29 Nisan 2015 Çarşamba

Cumartesi gecesi ateşi

Radikal, 28.04.2015


Dünyanın en gariban bölgeleri dışında nerede kim bu başlığı okusa, aklına John Travolta'yı meşhur eden film (“Saturday Night Fever”) gelir. Travolta'nın canlandırdığı Tony Manero adlı genç, ailesiyle, işiyle, mahallesindeki çete kavgalarıyla boğuşurken, haftasonları diskoya gelip kendini dansa verir ve dertlerini geçici bir süre için savuşturur bu filmde. Disko müziğini “meşrulaştırmak” ve yaymak gibi bir insanlık suçunun işlendiği yapım, aynı zamanda, gerçekte ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu sonradan anlayacağımız Travolta'yı baştan disko maymunu olarak tanımamıza yolaçmış, bu şekilde insan haklarını da çiğnemiştir! (O kadar ki, Travolta'nın buradaki hali, cahil İslâmcı propagandacılar tarafından görülse, Beatles'tan önce, hem kışkırmış hem yoz liseli diye manşete çekilebilirdi.) Fakat mevzumuz bu değil. Hani mevzumuza da çaktırmadan okuru ısındırıp köşeyazarı başarı puanımı yükselteyim diye suçtu haktı böyle lafları araya katıyorum, hukuklara göndermeler yapıyorum.

Kötü haber, müesses nizam: HDP kalıcı

Radikal, 23.04.2015


Başlığı okuyunca tahmin edebileceğiniz üzre, HDP ile ilgili birşeylerden bahsedeceğim. Siz bu yazıyı okuyana kadar, seçim bildirgesi didik didik edilmiş olacak. Bu yüzden, birçok kimsenin daha ilk anda dile getirdiği bir genel tesbiti tekrarlamakla yetineceğim: Bu, gündelik bir siyasî bildiri, bir seçim dönemi için toparlanmış sözler bütünü falan değil, dört başı mâmur bir siyasî program.

Zaten burada konu edeceğim ayrıntı da her şeyden önce, HDP'nin kalıcılığına işaret ediyor.

HDP, tam da seçim arifesinde, eş genel başkanı Selahattin Demirtaş'ın ağzından, 1915 için “tereddütsüz soykırım” dedi.

Fair play'in Türkçe’si var mıdır?

Radikal, 21.04.2015


Mesele, haksızlığı adaletsizliği kanıksamış olma, bunlarla birarada yaşamaya alışmış olma, hattâ hayatın nasılsa haksızlık-adaletsizlikle yürüyeceğine duyulan sarsılmaz inançla, bunlardan olabildiğince yararlanmaya bakma meselesi. Mesele, tuttuğum taraf kazansın da ne olursa olsun meselesi; rakibin sakatlanan oyuncusuna “ooh ooh” çekme ve o oyuncunun yerden kalkamamasını sahiden isteme, beleş penaltıya eyvallah deme meselesi. Mesele, ilaveten, yüzsüzlük, pişkinlik meselesi. Hayır, soykırım inkârı ve üstüne bir de, başta Ermeniler, dünyaya posta koyma rezilliğinden bahsetmiyorum.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli genel seçimlerinden birine gidiyoruz. Sonucuna göre, tartışmasız en önemlisi de olabilir. Şu anda olan bitene bakılırsa, seçim öncesi yaşananlar ve yaşanacaklar, oy verme gününü tarihî bir “kırılma noktası” haline getirecek.

Peki bu sahici bir seçim mi?

21 Nisan 2015 Salı

"Kaynak nereden?" bilmişliği

CHP'nin seçim bildirgesindeki birtakım vaatlerden sonra, HDP'nin önerileriyle, vaatleriyle ilgili olarak da bu tatsız, sevimsiz soruyu işitiyoruz: Kaynağı nereden bulacaklar?

İlk bakışta gerçekçi gözüken bu soru niye tatsız ve sevimsizdir?

