Kürtler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürtler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2017 Çarşamba

Kayyım atanan yerlerde Kürt oyları

Belediyelerinden seçilmiş insanların sürüldüğü, kiminin hapse atıldığı, yerlerine kayyım atanan 72 belediyenin 55’inde hayır çıktı.

Diyarbakır’da (bütün şehir) % 67,6,
Sur’da % 64,9,
Kayapınar’da % 69,1,
Van/Özalp’te % 78,6,
Başkale’de % 81,4,
Saray’da % 71,6,
Mardin/Nusaybin’de % 78,9,
Hakkâri’de % 72,6,
Şırnak/Cizre’de % 80,8,
Uludere’de % 70,6,
Batman’da % 67,9,
Ağrı/Diyadin’de % 68,1,
Doğubeyazıt’ta % 76,2,
Erzurum/Karayazı’da % 60,
Iğdır/Tuzluca’da % 61,9,
Muş/Bulanık’ta % 72,1,
Varto’da % 86,
Malazgirt’te % 71,5,
Dersim’de % 85,8,
Mersin/Akdeniz Belediyesi’nde % 76,3,
Kars/Digor’da % 71,2 oranlarındaki hayır oyları göze çarpıyor.

Kayyım atanan yerlerin 17’sinde evet çıktı:

Diyarbakır/Hani’de % 56,1’le,
Van/Gürpınar’da % 53,4’le,
Bahçesaray’da % 68’le,
Mardin/Artuklu’da % 58,2’yle,
Ömerli’de % 60,9’la,
Savur’da % 50,4’le,
Batman/Gercüş’te % 61,6’yla,
Siirt/Baykan’da % 53’le,
Ağrı/Tutak’ta % 56,5’le,
Erzurum/Hınıs’ta % 51,3’le,
Urfa/Viranşehir’de % 58,2’yle,
Bozova’da % 65,6’yla,
Bitlis’te % 60’la,
Mutki’de % 86,4’le (bu rekor!),
Hizan’da % 67,4’le,
Güroymak’ta % 56’yla,
Elazığ Karakoçan’da % 57,8’le.

Kürt illerinde, yakın zamanda yaşananlar, tehditler, birçok yerde sandıkların çevresinde polisin, jandarmanın, özel harekâtçıların, korucuların bulunması, rahat oy kullanamayıp geri dönen yurttaşların olmasının yanısıra oy verme ve sayım işlemleri sırasında tuhaf işler döndüğü yolunda güçlü şüpheler var. Tek bir hayır oyunun bile çıkmadığı, evet’lerin blok halinde bulunduğu sandıklar, meşhur mühürsüz zarflar gani. Kapısında sivil bir adamın kaleşnikofla beklediği "evet'çi" sandık fotoğrafı bile gördük.

Son iki yılda yaşanan maddî-manevî yıkım sürecine rağmen, özellikle kayyım atanmış yerlerde Kürtlerin boşvermedikleri, koyvermedikleri görülüyor. Gidip hayır oylarını atmışlar.

Buna rağmen, Türkiye’nin batısındaki muhaliflerin bir kısmına yaranamadılar. Referandumun hemen ertesi günü, “Erdoğan Kürtler sayesinde kazandı” muhabbetleri başladı. Artık epeyce sinir bozan ve pek tedavi edilebilir de gözükmeyen bu pişkin ve küstahça tavır hakkında uzun boylu konuşacak laf yok. İzan ve utanma arlanma duygusu sonradan kazanılamıyor demek ki.

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Yine Roboski, yine cehalet

Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Roboski (Ortasu) köyünde ikinci bir felaket yaşandı. Kaçağa giden Roboskili köylüler bu defa top ateşine tutuldu, 18 yaşındaki bir genç, Vedat Encü hayatını kaybetti. 30 Mayıs saat 02:10 itibarıyla, köylülere top atışının sebepleri hakkında aydınlatıcı bilgi elimizde yok. İlk anda söylenenler, çatışma olduğuna, Silahlı Kuvvetler'in kimi vurduğunu bilmeden vurduğuna dair ortaya atılanlar, söylenenin aksini düşündürüyor daha çok. Yaralılar var, durumu ağır olanlar var. İzlemeye çalışıyorum, başka birçok kişi gibi.

