London Sunday Times için çalışan muhabir Marie Colvin, Fransız fotoğrafçı Rémi Ochlik, Fransız muhabir Edith Bouvier, Suriyeli gazeteci Veyl el-Ömer ve Britanyalı fotoğrafçı Paul Conroy, 22 Şubat 2012 günü Humus'ta bombardımanda can verdiler. Center for Justice and Accountability (CJA), Colvin'in ailesiyle birlikte, sorumluların cezalandırılması için Washington DC'de federal mahkemeye başvurdu. Bu başvuruda Esad rejimi, Colvin ve öteki gazetecileri takip etmek ve kasıtlı olarak öldürmekle suçlanıyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü hem bu girişim için yardımcı oldu hem de davaya sahip çıkıyor. STG, gazetecilerin hedef seçildiği görüşünde.
Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Müdürü ve Oklahoma Üniversitesi öğretim üyesi Joshua Landis, Syria Comment sitesinde, bu teze karşı çıkan bir yazı yazdı. Landis, Colvin'in ölümünün trajik olduğunu, ama gazetecilerin özellikle hedef seçilmediklerini ileri sürdü. Landis, Washington Post'ta Dana Priest'in Colvin ailesinin iddialarını aktardığı makalede ("War reporter Marie Colvin was tracked, targeted and killed by Assad’s forces, family says") yeralan birçok ayrıntıyı tartışma konusu yaptı ve bunların başka versiyonlarını sundu.
"Ne yazık ki" bütün sözünü ettiğim kaynaklar İngilizce. Konu gazetecileri yakından ilgilendiriyor. Belki değerlendiren olur diye bunlara işaret etmek istedim.
13 Temmuz 2016 Çarşamba
Açılan köprü, yapılmayan köprü
Bir okurumun attığı mesajla öğrendim ki, bir yılı aşkın zaman önce Peri Çayı üzerine yapılan baraj ve HES yüzünden "suyun öbür tarafında" kalan ve bakkalla, hastaneyle ve başka herkesle ilişkisini sürdürebilmek için ufak bir köprüye ihtiyacı olan aile halen aynı durumda. Nazımiye'nin Dallıbahçe köyüne bağlı Ilısu Mezrası’ndaki hale dair okurum şöyle yazmış:
"Geçen yaz tam şu zamanlar yazışmıştık sizinle. Hatırlarsanız Elazığ - Dersim sınırında Pembelik barajı yapılmış ve Arduç ailesinin yaşamını sürdürdüğü köy suyun öteki tarafında kalmıştı. Sevgili Kemal Sunal'ın propaganda filminin benzeri bir senaryoyla devlet Limak şirketine verdiği yasadışı baraj izni ile bir aileyi tecrit etmişti. Aile açlık grevi yaptı ve sonuçta valilik köprü sözü verdi.
Proje hazır, ödenek çıkmış olmasına rağmen bir yıldır köprüye başlanmıyor. Dersim'de çevre dernekleri, STK'lar sürekli işin peşinde, ama her zaman olduğu gibi devletin kulakları bizlerden gelen seslere sağır.
Ailenin üyelerinden biri geçirdiği iş kazası nedeniyle fiziksel engelli, canlarını tehlikeye atarak basit plastik botlarla karşıya geçip temel ihtiyaçlarını alıyor ve sağlık kontrollarını yaptırıyorlar. Geçtiğimiz ay bir kişi suya düştü ve zor kurtuldu.
Anlayacağınız durum gerçekten vahim."
Elbette vahim. Ve ne kadar sıradan. Ve ne kadar tipik. Ve ne kadar yerli ve millî: 45 insanın can verdiği saldırının ertesi günü şenlikler tertipleyip köprü açılışları yapılan ülkede, hiçbir şirket veya devlet biriminin bilançolarında bile gözükmeyecek ufacık bir iş bir türlü yapılmıyor. Niye? Çünkü bazı yurttaşlar dışında kimseye yararı yok, kimseye haybeden para kazandırmayacak, iktidar partisine fazladan oy getirmeyecek, üstelik de sözkonusu iyilik, Dersim ahalisinden, mezramız köyümüz yok olmasın, evimiz burasıdır, diyen birilerine yapılacak! Ve valilik söz vermiş.
Şu topraklarda bir defa da beklemediğimiz bir iyilik görsek. O köprüyü yapmanın insanlık icabı veya devletin görevi olduğunu hatırlatacağım ama nefesim daralıyor.
"Geçen yaz tam şu zamanlar yazışmıştık sizinle. Hatırlarsanız Elazığ - Dersim sınırında Pembelik barajı yapılmış ve Arduç ailesinin yaşamını sürdürdüğü köy suyun öteki tarafında kalmıştı. Sevgili Kemal Sunal'ın propaganda filminin benzeri bir senaryoyla devlet Limak şirketine verdiği yasadışı baraj izni ile bir aileyi tecrit etmişti. Aile açlık grevi yaptı ve sonuçta valilik köprü sözü verdi.
Proje hazır, ödenek çıkmış olmasına rağmen bir yıldır köprüye başlanmıyor. Dersim'de çevre dernekleri, STK'lar sürekli işin peşinde, ama her zaman olduğu gibi devletin kulakları bizlerden gelen seslere sağır.