Öncelikle şundan: Bu, vaat edilenlerin içeriğiyle, neyi nasıl değiştireceğiyle, kimlere ne faydalar sağlayacağıyla ilgilenmeyen, soğuk teknokratların sorusudur. Bu yüzden, haklı olduğu ender durumlarda bile tatsız, sevimsizdir. "Olsa ne güzel olur"u içermez. Soranların edâsında böyle bir duygu yakalayamazsınız.

17 Nisan 2015 Cuma

Devletin belgeleri - bizim belgelerimiz

Radikal, 16.04.2015


“Alındı Belgesi” müessesesi ile ilk defa, yanılmıyorsam valilik içerisinde bir bankonun önünde karşılaştım. “12 Eylül öncesi”nde. Ertesi gün dağıtılacak bildiri için “Alındı Belgesi” almaya gitmiştik.

İçinde bol bol devrimden, sosyalizmden sözettiğimiz bildiri için valiliğin nasıl olup da izin vereceğini anlayamamıştım. Tecrübeli bir arkadaş izah etmişti: Bildiri dağıtmak serbestti, izin almaya gerek yoktu. Her vatandaş veya dernek, altına ismini koymak kaydıyla, istediği bildiriyi yazar, istediği yerde dağıtabilirdi. İçinde suç unsuru varsa savcı sonradan dava açabilirdi. Sadece...

İşte: Kara Murat, TC memuru kılığında yaklaşıyor!..

15 Nisan 2015 Çarşamba

Tarihe kayıt: AP'de soykırım kararı

Avrupa Parlamentosu, "Ermeni Soykırımı'nın 100. Yıldönümü" başlığı altında yaptığı oturumda "Ermeni soykırımı"nı tanıdı. Parlamento, Türkiye'ye de çağrı yaptı, 1915'te Anadolu'da yapılan katliamı "soykırım" olarak tanımasını ve arşivlerini açmasını istedi.

Ankara'nın ilk tepkisi, Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır'dan geldi. Bozkır, kendi deyişiyle "yüz milyonlarca Avrupalı'yı temsil eden" Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu'nun kararının "Türkiye ve Türk milleti için yok hükmünde” olduğunu ileri sürdü. Bozkır'a bakılırsa, "yok hükmünde" olan sadece bugünkü bu karar da değil. Bakan, "bu tür kararlar" diye genelledi. Bozkır'a göre "Avrupa Parlamentosu başta olmak üzere Parlamentoların görevi tarih yazmak değil".

Bozkır, 1915'te olan bitenden bütün dünyanın habersiz olduğu yanılsamasına dayalı resmî TC söylemini sürdürerek şöyle dedi: "Avrupa Parlamentosu bugün aldığı kararla geçmişte çekilen acılar arasında seçici bir bakış açısıyla ayrımcılık yapmış, 1. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden Türk ve Müslüman halkların uğradığı mezalimi görmezden gelmiş, sadece Ermenilerin acılarını öne çıkarmıştır.”

Belirtmeye gerek yok ki, Avrupa Parlamentosu'nun sözkonusu kararında, 1. Dünya Savaşı yıllarında Müslüman ve Türk insanların acılar ve zorluklar çekmediğine dair bir imâ, bir gönderme, bu türden bir inkâr yok. Çünkü bugünkü mevzu bu değildi. Maksat, meseleyi tersyüz edip, arkadan dolanıp puan almak. Herkesi aptal sanmak ya da dışarıdakilerin zaten neyin ne olduğunu bildiğini varsayarak içeriye yalan pompalamaya devam etmek...

Yine de AB bakanının ezber tekrarı, dışişleri açıklamasının yanında kibar ve ölçülü kaldı. Dışişleri Bakanlığı, lafa doğrudan, "Türkiye-AB ilişkilerinin gelişmesine engel çıkarmakla tanınan Avrupa Parlamentosu" diye girdi, parlamentonun "daha önce de denediği gibi, 1915 olayları konusunda yeniden tarih yazmaya heveslendiğini" ileri sürdü. Dışişlerine göre: "Bu heves, Türk karşıtı Ermeni propagandasının klişelerini harfiyen tekrarlayan, 15 Nisan 2015 tarihli gülünç bir karar metniyle sonuçlanmıştır."

