanıydı!
Reisçi Türk İslâmcısının -her şeyden önce kendine- izah etmesi gereken o kadar çok şey birikti ki, bunun belki esamisi bile okunmayabilir. "Kürtlere saldırıyoruz, aman ne müthiş!" havası içinde, Halep çevresindeki cihatçı müttefikleri "satmanın" sözü bile edilmeyebilir. En azından neyin ne olduğu bilinse bari.
Bu arada, iktidar propaganda aygıtının bu satış işleminden nasıl bir İslâmî erdem menkıbesi çıkaracağını merak etmiyor değilim. "Katil Esed" yemi bu tornistan menkıbesinde kullanılmak üzere ortaya atılmış olsa gerek.
22 Temmuz 2016 Cuma
Dünya sisteminin fizikî olmayan güç merkezi
Sputnik'ten Hayrettin Hayatsever, AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk'le bir görüşme yaptı. Külünk'ün mâlûm Rus uçağının Türk jetlerince düşürülmesini (24 Kasım 2015) "tuzak" ve "15 Temmuz'daki darbe girişiminin ön hazırlığı" diye nitelediği söyleşiyi şuradan okuyabilirsiniz.
Size söyleşiden Külünk'ün en şahane sözlerini aktarmak istiyorum, ama bu neredeyse bütün söyleşiyi buraya almayı gerektirecek. Bu yüzden sadece "krema" kısmını alıyorum. Niye krema? Çünkü burada Külünk biz sıradan insanların maddî âleminin dışına çıkıyor... "ötesine geçiyor" demek daha doğru olabilir... ve şu meşhur "üst akıl"ın da aslında en üst akıl olmadığını izah ediyor. Konuşma boyunca Obama, Putin ve Erdoğan'ı neredeyse dünya tepsisini taşıyan bir sacayağı gibi sunan Külünk, 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında "dünya sisteminin güç merkezi"nin bulunduğunu ileri sürüyor. Ve bakın "fizikî dünya sisteminin ötesi"nden bize neler getirip armağan ediyor:
"ABD, dünya sisteminin amiral gemisi ama daha öte bir akıl var. Zenciler üzerinden ABD'yi de tehdit eden, polislerin zencileri öldürmesinin ardından zencilerin hareketliliğiyle Beyaz Saray'ı da tehdit eden, tüm dünyayı tehdit eden, fizikî dünya sisteminin ötesinde elle tutulur gibi olmayan bir kurgu var. Dolayısıyla Putin'i tehdit eden akılla Sayın Erdoğan'ı tehdit eden akıl, Obama'yı tehdit eden aynı merkez. Kim bunlar? Bunlar, dünya sisteminin fizikî olmayan güç merkezinin bulunduğu adrestir."
Doğru mu bu? Doğru. Söyleyen buna sahiden inanıyor mu? Bilmiyoruz. "Fizikî dünya sisteminin ötesinde elle tutulur gibi olmayan bir kurgu" deyince... mazallah, insanın aklına neler geliyor!
Size söyleşiden Külünk'ün en şahane sözlerini aktarmak istiyorum, ama bu neredeyse bütün söyleşiyi buraya almayı gerektirecek. Bu yüzden sadece "krema" kısmını alıyorum. Niye krema? Çünkü burada Külünk biz sıradan insanların maddî âleminin dışına çıkıyor... "ötesine geçiyor" demek daha doğru olabilir... ve şu meşhur "üst akıl"ın da aslında en üst akıl olmadığını izah ediyor. Konuşma boyunca Obama, Putin ve Erdoğan'ı neredeyse dünya tepsisini taşıyan bir sacayağı gibi sunan Külünk, 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında "dünya sisteminin güç merkezi"nin bulunduğunu ileri sürüyor. Ve bakın "fizikî dünya sisteminin ötesi"nden bize neler getirip armağan ediyor:
"ABD, dünya sisteminin amiral gemisi ama daha öte bir akıl var. Zenciler üzerinden ABD'yi de tehdit eden, polislerin zencileri öldürmesinin ardından zencilerin hareketliliğiyle Beyaz Saray'ı da tehdit eden, tüm dünyayı tehdit eden, fizikî dünya sisteminin ötesinde elle tutulur gibi olmayan bir kurgu var. Dolayısıyla Putin'i tehdit eden akılla Sayın Erdoğan'ı tehdit eden akıl, Obama'yı tehdit eden aynı merkez. Kim bunlar? Bunlar, dünya sisteminin fizikî olmayan güç merkezinin bulunduğu adrestir."