Ailenin üyelerinden biri geçirdiği iş kazası nedeniyle fiziksel engelli, canlarını tehlikeye atarak basit plastik botlarla karşıya geçip temel ihtiyaçlarını alıyor ve sağlık kontrollarını yaptırıyorlar. Geçtiğimiz ay bir kişi suya düştü ve zor kurtuldu.
Anlayacağınız durum gerçekten vahim."
Elbette vahim. Ve ne kadar sıradan. Ve ne kadar tipik. Ve ne kadar yerli ve millî: 45 insanın can verdiği saldırının ertesi günü şenlikler tertipleyip köprü açılışları yapılan ülkede, hiçbir şirket veya devlet biriminin bilançolarında bile gözükmeyecek ufacık bir iş bir türlü yapılmıyor. Niye? Çünkü bazı yurttaşlar dışında kimseye yararı yok, kimseye haybeden para kazandırmayacak, iktidar partisine fazladan oy getirmeyecek, üstelik de sözkonusu iyilik, Dersim ahalisinden, mezramız köyümüz yok olmasın, evimiz burasıdır, diyen birilerine yapılacak! Ve valilik söz vermiş.
Şu topraklarda bir defa da beklemediğimiz bir iyilik görsek. O köprüyü yapmanın insanlık icabı veya devletin görevi olduğunu hatırlatacağım ama nefesim daralıyor.
11 Temmuz 2016 Pazartesi
"Bahoz Erdal öldürüldü" iddiası üzerine yazı
"Bahoz Erdal öldürüldü" iddiasının inandırıcılığını, ciddiye alınırlığını merak edenler için, ik-üç gün içinde yayımlanmış, ulaşabildiğim her şeyi didikleyerek uzun bir inceleme yazısı yazdım; P24'ten okuyabilirsiniz. PKK'nin üst düzey komutanı Bahoz Erdal'ı (Fehman Hüseyin) öldürdüğü iddiasıyla ortaya çıkan, şu ana kadar adı duyulmamış örgütle, adıyla, amblemiyle ilgili tuhaflıklardan, iki sene önceki videonun negatife dönüştürülüp "işte Bahoz Erdal'ın aracının vuruluş ânı" diye sunulmasına, bunun sonuna konan tuhaf "Munferid el-Kuzguni" ismine, devlet yetkililerinin aşırı temkinli beyanlarına, ortalıkta epey acayiplik var. Konuyu merak ediyorsanız göz atmanızı tavsiye ederim.
9 Temmuz 2016 Cumartesi
Yeni tip popülist-faşizan lider özellikleri
Nokta dergisinde Cemal Tunçdemir'in, "Yalancı bir politikacının peşinden neden gidiyorlar?" başlıklı çok güzel bir analitik yazısı yayımlandı. Aslında ABD ve Cumhuriyetçi Parti başkan adayı Donald Trump eksenli olan yazı, ABD'den sonra İngiltere'de de yayılan ve yerleşikleşen, bazı Avrupa ülkelerinde bizzat bir rejime dönüşmeye başlayan, esas olarak önyargılar, yalanlar ve cehalete dayalı popülist-faşizan siyasetin genelleştirilebilir karakter çizgilerine ışık tutuyor. Okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
Burada ufak bir bölümü toparlayarak aktarmak istiyorum. Belgesel sinemanın başlı başına bir kurum sayılabilecek şahsiyeti Ken Burns’ın Stanford Üniversitesi mezuniyet töreninde yaptığı konuşmayı aktarıyor Tunçdemir. Bu konuşmada Burns, Donald Trump'tan bahsederken, bu korkutucu başkan adayının özelliklerini sıralamış. Şöyle:
• Somut hiçbir karşılığı olmayan abartılı ve çelişkili vaatlerde bulunan, ürkütücü Orwellian beyanatlar vermesi (kavramları birbirlerinin yerine veya içermedikleri anlamlar atfederek veya karşıt anlamda kullanması, içlerini boşaltması) ,
• Etrafında doğruların hiçbir değerinin kalmadığı bir iklim yaratmış oluşu, bu yüzden çok kolayca yalan söyleyebilmesi,
• Kendinden, kendi çıkarından başka hiçbir şeye ve hiç kimseye samimi ilgi duymaması,
• Savaş gazilerini küçümsemesi, özgür basını tehdit etmesi, engellilerle alay etmesi, kadınları, göçmenleri ve bütün Müslümanları aşağılaması,
• Ku Klux Klan’ın kendisine destek açıklamasını reddetmek için koca bir gün beklemesi,
• Çocuksu, kabadayı, ruh haline göre anlık değişen kişiliği ile kadim uluslararası ittifakları, sözleşmeleri, uzun soluklu ilişkileri bir çırpıda alt üst edebilecek olması.
Buradan ABD'ye özgü birtakım somutlukları iskonto ettiğinizde, aslında herhangi bir ülkeye uygulanabilir bir şablon kalıyor geride. Kuvvetli, sağlam, geçerli bir şablon. Oraya buraya uygulamayı deneyin bakalım, oturuyor mu...