Ankara, böylece dışişlerinin ağzından, "tarihi ve hukuku katleden bu metni kabul edenleri ciddiye almadığını" duyurmuş oldu.

Ne demeli bilmem ki... Kaçacak yer kalmadıkça pişkinlik artıyor. Çok onur kırıcı. Çok küçük düşürücü.

14 Nisan 2015 Salı

Küstahlığı seviyoruz, pişkinliğe tapıyoruz

Radikal, 12.04.2015


Şimdi hangi partinin neredeki hangi adayının nerede olsa neyi değiştirebileceği veya hangi küskünün ne yapması halinde neler olabileceği veya oradan o kişinin değil de bu kimsenin gösterilmesi halinde nelerin olmayabileceği üzerine ahkâm kesebilseydim, inanın ben de memnun olurdum. Bu ince işlerin toplamda seçim sonuçlarını yüzde bir bile etkilediğine inanamıyorum ne yazık ki. İnanamama kusuru.

Biz Türkiye'de, akılla mantıkla, somut koşullara göre farklı tercihler yapmanın gayet mümkün olduğu ve insanı dinden imandan veya solculuktan, liberallikten, Atatürkçülükten, her neyse, çıkarmayacağı, buna karşılık farklı görüş ve tavırdan insanların aynı tercihi yapabileceği, bu yüzden özdeş hale gelmeyecekleri ufacık olaylarda bile önceden belirlenmiş tarafımıza göre seçim yaparız. Nerede kaldı koskoca seçim!..

(Bu konuda kayda değer bir istisna, belli ki çok iyi insan olan bir öğretmeni bütün o çirkin devlet kibriyle aşağılamaya kalkan -ve ölümüne yolaçan- Yalova valisini birkaç İslâmcı yazarın da kınaması ve istifaya davet etmesi oldu. Adalet duygusunun tamamen ölmediğini görmek güzel!)

Bizimkiler yapıyorsa doğrudur, ötekiler yapıyorsa yanlıştır; buna göre yaşarız. Taranan Fener'in otobüsüyse, gerikalan herkes “şikeden beri gelen haklı tepkiler”den sözeder, Beşiktaş'ınki olsaydı, “e, tabiî Çarşı'nın Gezi'deki şeysi...” falan denirdi.

8 Nisan 2015 Çarşamba

Wikileaks'ten Yemen - ikinci belge

Radikal'de salı günü yayımlanan, "Güvenilir kaynak'tan Yemen tesbitleri" başlıklı yazımda, size Yemen'le ilgili ikinci bir gizli belgeden de bölümler aktaracağıma söz vermiştim; bu sözü burada yerine getiriyorum.

Belgemiz, 9 Aralık 2009 tarihli. Yine ABD Sana Büyükelçisi Stephen Seche tarafından, bu defa CIA, askerî dış istihbarat DIA ve dışişleri bakanlığının yanısıra Berlin, Lübnan ve Riyad'daki elçiliklere gönderilmiş.

Raportör-büyükelçi, “İran'ın Husileri silahlandırdığını ileri süren Yemen hükümetinin iddiasının aksine”, Husilerin silahlarını “Yemen karaborsası ve bizzat Yemen ordusundan edindiklerini” tekrarlıyor.

Aynı belgenin sonlarına doğru, büyükelçi, bir-iki somut olguya da değiniyor. Bunlar kafa açıcı, aktarıyorum.

“Yemen hükümet yetkililerine bakılırsa,” diyor büyükelçi, “Husilerin Katyuşa roketleri kullanması, İran ve Hizbullah'tan destek aldıklarının kanıtı. Zira bunlar Yemen silah pazarlarında ve Yemen ordusu stoklarında bulunmuyor.”