Ve dehşetle görüyorum ki, toplumsal vicdanda onca iz bırakmış olması gereken o katliam hakkında, gencecik yaşlarında paramparça edilerek öldürülen insanlar hakkında, olayın cereyan ettiği yerdeki yaşama koşulları hakkında hâlâ sefil bir cehalet hüküm sürüyor ve olduğu gibi, yeni olaya dair düşüncelere yansıyor.



2011 Aralık'ındaki Roboski Katliamı üzerine yaptığım filmi Vimeo'da şu açıklamayla sunmuştum:
28 Aralık 2011'de, Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Roboski (Ortasu) köyünde otuz dört köylü, Türk Hava Kuvvetleri'ne bağlı jetler tarafından bombalanarak öldürüldü. Türk basını, devlet ne diyecek diye on küsur saat bekledi. Bu sırada köylüler yakınlarının parçalanmış cesetlerini taşıyorlardı. Üç gün sonra, sokak ve salon eğlenceleriyle yılbaşı kutlandı - hiçbir şey olmamış gibi. Gelmiş geçmiş en vicdansızca yılbaşı kutlaması herhalde buydu. Devlet, olayı soruşturup sorumluları yargılamadı; olay hakkında tatmin edici bir açıklama bile yapmadı. Mazlumder ile İnsan Hakları Derneği, olayın hemen ertesinde "Roboski Platformu" adı altında kampanya başlattı. "34 yalnız bir sayı değildir" görüşünden yola çıkan kampanya sırasında, ölenlerin kısacık -çoğu henüz yirmi yaşında bile değildi- hayat hikâyeleri yazıldı, dağıtıldı. İki derneğin desteğiyle çekilen bu filmde, "o gece"nin kısa bir öyküsü ile birlikte, esas olarak, otuz dört insanın hikâyesi yeralıyor.
Bir daha sunayım. Bizim yapabileceğimiz bundan ibaret. Öğrenmek, aktarmak.

22 Mart 2016 Salı

Sur'un "yasaksız" tarafı

Haber Nöbeti için 6. ekip olarak Diyarbakır'da bulunduğumuz bir haftalık dönem, Sur'daki çatışmaların son günlerine denk geldi. Sur'un "yasaksız" kısmında önce İMC televizyonundan arkadaşlarla dolaştık. Tam biz iki GBT taraması ve bir kimlik karşılaştırma işleminden sonra oraya girmişken operasyonun bittiği ilan edildi. Esnaf erkenden dükkânını kapatıyordu, bazılarıyla azıcık sohbet edebildik, o kadar.

Birkaç gün sonra, Sur deyince, Amed-Diyarbakır deyince akla ilk gelen isimlerden biriyle, yazar Şeyhmus Diken'le, yine "yasaksız" kısımda dolaştık. Kırk kişiyle selamlaşıldı, elli kişiden "hele gelin çay için" daveti alındı. Bunlardan bir kısmının dükkânı, evi -ya da kilisesi; çünkü bunlardan biri Keldanî kilisesinin yönetim kurulu başkanıydı- çatışma bölgesinde bulunuyordu, yerinde durup durmadığı, yıkılıp yıkılmadığı belli değildi. Şeyhmus ile birlikte önce artık oraların en eskisi sayılan saatçi Celal Usta'ya uğradık, kopmak üzere olan saat kayışımı tamir ettirdik. Böylece sırf işleviyle tanımlı, gayet manasız bir gündelik nesnenin ne yazık ki bolca acıya bulanmış bolca hatıra ile yüklenişine sebep olduk.

Sur (non-restricted area)

Sonra tarihi sırtında taşıyan adamlardan biriyle, Ali Haydar Canlı ile tanıştım. Peynirci dükkânındaydık. Ve Ali Haydar Bey Şeyhmus'a gösterdiği eski fotoğraflar eşliğinde, Medine Valisi Cemil Paşa'nın buraya dönerken yanında getirdiği hizmetlilerinden Nakip Bey'den, Cemil Paşazade Nejat Cemil Bey'in belediye başkanlığı döneminden sözediyordu. Kendisi de aynı dönemde encümen üyesiydi. Suça bulaşmış çocukları alıp sinemada yer göstericilik -Ali Haydar Bey "teşrifatçılık" dedi- falan yaptırarak bir şekilde kurtarmaya çalışan belediye başkanının bu yüzden eleştirildiğini hatırlatıp, eleştirenleri ayıplıyordu Ali Haydar Bey. Şeyhmus, "Benim İsyan Sürgünleri kitabımda var o..." derken, sesler söndü. İlk geldiğim Cumartesi günü birkaç saat boyunca dinlediğim tank, top, makineli ve keskin nişancı tüfeği sesleri aldı yerlerini. Şeyhmus ile Ali Haydar Bey'in fotoğraflarını çekmeye koyuldum ki, bildiğimi yapayım, kötülerin âlemine kaymayayım, iyilerinkinde kalabileyim.