Doğru mu bu? Doğru. Söyleyen buna sahiden inanıyor mu? Bilmiyoruz. "Fizikî dünya sisteminin ötesinde elle tutulur gibi olmayan bir kurgu" deyince... mazallah, insanın aklına neler geliyor!
25 Mart 2016 Cuma
Ürdün Kralı Ankara'yı suçluyor
Ürdün Kralı Abdullah, Türkiye’yi Avrupa’ya “terörist ihraç etmekle” suçlamış. Ocak ayında ABD’li bir grup siyasetçiyle buluşan kral, ne halihazırdaki mülteci krizinin ne de bu mülteciler arasında teröristlerin bulunmasının “kazara olmadığını” ileri sürmüş. ABD Senato’sunun birkaç komitesinin başkan ve üyeleri ile Senato çoğunluk ve azınlık liderlerine hitaben şöyle demiş Abdullah: “Teröristlerin Avrupa’ya gitmesi, Türkiye’nin politikasının parçası.”
Ürdün Kralı, anlaşıldığı kadarıyla bu görüşmede büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı suçlamış, Erdoğan için, “bölgede bir radikal İslâmî çözüme inanıyor” demiş. Ancak Kral Abdullah suçlamalarını bölge ile de sınırlı tutmamış, Türkiye’nin Libya ve Somali’de de İslâmcı militanları desteklediğini ileri sürmüş. Bununla da kalmamış, Amerikalı politikacılara, Kosova ve Arnavutluk devlet başkanlarına Türkiye’nin oralardaki faaliyetlerini sormalarını önermiş.
Ürdün Kralı, anlaşıldığı kadarıyla bu görüşmede büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı suçlamış, Erdoğan için, “bölgede bir radikal İslâmî çözüme inanıyor” demiş. Ancak Kral Abdullah suçlamalarını bölge ile de sınırlı tutmamış, Türkiye’nin Libya ve Somali’de de İslâmcı militanları desteklediğini ileri sürmüş. Bununla da kalmamış, Amerikalı politikacılara, Kosova ve Arnavutluk devlet başkanlarına Türkiye’nin oralardaki faaliyetlerini sormalarını önermiş.
22 Mart 2016 Salı
Sizinkiler yapmış, aman saklayın!
Radikal, 22.03.2016
İktidarın yüzsüz-terbiyesiz propaganda aygıtı, âdetâ bu izlenimi pekiştirmek için çabalıyor. Aygıtın elemanları, insan sağlığına zararlı seviyeye ulaşmış dalkavukluğu her gün bir derece daha artırma zorlaması sonucu şuurlarını hepten yitirmiş, ettikleri lafın nereye varacağını, yarın başlara ne dertler açacağını fark etmiyor olabilirler. Belki de Ankara’nın esas donatıp silahlandırdığı, neredeyse yönettiği, belki içlerine elemanlar sokup sahada da yönlendirdiği örgütlerin başkaları olduğunu bildiklerinden, İD’e sahip çıkar konuma düşmekte önemli sakınca görmüyorlar. Silahları Sultan Murad Tugayı’na filan yolladığımızı kolayca kanıtlar, İD ile işbirliği davasından yırtarız, diye mi düşünüyorlar? Olabilir. Bunların neyi niye yaptığını bilemiyoruz. Yüz binlerce insanın doldurduğu koca Diyarbakır Newroz alanının fotoğraflarının yeryüzünü dolaşmasına dakikalar kala, alanın henüz boşkenki fotoğrafını yaymaktan insan nasıl medet umabilir, anlayamadığımız gibi. Facebook’u ve bütün okurlarını kandırmaya kalkışıp, foyası ortaya çıktığında “beni sansürlediler” diye ağlaşan Yeni Şafak’çıların nasıl zerre kadar utanmadığını anlayamadığımız gibi.