“Güvenilir kaynak”tan Yemen tesbitleri

Radikal, 07.04.2015


Günlerdir Yemen hakkında birşeyler öğrenmeye, sizlere de aktarılabilir bilgi edinmeye çalışıyorum. Niye? Çünkü, ilkin, dünya bizden ibaret değil. İkincisi: Başkalarının dertleriyle ilgilenmek insanın insanlığını geliştirir. (Tabiî bu, ortalama zihniyetimiz ve dünya görüşümüz yüzünden bize uygulanabilir bir ölçüt değil, geçelim.) Üçüncüsü: Yemenlilerin başlarına gelenlerden sorumlu tuttukları devletler arasında Türkiye de var. Dolayısıyla, dördüncüsü, biz farkında olmasak da hayatımızı yakından etkileyecek bir konudan bahsediyoruz, Yemen derken. Nitekim beşincisi: Yemen'den sözederken kendimizden sözedermiş gibi olabileceğimiz durumlar var.

Bunların başında, şimdi Husilerle ittifak halinde yeniden iktidar peşinde koşan devrik başkan Ali Abdullah Salih'in serveti (ve bunun ediniliş tarzı) geliyor. 30-60 milyar dolar arasında olduğu tahmin edilen bu servetin, nakit, gayrimenkul, altın ve hisse senetlerine bölünmüş olarak yaklaşık yirmi ayrı ülkede tutulduğu biliniyor. 33 yılda biriktirilen bu servetin kaynağı, komisyonlar, yolsuzluk, bildiğimiz şeyler.

6 Nisan 2015 Pazartesi

Adliye baskınıyla ilgili bir ayrıntı ve sorular

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, bu akşam Adalet Bakanı Kenan İpek'i ziyaretinden çıkışta, Çağlayan Adliyesi baskınıyla ilgili çok kritik-hayatî olabilecek bir ayrıntıdan hepimizi haberdar etti. DHA'nın haberine göre Feyzioğlu aynen şöyle dedi:
"Koluna avukat cübbesi almış teröristler, avukatlara mahsus girişten ve kimlik kartlarını okutarak değil, özel güvenliğin güvenlik şeridini kaldırıp 'yandan buyrun' demesiyle geçmişler. Bu da kare kare izlediğimizde sabit oldu, sizler de göreceksiniz."
Baskından sonra avukatlara yapılan, zulüm mertebesindeki muamele ve buna eşlik eden karalama-lekeleme kampanyası, bu açıklamadan sonra bütünüyle anlamsız, mesnetsiz kalıyor. Ama şüphesiz Feyzioğlu'nun açıklaması doğruysa doğacak asıl önemli sonuç bu değil.

3 Nisan 2015 Cuma

Acep ne iştir, anlayacağız

Radikal, 02.04.2015

Korkunç bir günün ardından, elektriğin nasıl olup da neredeyse bütün Türkiye’de birden kesilebildiği üzerine akıllar fikirler yürütülmesi -yani aslında hiçbir şey bilmeden köşeyazarına yakışır şekilde atıp tutmak- veya Adliye’deki feci olay hakkında konuşulması beklenir.

Bunları yapamayacağım.

Çünkü Türkiye, ne DHKP-C flamalı-maskeli iki eylemcinin savcıyı rehine alıp başına silah dayamasını ne de polisin odadaki herkesi öldürerek yeni destan yazmasını çeşitli açılardan ele alıp tartışmaya elveren bir zihinsel, ruhsal ve ahlâkî ortama sahip.

Sadece birkaç sözle yetineceğim.

Kimse öldürülmeden siyasî adım atıldı

2 Nisan’ı 3 Nisan’a bağlayan gece, son yılların en önemli siyasî gelişmelerinden biri yaşandı: Batı medyasının pek tuttuğu, aslında ziyadesiyle problemli tarifle "dünya güçleri" ile İran İslâm Cumhuriyeti, uzun süredir maraton halinde sürdürdükleri nükleer pazarlığında çerçeve anlaşmasına vardılar. (ABD’nin sunuşuyla anlaşmanın ayrıntılarına şuradan bakabilirsiniz: “Parameters for a joint comprehensive plan of action regarding the Islamic Republic of Iran’s nuclear program”. "Dünya güçleri"nden kasıt, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin; arada Avrupa Birliği de var. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, ülkesinin nükleer faaliyetleriyle ilgili önceki BM Güvenlik Konseyi kararlarının imzalanacak anlaşmayla tamamen geçersiz kalacağını duyurdu. "İleri sürdü" demek daha doğru mu olur, bilemedim; herhalde masanın bir tarafındaki ekibin bileşiminin böyle bir şeye imkân vereceği varsayılıyor.)