Burada ufak bir bölümü toparlayarak aktarmak istiyorum. Belgesel sinemanın başlı başına bir kurum sayılabilecek şahsiyeti Ken Burns’ın Stanford Üniversitesi mezuniyet töreninde yaptığı konuşmayı aktarıyor Tunçdemir. Bu konuşmada Burns, Donald Trump'tan bahsederken, bu korkutucu başkan adayının özelliklerini sıralamış. Şöyle:
• Somut hiçbir karşılığı olmayan abartılı ve çelişkili vaatlerde bulunan, ürkütücü Orwellian beyanatlar vermesi (kavramları birbirlerinin yerine veya içermedikleri anlamlar atfederek veya karşıt anlamda kullanması, içlerini boşaltması) ,
• Etrafında doğruların hiçbir değerinin kalmadığı bir iklim yaratmış oluşu, bu yüzden çok kolayca yalan söyleyebilmesi,
• Kendinden, kendi çıkarından başka hiçbir şeye ve hiç kimseye samimi ilgi duymaması,
• Savaş gazilerini küçümsemesi, özgür basını tehdit etmesi, engellilerle alay etmesi, kadınları, göçmenleri ve bütün Müslümanları aşağılaması,
• Ku Klux Klan’ın kendisine destek açıklamasını reddetmek için koca bir gün beklemesi,
• Çocuksu, kabadayı, ruh haline göre anlık değişen kişiliği ile kadim uluslararası ittifakları, sözleşmeleri, uzun soluklu ilişkileri bir çırpıda alt üst edebilecek olması.
Buradan ABD'ye özgü birtakım somutlukları iskonto ettiğinizde, aslında herhangi bir ülkeye uygulanabilir bir şablon kalıyor geride. Kuvvetli, sağlam, geçerli bir şablon. Oraya buraya uygulamayı deneyin bakalım, oturuyor mu...
7 Temmuz 2016 Perşembe
Suriye ordusundan Halep'te hayatî hamle
Suriye ordusu, kendi ilan ettiği üç günlük ateşkes süresi içerisinde harekete geçti ve Halep şehir merkezinin tamamını almaya doğru çok kritik bir adım attı. Ordu, Halep'in kuzeybatısındaki Mellah Çiftlikleri'nin denetimini ele geçirdi. Böylece Halep'in rejime karşı savaşan silahlı örgütlerin elinde bulunan kesiminin dış dünya ile bağlantısını bütünüyle kesebilecek. Çünkü buralara silah, mühimmat, yiyecek, malzeme, araç ve insan (savaşçılar) gelip gidebilmesi için tek yol var, o yol da şimdi ordunun attığını vurabileceği şekilde kontrol altında. "Castello Yolu" şimdiye kadar birkaç defa, yoğun çatışmaların hedefi olmuş, her defasında silahlı gruplar yolu tutmayı veya geri almayı başarmış, ellerindeki bölgenin tamamen kuşatılmasını önleyebilmişlerdi. Şimdi Suriye ordusu yola bir km mesafede. Reuters'e konuşan bir silahlı muhalif, "Yol şimdiye kadar da risksiz değildi, ama şimdi mesele artık risk meselesi değil. Yol tamamen kesildi," dedi. Silahlı grupların kaybettikleri mevzileri geri almaya yönelik girişimleri şu ana kadar Suriye ordusunca savuşturuldu. Silahlı grupların elindeki Halep semtlerinde 250-300 bin kişi yaşıyor. (Haritaya da bakabilirsiniz.)
Bu harekât bu şekilde ilerlerse Suriye ordusu Halep'i bütünüyle alabilir, bu Suriye İçsavaşı'nda nihaî dönüm noktası olabilir.
[ EK / 20:10 / Silahlı grupların Mellah Çiftlikleri'nde kaybettikleri bazı alanları geri aldıklarına ilişkin haberler var. Ama bu hamleler Suriye ordusunun yola hakimiyetini değiştirmemiş söylendiğine göre. ]
[ EK / 00:10 / Suriye ordusu muhtemelen Castello Yolu'nun Şeyh Maksut ile Mellah Çiftlikleri arasına denk gelen bölümüne hakim olmak üzere. Haritalarda bu civarda ufak bir bölge renksiz görünmeye başladı. Anlaşılan yolun o bölümü şu anda kimin elinde, belli değil. Ama bir önceki EK'te aktardığım iddiaların doğru olmadığı, Suriye ordusunun geriletilmediği, yoldan uzaklaşmadığı anlaşılıyor. ]
[ EK / 02:30 / Suriye ordusunun ilerleyişine ağır hava desteği eşlik etti. Silahlı grupların elindeki Halep semtlerine yapılan hava saldırılarında 20 kişinin öldüğü bildiriliyor. Hava saldırılarının Mellah Çiftlikleri'nde geniş bir alanı dümdüz ettiğini gösterir fotoğraflar paylaşıldı. Suriye ordusunun buradaki hakimiyetini kanıtlamak için yayımladığı videonun benzeri, Hizbullah'a yakın kaynaklarca da yayımlandı. İlerleyen güçler arasında muhtemelen Hizbullah birlikleri de var. Ruslar da var. Hem askerleri hem muhabirleri. Anna News'in videosunda gördüm.