İD ile samimi pozlarda yakalanmaktan propaganda aygıtındaki vazifelilerin korkmayışını şuursuzluk ve ar damarı çatlamışlıkla izah ettik diyelim; Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst düzeydeki yetkililerinin tutumları hakkında neyi nasıl düşüneceğiz?
20 Mart 2016 Pazar
“Bir daha yapmazlar” duygusunun sonu
Radikal., 17 Mart 2016
“Haber Nöbeti” için gittiğimiz Diyarbakır ve Cizre’den derlediklerimizi aktaracağımı vaat etmiştim. Aktarmayı istediğim kritik ayrıntıların pek çoğunu, beraber dolaştığımız gazeteci arkadaşlarımızdan Ali Akel yazdı, yazısını Medyascope’tan okuyabilirsiniz. Yine aynı ekipteki meslektaşlarımızdan Eyüp Tatlıpınar izlenimlerini T24’te toparladı, oradan da eksikleri tamamlayabilirsiniz. Ve bir günlüğüne bize katılan Cengiz Çandar’ın aktardıklarını Radikal’den okuyabilirsiniz. Onları okuyacağınıza güvenerek, ben birkaç şey ekleyecek, bazı noktaları vurgulayacağım.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne yaptığımız ziyarette Eşbaşkan Fırat Anlı, Kürtlerin “haklarını demokratik yollardan mücadele ederek kazanabileceğine dair umudun” artık “pek naif” bulunduğunu söylemişti. Cizre’de, hâlâ yaşananların etkisindeki HDP milletvekili Faysal Sarıyıldız da özellikle gençlere barıştan, kardeşlikten sözettiğinde aldığı tepkilere işaret etmişti.
Derdi ne pahasına olursa olsun iktidar korumak veya elde ettiği imtiyazları savunmak olmayan, sahiden memleketin hayrını düşünen yetkili birileri kaldıysa, sanırım en çok dikkate almaları gereken olgu bu. Son vahşetin çoğunlukça inanılan, paylaşılan bir barış ve çözüm umudunun peşinden gelişi, -Anlı’nın kelimeleriyle- “bir daha yapmazlar duygusu”nun temelli terk edilişine yolaçmış.
16 Mart 2016 Çarşamba
Başkanlık gelirse savaşla gelecek
Radikal, 15 Mart 2016
Olan bitene kafa yoran bölge insanlarının düşünce ve öngörülerini ayrıntılı olarak paylaşmanın, sizi kendi izlenim ve çıkarsamalarıma mahkûm bırakmaktan daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bunu yapmama fırsat olur, umarım. Zira Pazar günü, sekiz gün boyunca peyderpey yüklenen bin türlü ağırlığın altında ezilmiş halde, güya hiçbir şey düşünmeyip maç seyrederek uçak saati beklerken “Ankara’da patlama” haberiyle sarsıldık.
Dönüp size aktaracaklarım arasında en önemli başlıklardan biri şuydu: Böyle giderse şöyle olacak! Herkes savaşın büyüyeceğinden, derinleşeceğinden, yayılacağından endişeli, diyecektim. Oldu bile. Şimdi devlet muhtemelen Yüksekova, Şırnak ve Nusaybin’de yine korkunç işler yapacak, artık yine Ankara’da mı neredeyse buna daha büyük karşılık gelecek - korkarım.
26 Şubat 2016 Cuma
Ne kötülüğünü gördünüz Nusra’nın?