Sur (non-restricted area)

Şeyhmus'la Hasanpaşa Hanı'na uğradık. Yeni açılmıştı. Çatışmalar başlamadan önce kahvaltı fiyatları aşağı yukarı Beyoğlu kafeleriyle eşitlenen bu han, artık sıradan Diyarbakırlı'nın her dakika oturup kalktığı bir yer olmaktan çıkmıştı. Şimdi eski süsüne ve lüksüne kavuşmak için çok çabalaması gerekecekti. Son bastırma ve imha harekâtı sırasında polis ve jandarma özel harekâtçıları, âdetâ şehvetle duvarlara yazılar yazdılar. Hasanpaşa Hanı'nın girişine de, "Dur! Kolay olmayacak!" der gibi, bir "Rabia" amblemi yerleştirilmişti. Üstelik hazır şablonla! Bir devletin değil bir partinin yapabileceği iş.

Sur (non-restricted area)

Hasanpaşa Hanı'nda en çok ilgimi çeken köşeler, her dönemde, halı-kilim-yastık üzerine işlenmiş portreler satan dükkânlar olmuştur. Şu anda bu portreler koleksiyonunun ulaştığı boyut gerçekten şaşırtıcı olmanın falan çok ötesinde artık: Şeyh Said ile Celal Talabani'nin arasında Musa Anter, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya, Mahsum Korkmaz ile Mesud Barzani'nin arasında Yılmaz Güney, sonra Kemal Pir, Ahmed Arif ile Hz. Ali birbirlerine bakıyor, Selahattin Demirtaş, Said Nursi'nin yanında. Che Guevara, Bese Hozat ve Ahmet Kaya'nın bulunduğu sırayı şimdilik geçiyorum.

Sur (non-restricted area)

Mahir ile İbo'yu konuk sayarsak, bir tür Kürt tarihi. Acaba? En azından bu haliyle tamam sayılır mı? Çünkü "Hafız Akdemir Sokağı"nı ve başındaki tabelayı eklemeden Kürt tarihi nasıl yazılabilir? Özgür Gündem muhabiri Hafız Akdemir, gazetenin kapısına "Kaleminiz kırılacak, sıra sizde. Hizbul-kontra" diye bir not bırakıldıktan kısa süre sonra o sokakta öldürülmüştü. 27 yaşındaydı.

Hafız Akdemir Street

Sur sokaklarındaki durgunluk, huzurlu bir yavaşlık, sessizlik değildi. Sükûnet gerilim yüklüydü. Öfkenin ağzını burnunu tıkamışsın, bodruma kilitlemişsin gibiydi. Bodrum, Cizre'deki bodrumlar... Sur'da "operasyon bitti" haberi, yürek çarpıntısını almış yerine altına sokmuş, boğmuş, gaipten gelen uğursuz bir büyük sese dönüştürmüştü. İnsanlar bekliyordu. Beklediklerini görmek istiyorlar mıydı? Ne göreceklerini bilmiyorlardı. Yasak kalktığında Sur'un "yasaklı" mahalleleri yerinde duruyor olacak mıydı? Kaç cenaze çıkacaktı oradan? Kaçının parçaları, molozlarla birlikte götürülüp hafriyat alanlarına dökülmüştü? Sorular basitti, can yakıcıydı, maneviyatı tahrip eden cinstendi, bu yüzden herkes içinden soruyordu, sessizlik bu yüzdendi. Öfke, yüzü serinletmeyen, çocukların saçlarını uçuşturmayan, saklı ve hain bir esinti gibi dolanıyordu sokakları. Çocuklar koşturuyor, oynuyor, düşüyor kalkıyorlardı; ama çocukların bunları yaptığı yerlerin onca uzaktan duyulan mâlûm sesleri duyulmuyordu.