[ EK / 8 TEMMUZ / 17:30 / Şeyh Maksut'tan kuzeye, Castello Yolu'na doğru Kürt kuvvetlerinin de harekete geçtiği yönünde haberler var. Halep şehrindeki silahlı grupların yolu kullanması artık tamamen imkânsız. ]
[ EK / 8 TEMMUZ / 19:10 / Castello Yolu çevresinde Suriye ordusuyla çatışan grupların (El-Nusra, Ceyş el-Fetih, Nureddin Zengi Tugayları, Özgür Suriye Ordusu...) yola yeniden hakim olabilmek için İdlib'den takviye getirmeye hazırlandığı yollu haberler var. ]
[ EK / 8 TEMMUZ / 23:00 / Takviye meselesine dair yeni haber çıkmadı. Ancak Halep'in bir kısmını tutan örgütlerin Suriye ordusunun elindeki semtlere top atışı yaptığı, 22 kişinin öldüğü bildirildi. (DÜZELTME: Ölü sayısı 38.) Kürt kaynakları da ÖSO'ya mensup grupların Şeyh Maksut'a atışlar yaptıklarını duyurdular. ]
[ EK / 9 TEMMUZ / 00:10 / Suriye ordusu, Mellah Çiftlikleri'nin güneyinde ilerlemeyi sürdürdü, Castello Yolu'na 400 metre mesafeye kadar geldi. ]
Bu harekât bu şekilde ilerlerse Suriye ordusu Halep'i bütünüyle alabilir, bu Suriye İçsavaşı'nda nihaî dönüm noktası olabilir.
[ EK / 20:10 / Silahlı grupların Mellah Çiftlikleri'nde kaybettikleri bazı alanları geri aldıklarına ilişkin haberler var. Ama bu hamleler Suriye ordusunun yola hakimiyetini değiştirmemiş söylendiğine göre. ]
[ EK / 00:10 / Suriye ordusu muhtemelen Castello Yolu'nun Şeyh Maksut ile Mellah Çiftlikleri arasına denk gelen bölümüne hakim olmak üzere. Haritalarda bu civarda ufak bir bölge renksiz görünmeye başladı. Anlaşılan yolun o bölümü şu anda kimin elinde, belli değil. Ama bir önceki EK'te aktardığım iddiaların doğru olmadığı, Suriye ordusunun geriletilmediği, yoldan uzaklaşmadığı anlaşılıyor. ]
[ EK / 02:30 / Suriye ordusunun ilerleyişine ağır hava desteği eşlik etti. Silahlı grupların elindeki Halep semtlerine yapılan hava saldırılarında 20 kişinin öldüğü bildiriliyor. Hava saldırılarının Mellah Çiftlikleri'nde geniş bir alanı dümdüz ettiğini gösterir fotoğraflar paylaşıldı. Suriye ordusunun buradaki hakimiyetini kanıtlamak için yayımladığı videonun benzeri, Hizbullah'a yakın kaynaklarca da yayımlandı. İlerleyen güçler arasında muhtemelen Hizbullah birlikleri de var. Ruslar da var. Hem askerleri hem muhabirleri. Anna News'in videosunda gördüm.
[ EK / 8 TEMMUZ / 17:30 / Şeyh Maksut'tan kuzeye, Castello Yolu'na doğru Kürt kuvvetlerinin de harekete geçtiği yönünde haberler var. Halep şehrindeki silahlı grupların yolu kullanması artık tamamen imkânsız. ]
[ EK / 8 TEMMUZ / 19:10 / Castello Yolu çevresinde Suriye ordusuyla çatışan grupların (El-Nusra, Ceyş el-Fetih, Nureddin Zengi Tugayları, Özgür Suriye Ordusu...) yola yeniden hakim olabilmek için İdlib'den takviye getirmeye hazırlandığı yollu haberler var. ]
[ EK / 8 TEMMUZ / 23:00 / Takviye meselesine dair yeni haber çıkmadı. Ancak Halep'in bir kısmını tutan örgütlerin Suriye ordusunun elindeki semtlere top atışı yaptığı, 22 kişinin öldüğü bildirildi. (DÜZELTME: Ölü sayısı 38.) Kürt kaynakları da ÖSO'ya mensup grupların Şeyh Maksut'a atışlar yaptıklarını duyurdular. ]
[ EK / 9 TEMMUZ / 00:10 / Suriye ordusu, Mellah Çiftlikleri'nin güneyinde ilerlemeyi sürdürdü, Castello Yolu'na 400 metre mesafeye kadar geldi. ]
6 Temmuz 2016 Çarşamba
Blair: Kibirle cehaletin kalitesiz bileşimi
Birleşik Krallık’ta bir komisyon yedi yıldır, Tony Blair hükümetinin Irak Savaşı (2003) öncesinde ve sonrasındaki marifetlerini araştırıyordu. Sir John Chilcot başkanlığındaki komisyon çalışmasını nihayet tamamladı, raporu kamuoyuna açıklandı. “Chilcot Raporu”, pek çok değişik açıdan çok konu edilecek. (Rapor için, arama da yapılabilen basit ve işlevli bir web sistesi hazırlandı, meraklısı bakabilir.) Umarım ben de zaman zaman raporun sunduğu âlemde dolaşır, size bilgiler aktarırım.
Ciltlerce belge içeren rapor kapsamında, bizzat dönemin başbakanı Tony Blair’in imzasını taşıyan çeşitli resmî yazılar da var. (Bunları derli toplu şurada bulabilirsiniz.)
Bunlardan bazılarını okudum. Ve gördüklerime inanamadım. Haydi Tony Blair o mevkiye makama milleti yiyerek gelmiş bir sığ görüşlü cahil adam, diyelim, “üzerinde güneş batmayan imparatorluk”un koskoca köklü bürokrasisinden kimse çıkıp, “efendim bunları böyle kağıtlara falan yazmayın, bir gören duyan olur” dememiş mi? Üstünlük duygusu, kibir, ruhunu bir defa satınca gerisinin kaçınılmaz olarak yokuş aşağı giden freni boşalmış kamyon gibi gelişi... hangisi aklı fikri böylesine iptal ediyor, idrakı sıfıra indiriyor?