Radikal, 25.02.2016
Cumhurbaşkanı yine muhtarları toplamış, şöyle demiş:
“El Nusra DAİŞ’e karşı savaşıyor ama ona da kötü diyorlar. Ona neden kötü diyorsunuz? Çünkü olay farklı. Nusra’nın konumu farklı olduğu için kötü terörist oluyor.”
Sözleri NTV’nin sitesinden aldım, gözlerine inanamayıp da bakmak isteyen olursa tıklasın.
Çünkü bizzat bakmak isteyen olabilir. Kendi gözleriyle görmek isteyen olabilir. Çünkü gözlerine inanmayan, onlara inansa da gördüğüne inanamayan olabilir. Çünkü inanamayan olmalı. Çünkü Türkiye’nin cumhurbaştanı, “Nusra’ya neden kötü diyorsunuz!” diye hesap soruyor. Nusra’nın “konumu farklı”ymış.
Biz bu memlekette hiçbir meseleyi, zemini neyse onun üzerinde, çerçevesi neyse onun içerisinde, gerekiyorsa geçmişiyle irtibatlandırıp, gerekiyorsa iç bağlantılarını deşip, kısaca, akıl-mantığın icap ettirdiği usûllerle ele almayız, mâlûm.
Hattâ hiç ele almayız. Öyle yerde bırakırız.
28 Ağustos 2015 Cuma
Muhtarlara Hitap’ta şeytan kovma anları
Radikal, 27.08.2015
Başkanın Saray'da muhtarları toplayıp gönlünce esip savurduğu, keyfince buyurduğu toplantı, Yeni Türkiye'nin bir nevi “büyük kongre”si midir; adı “büyük kongre” olan bütün toplantılar gibi, aslında kendisi “büyük” değil, sadece “kongre” olan, tek bir “büyük” iradeyi kutsamak üzere toplanan cinsten? Yoksa 2015'lere taşınmış bir tür temsilî agora mıdır, sigara paketlerinin üzerine telefon numaraları yazarak, klasörlerini, cilalı ağaca kazınmış isim levhalarını, minik Türk bayraklarını ve belki de dönüşte veda edecekleri iri cam tablalarını bu gündelik eşya ile hiç de uyumlu olmayan halelerle bezeyip görkemli bir hayal âlemine taşıyan, eğreti takım elbiseli adamların toplaştığı salon?
Başkanın muhtarlar toplantısı geleneği tesis etmesine iki taraftan da bakmalıyız: Kürsüden ve salondan.
Salonda heyecan olmalı. Elini ayağını nereye koyacağını bilememe hali. Belki “kızdırırsam” korkusu. Ürkeklik. Yabancılık. Ayak izinin bir an belirip kaybolacağı halının hayatın boyunca biriktirebileceğinden daha değerli olduğunu bilmenin ezikliği. Oturduğun koltuğun, hayatına uzak, ancak orada dokunabileceğin yüzeyi ile her temasında saç diplerinden alnına, şakaklarına yayılan serinlik.
Kapıdan girdiğinde gideceğin yönü işaret eden o uzun boylu görevlinin tebessümüne saklanmış buyurganlık... Onun o kadar yakında olması; uzanıp tutuversen işaret eden o eli, el sıkılacak mesafede oluvermesi... onun... otoritenin... Devletin.
27 Ağustos 2015 Perşembe
Bu ne bilgi, ah, bu ne tecrübe!
Radikal, 25.08.2015
Biliyorum, tuhaf kaçacak, lâkin yangın yerine dönen memleketin esas büyük meselesinden sözedemeyeceğim. Şu anda bu yazıyı yazmaya çalışırken, Silvan ablukaya alınmıştı, Yüksekova'da çatışmalar yeniden başlamıştı. İzlemek, olan biteni hakkıyla öğrenmek, anlamak neredeyse imkânsız; söylenecek sözün de hükmü yok.