1 Nisan 2015 Çarşamba

Ey yaprak, ne oluyor öyle kıpır kıpır!

Radikal, 31.03.2015


Yok, ben direkman çıkarım başbakana. Çıkacağım, gidip konuşacağım. Ortada muazzam bir tertip var. Orayı burayı bombalıyorlar, haberimiz yok. Sadece tertip değil terkip de felaket. Reis Suudi'ler, kahya Sisi falan... Gitti yapraklar!..
Bu Ortadoğu'nun yaprakları beter oluyor, beyefendi, kıpırdayacaklarında haber vermiyorlar. Husiler de haber vermiyorlar. Hele Suudiler! Ortadoğu'nun doğal hakimi, müstakbel dünya medeniyetinin lideri olmadan kim niye toplanıyor? Arap Birliği dediğin nedir? Osmanlı dağılmamış olsa, İngilizler ve Fransızlar Arap entelektüellerini Osmanlı'nın kendilerine fenalık yaptığına inandırmış olmasa, onlara kendilerini sömürmek için değil Batı sömürgeciliğine karşı korumak için tepelerine imparatorluk kurduğumuzu anlatabilmiş olsak, bize sormadan kimsenin değil beş yaprak, üç veyahut iki yaprak kopartması veyahut bunları kıpırdatması sözkonusu olabilir miydi?

Yemenli'nin gözünde

Yemen'e Suudi kraliyet ailesi öncülüğünde hava saldırıları başladığından beri, İngilizce tweet atan mâkûl Yemenliler bulup izlemeye çalışıyorum. Al Jazeera English'te yorum yapan bir-iki kişiden hareketle, izlenecek birkaç kişi ve hesap buldum. Çeşitli eğilimlerden insanlar. Daha çok, Yemen'in daha bir modernleşmiş kesiminden, Hadi'ci de, Salih'çi de, açıkça Husi yanlısı da olmayanları tercih ediyorum.

Bunlardan, azıcık hali vakti yerinde olduğunu tahmin ettiğim, bombalanan füze üslerinden birine iki kilometre mesafede oturan, dün çocuklarını daha güvenli bir eve taşıyan, muhtemelen liberal bir adam, "Yemen'i bu hale getirenler" başlığı konabilecek bir tweet attı:
"İşte şu yukarıdaki üçlü Yemen'i becermeye başlamadan önce aşağıdaki üçlü bizi bu bok çukuruna soktu. Olgudur!"
Tweet'e eşlik eden, "alttakiler-üsttekiler"in sıralandığı kolaj şu:


(Adamın adını, profil fotoğrafını falan örttüm, neme lazım; gidip Yemen'de bulup tepesine binmeye kalkacak birilerini tanıyorum da....)

Bu, Türkiye'de hükümet yanlısı cephede infial yaratabilecek bir iddia. Herhangi birimiz böyle bir laf etsek bin kişi üstümüze çullanır. Ama demek ki Yemen'den bakılınca böyle görünüyor. Stratejik Derinlik'in varsayımları, dayanakları, hedefleri bakımından önem taşıyabilecek minik ayrıntılar bunlar. Kayda geçsin diye aktarıyorum burada.

Stratejik Derinlik, herhalde tarihin görüp göreceği en büyük çuvallamalardan biri.

Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil el Arabi’nin “Türkiye, İsrail ve İran Ortadoğu bölgesindeki gelişmelere müdahale etmeye çalışıyor” sözlerine Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç’in, Birlik'in Türkiye temsilcisini bakanlığa çağırıp verdiği "kabul edilemez" cevabına dair haberin linkini de buraya eklemeliyim sanırım.