30 Ağustos 2002 günü İngiltere Başbakanı Tony Blair yazıyor:
Bu "yollar"da, koskoca Birleşik Krallık'ın başbakanı, önce etkinliği zaten "Bağdat'ın yoksul kenar mahallesiyle" sınırlı "Mukteda el-Sadr'ı Iraklı yetkililere teslim etmek"ten, sonra "ona ulaşıp bizimle bir şekilde anlaşmasını sağlamak"tan sözedebiliyor.
Emperyalist kibiri, küstahlığı falan yeni şeyler değil. Ama galiba Blair&Bush ikilisiyle birlikte, bu insanlık “değer”leri ilk defa böyle engin şuursuzluk ve cehaletle biraraya gelmiş.
[ EK / Tam yazıyı yayımladım, bir şahane numara daha gördüm, sizi bundan yoksun bırakmaya gönlüm elvermedi. Blair'in madde madde notlar aldığı bir belgeden:
Ciltlerce belge içeren rapor kapsamında, bizzat dönemin başbakanı Tony Blair’in imzasını taşıyan çeşitli resmî yazılar da var. (Bunları derli toplu şurada bulabilirsiniz.)
Bunlardan bazılarını okudum. Ve gördüklerime inanamadım. Haydi Tony Blair o mevkiye makama milleti yiyerek gelmiş bir sığ görüşlü cahil adam, diyelim, “üzerinde güneş batmayan imparatorluk”un koskoca köklü bürokrasisinden kimse çıkıp, “efendim bunları böyle kağıtlara falan yazmayın, bir gören duyan olur” dememiş mi? Üstünlük duygusu, kibir, ruhunu bir defa satınca gerisinin kaçınılmaz olarak yokuş aşağı giden freni boşalmış kamyon gibi gelişi... hangisi aklı fikri böylesine iptal ediyor, idrakı sıfıra indiriyor?
30 Ağustos 2002 günü İngiltere Başbakanı Tony Blair yazıyor:
“Saddam-sonrası Irak rejimi üzerinde çalışıyoruz. Muamma şu: acaba bu sadece Saddam’ın yerine, Irak’ın gerikalanından, özellikle Şii çoğunluktan pek destek alamayan ve her olayda bizim ilkelerimize göre davranmayan başka bir askerî diktatör mü geçirecek; öte yandan, rejimin bütün doğası değişirse, iktidardaki Sünni azınlık Saddam’ın uzaklaştırılmasına daha az razı ve istekli olmaz mı? Ama bunları aşmak için yollar var.”Ha aştınız çok güzel! “Muamma” diyor adam! “Yollar var”mış!
Bu "yollar"da, koskoca Birleşik Krallık'ın başbakanı, önce etkinliği zaten "Bağdat'ın yoksul kenar mahallesiyle" sınırlı "Mukteda el-Sadr'ı Iraklı yetkililere teslim etmek"ten, sonra "ona ulaşıp bizimle bir şekilde anlaşmasını sağlamak"tan sözedebiliyor.
Emperyalist kibiri, küstahlığı falan yeni şeyler değil. Ama galiba Blair&Bush ikilisiyle birlikte, bu insanlık “değer”leri ilk defa böyle engin şuursuzluk ve cehaletle biraraya gelmiş.
[ EK / Tam yazıyı yayımladım, bir şahane numara daha gördüm, sizi bundan yoksun bırakmaya gönlüm elvermedi. Blair'in madde madde notlar aldığı bir belgeden:
"8. Polis (Irak polisi kastediliyor -ük). Bu kargaşayı düzene sokacak birini görevlendirmemiz lazım."Hakikaten. Çok iyi akıl etmiş. Herhalde uygun aday bulunamadı. ]
27 Haziran 2016 Pazartesi
İsrail-Türkiye Anlaşması'nda muhtemelen neler var?
Başta İsrailliler olmak üzere birçok kaynaktan sızan haberlere göre, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri normalleştirme ve geliştirme anlaşmasında son aşamaya gelindi. Başbakan Binali Yıldırım'ın vaziyet hakkında bugün (27 Haziran Pazartesi) açıklama yapacağı duyuruldu. İki devletin temsilcileri dün (26 Haziran Pazar) Roma'da biraraya geldi. İsrail adına Joseph Chicanover ve Yaakov Nagel'in, Türkiye adına Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'nun katıldığı toplantıda, anlaşmanın temel maddeleri üzerinde uyuşma sağlandığı, işin ayrıntılara kaldığı ileri sürülüyor.