Hükümet, eğer kaldıysa, kendisine oy veren son Kürt seçmeni de hışımla karşı cepheye savurmak için neden bu kadar istekli? Anlayamıyorum. Bundan böyle iktidarın seçim cinsinden, “millet iradesi”ne dayalı bir mekanizma aracılığıyla el değiştirmeyeceğini mi öngörüyor? Bilemiyorum.
1 Haziran 2015 Pazartesi
Edebiniz elverir, elverir, bayağı elverir...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Iğdır'da kendisini protesto etmek için arkalarını dönen kadınları görünce (Cumhuriyet'teki habere göre) şöyle konuşmuş:
"Şimdi geliyorum, çok enteresan, şurada bir grup, affedersiniz edebim müsaade etmiyor tabiî de, sırtlarını dönerek işaret yapıyorlar. Ya sizde zerre kadar nezaket varsa, haysiyet varsa, yani zerre kadar kabiliyetiniz varsa siyasette yer parlamentodur. Orada konuşursunuz. Meydanlarda konuşursunuz. Kalkıp da bu tür tehditlerle bu tür affedersiniz ahlaki olmayan yöntemlerle bir yere varamazsınız."İlkin, bu neden "enteresan"? Değil. Manasız.
21 Mayıs 2015 Perşembe
Saldırdıkları, çoğulcu-demokratik istikbalimiz
Radikal, 19.05.2015
Seçim çalışmaları başladığından bu yana Halkların Demokratik Partisi binalarına, standlarına, gösterilerine ve HDP ile ilişkili insanlara yapılan saldırıların sayısı, altmışı (60) kesin geçti, bazılarına göre bu rakam yüz yirmiyi (120) buluyor. Ben bu yazıyı yazana kadarki son ikisi, Adana ve Mersin'de, insan öldürmeyi de amaçlayan, bombalı saldırılar. (Efe Kerim Sözeri'nin yaptığı derleme-toparlama, faciayı ortaya koyuyor.)
Bu saldırıları kimin ne amaçla yaptığı, şüphesiz karşımızdaki en önemli sorun.
Soru değil, sorun. Çünkü soruya herkesin cevabı var ve bu cevaplar üç aşağı beş yukarı birbirini tutuyor: Saldırıları HDP'nin barajı geçmesini istemeyen devlet güçleri planlıyor, tertipliyor, yönetiyor, denetliyor. Son iki bombalama sonrası (Adana, Mersin) cılız kınama beyanlarını istisna sayarsak saldırılardan gayet memnun gözüken AKP önderliğinin işin içinde, hattâ bizzat planlayıcı makamında bulunduğunu düşünmek için de her türlü sebebe sahibiz. Bütün bakanlarıyla hükümetten ziyade, sınırlı sayıdaki lider kadrosu ve esas önderiyle partiden şüphelenmemiz daha yerinde. Bu elbette hükümetin siyasî, idarî, hukukî sorumluluğunu azaltmıyor.
15 Mayıs 2015 Cuma
Bir söz, bir tekme
Radikal, 14.05.2015
Soma kazasının yıldönümü. Kaza? Cinayet? Katliam?
Kaza oluyorsa, işçi ölüyorsa, bunun tek sebebi vardır: İş koşulları, ortamı, düzenekleri, programı... düzenlenirken, çalışanların can güvenliğinin ilk madde olarak gözetilmemesi. Hattâ çoğu zaman, sadece mecburiyetten azıcık hesaba katılması. Kimi zaman verimlilik -işverenin daha fazla kâr elde etmesi- uğruna gözden çıkarılması. Ya da madencilik gibi birtakım işlerin, işçilerin öleceği, yaralanacağı, hiçbiri olmazsa hastalanacağı bilindiği halde sürdürülmesi. Blucinler fiyakalı hale getirilecek diye kaç insanı genç yaşta kanser edip öldürdüler.