Sur (non-restricted area)

Gecesine Amed'den ayrılacağım Pazar günü sabahı, Sur'da bazı yasaklı sokaklar açıldı. Haber Nöbeti ekibinde birlikte çalıştığım Reyan Tuvi ile soluğu orada aldık. O günden de anlatacaklarım ve bazı fotoğraflar var. Bunu ayrı bir yazıda yapacağım. Bu Sur gezisine ait fotoğrafları büyük görmek isterseniz, buraya tıklayabilirsiniz, her fotoğrafa da tıklayıp birlikte yeraldıkları albüm sayfasına ulaşabilirsiniz (keşke öyle yapsanız, çünkü bu boyutta pek çok ayrıntı kaybolup gidiyor).

12 Mart 2016 Cumartesi

Cizre izlenimleri - Üç kısa belgesel

Cizre'deki, bu ülkenin zulüm tarihini bilen veya bizzat yaşamış olanların dahi aklının hafsalasının kolay kolay alabileceği bir durum değil. Onda birini görsek hissedeceklerimizin adı sanı var, bildiğimiz şeyler; ama bu kadarını tarife, tasvire tecrübe dağarcığımız yetmiyor.

Cizre'de nasıl bir şey yaşandığını bize anlatan, çok iyi yapılmış üç kısa-belgesel var. İlk ikisi Fatih Pınar'ın, üçüncüsü Kazım Kızıl'ın. Bu filmler, zorlu koşullarda, tasarım ve güzelleştirme için bol zaman yokken yapılmış olmalarına rağmen çok başarılı ürünler. Dünyada giderek yayılan kısa-belgesel türünün bu güzel örnekleri için Pınar ile Kızıl'a teşekkürler.

Kısa-belgesel, "haber filmi"nden veya televizyonların belgesel dediği şeyden farklı, daha derin, daha kapsamlı, estetiği, simgeselliği bulunan, "belgesel sinema" alanına ait bir tür.

Bu filmleri mutlaka izlemenizi öneririm. Öncelikle, Cizre'de olan biteni sahiden kavramaya yaklaşmanız için. Eğer belgesel sinema veya gazetecilik alanlarında iş yapıyorsanız da de izlenim derleme-aktarma işinin sınırları genişlettiklerinden, derinliğini artırdıklarından, ufkunuzu açacaklardır.

Fatih Pınar'ın "Birinci Bodrum / Cizre. 2 Mart 2016"sı şurada, yine Pınar'ın "14 Aralık 2015 günü ilan edilen sokağa çıkma yasağının ardından Cizre"si şurada. Kazım Kızıl'ın "Cizreliler: Biz yine güzeliz, hep de güzel kalacağız!”ı şurada.

10 Mart Perşembe günü ben de Cizre'deydim. İzlenimlerimi kısa süre sonra yayımlayacağım.

17 Şubat 2016 Çarşamba

İD, Kürtlere karşı kimyasal silah kullandı

Kimyasal Silahları Önleme Örgütü (OPCW), “İslâm Devleti”nin (İD) Kürtlere karşı kimyasal kullandığını tesbit etti. 2014 Ekim’inde Erbil’in güneybatısındaki çarpışmalar sırasında Kürt tarafında otuz beş kişide görülen rahatsızlıklar, soruşturma gereğini doğurmuş, askerlerin üzerinden alınan örnekler üzerinde laboratuvar incelemesi yapılmıştı.

Sonunda “sülfür hardal” denen gazın kullanıldığı saptandı. Sülfür hardalın başka şeyle karıştırılması mümkün değil, çünkü bu, birinci sınıf kimyasal silahlar listesindeki bir madde ve savaş alanı dışında kullanımı neredeyse yok.

Bu, Saddam’ın devrilmesinden beri Irak’ta tesbit edilen ilk kimyasal silah kullanımı. Haliyle, “İslâm Devleti”nin sülfür hardalı nereden bulduğu sorusu doğdu. Acaba Suriye elindeki kimyasal stokunun tamamını teslim etmedi de bir kısmı İD’in eline mi geçti yoksa bir kısmını zaten çalmışlar mıydı veya Irak’ta Amerikalıların temizleyemediği bir kısım madde mi kalmıştı? Bu ihtimaller ortaya atıldı.

Bunlar geçersiz görünüyor. Biyoloji ve kimyasal savaş alanının uzmanlarından biri, Hamish de Bretton-Gordon, İD’in kullandığı bu kimyasal silahı Musul’da bizzat ürettiği görüşünde: İhtiyaçları olan her şey ve bunu becerebilecek uzmanlar ellerinde, dedi Newsweek’e.