İsrail haber sitesi Ynetnews'te, Yedioth Ahronot gazetesi ve sitenin diplomasi muhabiri Itamar Eichner, anlaşmada belli başlı sekiz maddenin yeralacağını ileri sürdü. Bunları aktaracağım. Buradaki ifadeler anlaşmayı İsrail kamuoyuna sevimli gösterecek şekilde ayarlanmış olabilir. Bizde de tam tersinin yapılacağından şüphemiz yok. Ancak muhtemel anlaşma maddeleri neyin döndüğü, ne üzerinde pazarlık edildiği, anlaşmanın kamuoylarına nasıl sunulacağı ve ileride iki devletin nasıl sıkı işbirliği içinde olacağına dair yeterli fikir veriyor:
• İsrail ile Türkiye tam diplomatik ilişki kuracak, ilişkilerini her alanda normalleştirecek. Karşılıklı büyükelçiler atanacak, resmî ziyaretler yapılacak. İki devlet, NATO ve BM gibi uluslararası platformlarda, "birbirlerinin çıkarlarına zarar verici davranışlardan kaçınma" sorumluluğu taşıyacaklar.
İsrail haber sitesi Ynetnews'te, Yedioth Ahronot gazetesi ve sitenin diplomasi muhabiri Itamar Eichner, anlaşmada belli başlı sekiz maddenin yeralacağını ileri sürdü. Bunları aktaracağım. Buradaki ifadeler anlaşmayı İsrail kamuoyuna sevimli gösterecek şekilde ayarlanmış olabilir. Bizde de tam tersinin yapılacağından şüphemiz yok. Ancak muhtemel anlaşma maddeleri neyin döndüğü, ne üzerinde pazarlık edildiği, anlaşmanın kamuoylarına nasıl sunulacağı ve ileride iki devletin nasıl sıkı işbirliği içinde olacağına dair yeterli fikir veriyor:
• İsrail ile Türkiye tam diplomatik ilişki kuracak, ilişkilerini her alanda normalleştirecek. Karşılıklı büyükelçiler atanacak, resmî ziyaretler yapılacak. İki devlet, NATO ve BM gibi uluslararası platformlarda, "birbirlerinin çıkarlarına zarar verici davranışlardan kaçınma" sorumluluğu taşıyacaklar.
23 Haziran 2016 Perşembe
Şebnem, Erol, Ahmet ve haset
Değerli okurlarım, Şebnem Korur Fincancı, Erol Önderoğlu ve Ahmet Nesin'in zalimlik oyununda kırılacak taş muamelesi yapılarak tutuklanmaları, kelepçelenmeleri, hapse tıkılmaları, sıradan bir "Türkiye olayı" değil. Hem çok boyutlu hem çok basit, yüz kızartıcı bir rezalet. Kelepçeli fotoğrafları gördüğüm andan beri aklımdan geçenler, kamuya açık yerde söylenecek, buralara yazılıp insanlara sunulacak şeyler değil. Özellikle İslâmcı-Müslüman kesimde, başkalarının her şeye rağmen mâkûl, vicdanlı insan muamelesi yaptığı birilerine öfkem çok büyük. Bunları dile getirmek istemiyorum.
Sadece, tutuklanan üç insan adına Şebnem'i konu ederek şu kadarını ifade edeyim: Biri çıkıp, Şebnem'in gerçekte niye tutuklandığını sorsa, Özgür Gündem'le dayanışma diyebiliriz, Cizre Raporu diyebiliriz, bugüne kadar devleti rahatsız etmiş koskoca insan hakları faaliyeti külliyatı diyebiliriz. Ama yeterince derine inmiş olmayız. Şebnem gibi insanlara duydukları kinin en derinde yatan, en köklü sebebi, hiçbir zaman bir Şebnem Korur Fincancı yetiştiremeyecek olmalarıdır. Bu haset, bu aşağılık kompleksi, yürütülen baskı politikalarını daha şirret, daha rezil kılıyor.
Daha fazlasını söylemek istemiyorum. Şu sayfada Şebnem'in, Hrant Dink Vakfı'ndan ödül aldığı geceden bir fotoğrafının -beraber tutuklandığı öbür iki değerli insan nâmına da- bulunmasını istiyorum. (Fotoğrafı çekeni birileri bildirse de buraya adını da koysam ne güzel olur.)
Sadece, tutuklanan üç insan adına Şebnem'i konu ederek şu kadarını ifade edeyim: Biri çıkıp, Şebnem'in gerçekte niye tutuklandığını sorsa, Özgür Gündem'le dayanışma diyebiliriz, Cizre Raporu diyebiliriz, bugüne kadar devleti rahatsız etmiş koskoca insan hakları faaliyeti külliyatı diyebiliriz. Ama yeterince derine inmiş olmayız. Şebnem gibi insanlara duydukları kinin en derinde yatan, en köklü sebebi, hiçbir zaman bir Şebnem Korur Fincancı yetiştiremeyecek olmalarıdır. Bu haset, bu aşağılık kompleksi, yürütülen baskı politikalarını daha şirret, daha rezil kılıyor.
Daha fazlasını söylemek istemiyorum. Şu sayfada Şebnem'in, Hrant Dink Vakfı'ndan ödül aldığı geceden bir fotoğrafının -beraber tutuklandığı öbür iki değerli insan nâmına da- bulunmasını istiyorum. (Fotoğrafı çekeni birileri bildirse de buraya adını da koysam ne güzel olur.)
13 Haziran 2016 Pazartesi
Orlando Katliamcısı • Bilgiler, ayrıntılar, tahminler
Orlando katliamının faili hakkındaki ilk bilgiler, katilin "İslâm Devleti" örgütünden esinlenmiş veya örgütle bağlantı kurmaksızın kendini vazifeli sayıp onun adına harekete geçen bir "yalnız kurt" olabileceğine işaret ediyor.