14 Nisan 2015 Salı
Küstahlığı seviyoruz, pişkinliğe tapıyoruz
Radikal, 12.04.2015
Şimdi hangi partinin neredeki hangi adayının nerede olsa neyi değiştirebileceği veya hangi küskünün ne yapması halinde neler olabileceği veya oradan o kişinin değil de bu kimsenin gösterilmesi halinde nelerin olmayabileceği üzerine ahkâm kesebilseydim, inanın ben de memnun olurdum. Bu ince işlerin toplamda seçim sonuçlarını yüzde bir bile etkilediğine inanamıyorum ne yazık ki. İnanamama kusuru.
Biz Türkiye'de, akılla mantıkla, somut koşullara göre farklı tercihler yapmanın gayet mümkün olduğu ve insanı dinden imandan veya solculuktan, liberallikten, Atatürkçülükten, her neyse, çıkarmayacağı, buna karşılık farklı görüş ve tavırdan insanların aynı tercihi yapabileceği, bu yüzden özdeş hale gelmeyecekleri ufacık olaylarda bile önceden belirlenmiş tarafımıza göre seçim yaparız. Nerede kaldı koskoca seçim!..
(Bu konuda kayda değer bir istisna, belli ki çok iyi insan olan bir öğretmeni bütün o çirkin devlet kibriyle aşağılamaya kalkan -ve ölümüne yolaçan- Yalova valisini birkaç İslâmcı yazarın da kınaması ve istifaya davet etmesi oldu. Adalet duygusunun tamamen ölmediğini görmek güzel!)
Bizimkiler yapıyorsa doğrudur, ötekiler yapıyorsa yanlıştır; buna göre yaşarız. Taranan Fener'in otobüsüyse, gerikalan herkes “şikeden beri gelen haklı tepkiler”den sözeder, Beşiktaş'ınki olsaydı, “e, tabiî Çarşı'nın Gezi'deki şeysi...” falan denirdi.
25 Mart 2015 Çarşamba
Yeni kamplaşma bildik eski formülle mi olacak?
Radikal, 24.03.2015
Dünün gürültü patırtısı hakikaten “gelmiş geçmiş...” sıralamasında üst sıralara layıktı. Bu nasıl bir pazartesi? Kırmızı? Yeşil? Alacalı bulacalı? Üstüne hâlâ Newroz'un kırmızı-yeşil-sarısı düşüyor, bir yandan da siyahlar, griler... Şunu yıllardır iddia ederim: Türkiye'nin bir haftasından, diyelim bir Alman gazetesine bir yıllık manşet çıkar.
Haftaya yurttan karışık canhıraş seslerle başladık. Hükümet propaganda aygıtından elemanların “büyü bozuluyor” hayıflanmalarıyla “elverin beyler!” çağrıları birbirine karıştı. Saray muhafız alayı komutanlığına soyunan Melih Gökçek'in isyan lideri Bülent Arınç’a savurduğu tehditli hakaretli bumeranglar henüz havadayken, bir kısmı Hıristiyan veya Budist olmasa bütün dünyayı tek başına gütme peşindeki cumhurbaşkanı başkalarını “koltuk sevdası”yla itham etti. (Gökçek'in merdivendeki kıyafet balosuna çok yakışacağına itiraz edeni ciddiye bile almam.)
Ve tabiî kendisine böylesine sağlam bir çoğunluk iktidarı bahşetmiş vaziyetin, bütün patırtıya rağmen, bilincinde olduğunu gösterdi: “Marjinal ateistler bizi anlayamaz,” dedi.
16 Mart 2015 Pazartesi
Dindar lider tarih yazıyor
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Gezi isyanı sırasında polis tarafından başından gaz fişeğiyle vurularak hayatını kaybeden Abdullah Cömert'in annesine karşı dava açmak istedi. Savcılığa yapılan suç duyurusunun gerekçesi: "Tehdit"! Buna, Abdocan'ın annesi Hatice Cömert'in ettiği bir bedduanın bahane edildiği söyleniyor. (Beddua, Cömert'ler Özgecan Aslan'ın ana-babasına taziyeye gittikleri sırada edilmiş.)