İKİ DEFA SORGULANMIŞ • ABD'nin Florida eyaletinde, yaklaşık 260 bin nüfuslu Orlando şehrinde, eşcinsel kulübü Pulse'da, şu ana (13 Haziran, 15:00) kadar saptanabildiği kadarıyla kırk dokuz kişiyi öldüren, elli üç kişiyi yaralayan adamın adı, Ömer Metin. İD veya başka bir örgütle bağlantısı saptanabilmiş değil. Daha önce iki defa FBI tarafından böyle bir ihtimal üzerine sorgulanmış olmasına rağmen.
HABERLER SALLANTILI • Katilin İD ile bağlantısı ve örgütün katliamı üstlenmesine dair haberler fazlasıyla sallantılı. Öncelikle, İD'in haber ajansı Amak haberi bir "kaynak"a dayandırarak duyurdu, "Kaynağın Amak Ajansı'na bildirdiğine göre" diye verdi. Yine de Metin'in "İD savaşçısı" olduğunu ileri sürdü. Haberin duyulmasından sonra İD yanlıları saldırının Amerikalıların “kapı eşiğinde" (burunlarının dibinde) yapıldığını vurgulayan mesajlar yaymaya giriştiler. Ancak bunlar bir şeyi kanıtlamaz, bağlantısı, talimatı, bilgisi olmasa da örgüt prestij için eylemi kendi yapmış gibi davranabilir. Ayrıca, İD zaten dünyanın her yerindeki destekçilerine "bizden talimat beklemeyin, kendiniz harekete geçin" diyor. Bu doğrultuda, katilin eylemden önce polisi arayıp İD'e bağlılığını bildirmiş olduğu ileri sürülüyor.
İKİ DEFA SORGULANMIŞ • ABD'nin Florida eyaletinde, yaklaşık 260 bin nüfuslu Orlando şehrinde, eşcinsel kulübü Pulse'da, şu ana (13 Haziran, 15:00) kadar saptanabildiği kadarıyla kırk dokuz kişiyi öldüren, elli üç kişiyi yaralayan adamın adı, Ömer Metin. İD veya başka bir örgütle bağlantısı saptanabilmiş değil. Daha önce iki defa FBI tarafından böyle bir ihtimal üzerine sorgulanmış olmasına rağmen.
HABERLER SALLANTILI • Katilin İD ile bağlantısı ve örgütün katliamı üstlenmesine dair haberler fazlasıyla sallantılı. Öncelikle, İD'in haber ajansı Amak haberi bir "kaynak"a dayandırarak duyurdu, "Kaynağın Amak Ajansı'na bildirdiğine göre" diye verdi. Yine de Metin'in "İD savaşçısı" olduğunu ileri sürdü. Haberin duyulmasından sonra İD yanlıları saldırının Amerikalıların “kapı eşiğinde" (burunlarının dibinde) yapıldığını vurgulayan mesajlar yaymaya giriştiler. Ancak bunlar bir şeyi kanıtlamaz, bağlantısı, talimatı, bilgisi olmasa da örgüt prestij için eylemi kendi yapmış gibi davranabilir. Ayrıca, İD zaten dünyanın her yerindeki destekçilerine "bizden talimat beklemeyin, kendiniz harekete geçin" diyor. Bu doğrultuda, katilin eylemden önce polisi arayıp İD'e bağlılığını bildirmiş olduğu ileri sürülüyor.
11 Haziran 2016 Cumartesi
Menbic Harekâtı • 11 Haziran 01:00
Merkalıları için, Menbic Harekâtı'nda gelinen aşamayı kısaca özetliyorum:
• Menbic'in dışarıyla bağlantısı kalmadı, şehre giden son yol da Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından ele geçirildi.
• Böylece şehrin doğusu, kuzeyi ve güneyi tamamen kuşatıldı, batısında da irtibat kesildi.
• Bir SDG savaşçısına dayanılarak, İD'lilere kaçış için dar bir geçit bırakıldığı ileri sürülüyor (sadece tek kaynakta rastladım).
• Menbic-Rakka, Menbic-Cerablus yolları SDG'nin denetimi altında.
• SDG, muhtemel sivil kayıplarını azaltmak için şehre girmiyor, bekliyor.
• Menbic Askerî Konseyi Genel Komutanı Ebu Emced: Kuvvetlerimiz "paralı askerleri" vurabilecek mesafede, ama sivillere zarar gelmesin diye ateş açmıyoruz.
• Kurtarılan bazı köylerdeki halk daha güvenli yerlere aktarılıyor.
• Şu ana kadar İD'den 160, SDG'den 20 savaşçının hayatını kaybettiği bildiriliyor.
• Menbic'in dışarıyla bağlantısı kalmadı, şehre giden son yol da Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından ele geçirildi.
• Böylece şehrin doğusu, kuzeyi ve güneyi tamamen kuşatıldı, batısında da irtibat kesildi.
• Bir SDG savaşçısına dayanılarak, İD'lilere kaçış için dar bir geçit bırakıldığı ileri sürülüyor (sadece tek kaynakta rastladım).
• Menbic-Rakka, Menbic-Cerablus yolları SDG'nin denetimi altında.
• SDG, muhtemel sivil kayıplarını azaltmak için şehre girmiyor, bekliyor.
• Menbic Askerî Konseyi Genel Komutanı Ebu Emced: Kuvvetlerimiz "paralı askerleri" vurabilecek mesafede, ama sivillere zarar gelmesin diye ateş açmıyoruz.
• Kurtarılan bazı köylerdeki halk daha güvenli yerlere aktarılıyor.
• Şu ana kadar İD'den 160, SDG'den 20 savaşçının hayatını kaybettiği bildiriliyor.
9 Haziran 2016 Perşembe
CNN Türk'ün "cinsel ilişki" münasebetsizliği
Bir süredir ardarda irili ufaklı rezaletler yaratmakla meşgul olan CNN Türk, bugün de bir haberiyle insanların sinirini bozdu. Bu kuruluşa (web sitesine) bugün söylenen her laf haklı. Yaptıkları, ne insanlık ne gazetecilik açısından mazur görülebilir şey değil.
CNN Türk'ün bu defaki rezaleti şu: "IŞİD 19 Ezidi kadını cinsel ilişkiye girmedikleri için yakarak öldürdü". Haber başlığındaki münasebetsizlik, spotta da tekrar ediliyor: "IŞİD militanlarının Musul'da 19 Ezidi kadını, militanlarla cinsel ilişkiye girmeyi reddettikleri için bir kafesin içinde canlı canlı yaktığı ortaya çıktı". Aynı şuursuzluk haberde de sürüyor: "Seks kölesi olarak satılan 19 Ezidi kadın militanlarla ilişkiye girmeyi kabul etmedi..."
CNN Türk'ün bu defaki rezaleti şu: "IŞİD 19 Ezidi kadını cinsel ilişkiye girmedikleri için yakarak öldürdü". Haber başlığındaki münasebetsizlik, spotta da tekrar ediliyor: "IŞİD militanlarının Musul'da 19 Ezidi kadını, militanlarla cinsel ilişkiye girmeyi reddettikleri için bir kafesin içinde canlı canlı yaktığı ortaya çıktı". Aynı şuursuzluk haberde de sürüyor: "Seks kölesi olarak satılan 19 Ezidi kadın militanlarla ilişkiye girmeyi kabul etmedi..."
1 Haziran 2016 Çarşamba
Menbic Operasyonu • 19:45
[ NOT: 1 Haziran tarihli aşağıdaki yazıdan sonra, 9 Haziran'ın ilk saatlerinde, P24'te, Menbic Harekâtı'na dair daha güncel bir yazı yazdım: "'İslâm Devleti'nde yeni eğilimler ve Menbic Harekâtı". Meraklısı ona da bir göz atmalı. ]
Haftalardır Suriye gündeminin biryerlerinde kendine yer bulan konu, artık bir sorular yumağı olmaktan çıktı, bütün dünyanın izlemekte olduğu bir askerî harekâta dönüştü. Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Münbic ve etrafını "İslâm Devleti" örgütünden temizlemek üzere harekete geçti. Pek de büyük olmayan bir alanda cereyan eden operasyon, kendisini çevreleyen siyasî çatışmalar ve diplomatik koşullar nedeniyle, mevzu olarak, herhangi bir askerî operasyondan çok daha geniş boyutlu, manalı, derin. Askerî olaraksa, yakın gelecekte Suriye -ve Irak- topraklarında olup bitecekler üzerinde etkisi olacak.
Münbic Harekâtı ile ilgili en önemli konulardan biri, Türkiye'nin tavrı. Türkiye, biri ortalıkta, öbürü perde arkasında iki ayrı tutum sergiliyor. Ancak ortalıktaki tavırda bile kısa süre öncesine göre büyük farklılık var. Sâbık medeniyet kurucusu büyük insan Ahmet Davutoğlu'nun "YPG Fırat'ın batısına geçemez!" haykırışını ve HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın ona verdiği, "Geçecek, sen de mal mal bakacaksın," cevabını hatırlarsınız. Şu anda olan biten, bu "diyalogu" bir an bile unutmaya imkân vermiyor. Özetlemeye çalışayım:
Haftalardır Suriye gündeminin biryerlerinde kendine yer bulan konu, artık bir sorular yumağı olmaktan çıktı, bütün dünyanın izlemekte olduğu bir askerî harekâta dönüştü. Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Münbic ve etrafını "İslâm Devleti" örgütünden temizlemek üzere harekete geçti. Pek de büyük olmayan bir alanda cereyan eden operasyon, kendisini çevreleyen siyasî çatışmalar ve diplomatik koşullar nedeniyle, mevzu olarak, herhangi bir askerî operasyondan çok daha geniş boyutlu, manalı, derin. Askerî olaraksa, yakın gelecekte Suriye -ve Irak- topraklarında olup bitecekler üzerinde etkisi olacak.
Münbic Harekâtı ile ilgili en önemli konulardan biri, Türkiye'nin tavrı. Türkiye, biri ortalıkta, öbürü perde arkasında iki ayrı tutum sergiliyor. Ancak ortalıktaki tavırda bile kısa süre öncesine göre büyük farklılık var. Sâbık medeniyet kurucusu büyük insan Ahmet Davutoğlu'nun "YPG Fırat'ın batısına geçemez!" haykırışını ve HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın ona verdiği, "Geçecek, sen de mal mal bakacaksın," cevabını hatırlarsınız. Şu anda olan biten, bu "diyalogu" bir an bile unutmaya imkân vermiyor. Özetlemeye çalışayım:
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)