Haberin duyulmasından bu yana birkaç saat geçti; hükümete yakınlık duyan İslâmcı şahsiyetlerden, Müslüman yazar-çizer-düşünürlerden bu konuda ses çıkmadı. Oğlunu öldürdüğü anaya devletin bir de tehdit davası açarak eziyet çektirmesi, anlaşılan, yine sadece muhalif birtakım insanları rahatsız ediyor. Huzursuz da mı etmiyor? Kimsenin içine bir korku da mı düşmüyor; zulmün bu kadarı fazla, zulmün bu kadarına ortak olmak fazla... gibi şeyler geçmiyor mu kimsenin aklından?
[ EK / 23:09 / Cömert ailesinin avukatı, savcılığın, "tehdit" iddiasıyla yapılan suç duyurusu hakkında takipsizlik kararı verdiğini açıkladı. Umarım böyledir. Savcılık, Hatice Cömert'in bedduasının "yakarış" sayılması gerektiğine, "tehdit suçunun unsurlarının oluşmadığına” hükmetmiş. Bu elbette, yapılan gaddarlığı hafifletmiyor. Ayrıca, bakalım savcıya ne olacak... ]
Haberin duyulmasından bu yana birkaç saat geçti; hükümete yakınlık duyan İslâmcı şahsiyetlerden, Müslüman yazar-çizer-düşünürlerden bu konuda ses çıkmadı. Oğlunu öldürdüğü anaya devletin bir de tehdit davası açarak eziyet çektirmesi, anlaşılan, yine sadece muhalif birtakım insanları rahatsız ediyor. Huzursuz da mı etmiyor? Kimsenin içine bir korku da mı düşmüyor; zulmün bu kadarı fazla, zulmün bu kadarına ortak olmak fazla... gibi şeyler geçmiyor mu kimsenin aklından?
[ EK / 23:09 / Cömert ailesinin avukatı, savcılığın, "tehdit" iddiasıyla yapılan suç duyurusu hakkında takipsizlik kararı verdiğini açıkladı. Umarım böyledir. Savcılık, Hatice Cömert'in bedduasının "yakarış" sayılması gerektiğine, "tehdit suçunun unsurlarının oluşmadığına” hükmetmiş. Bu elbette, yapılan gaddarlığı hafifletmiyor. Ayrıca, bakalım savcıya ne olacak... ]
29 Kasım 2014 Cumartesi
Esnafı milis yapmaya daha önce de kalkmıştı
Size 5 Kasım 2008'de Taraf'ta çıkan yazımı aktarmayı uygun buldum. Dönemin başbakanının "esnaf"a misilleme ve başkalarına şiddet uygulama hakkını ilk defa alenen tanıdığı olaydan sonra yazmışım bunu. Başlığı: "Başbakana özel ders teklif ediyorum". İçinde döneme ait bir-iki ayrıntı daha var, onları da atmadım; hatırlama iyidir.
Erdoğan hepimize yol gösterdi. Hukuk zaten eğreti duruyordu, yerine “vatandaşın sabrı” kavramı geçti.
DTP’liler yasadışı gösteri ve taşkınlık yaptılar, normalde maç sonrası balkondan masum insan indiren vatandaş da pompalı tüfekle onlara ateş etti. Ama malına zarar verdiler diye ama aşırıya kaçmış vatanseverlikten; orasını bilemiyoruz.
Gazeteciler başbakana sordu, haliyle; ne diyorsunuz bu tepkiye, dediler. Bizde bile bazen gazeteciler normal gazetecilik yapar.
Başbakan dedi ki: “Vatandaşlarıma özellikle sabır tavsiye ediyorum. Fakat tabiî bu sabır nereye kadar olacak? Bunun da endişesi içerisindeyim. Eğer siz vatandaşın mağazasının camlarını indirirseniz, vatandaşın hayatına kast ederseniz hayatına kast ettiğiniz vatandaş kalkıp da eğer elinde böyle bir tedbiri, böyle bir imkânı varsa, o da kendini savunma yoluna gidecektir.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)