30 Mayıs 2016 Pazartesi

Yine Roboski, yine cehalet

Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Roboski (Ortasu) köyünde ikinci bir felaket yaşandı. Kaçağa giden Roboskili köylüler bu defa top ateşine tutuldu, 18 yaşındaki bir genç, Vedat Encü hayatını kaybetti. 30 Mayıs saat 02:10 itibarıyla, köylülere top atışının sebepleri hakkında aydınlatıcı bilgi elimizde yok. İlk anda söylenenler, çatışma olduğuna, Silahlı Kuvvetler'in kimi vurduğunu bilmeden vurduğuna dair ortaya atılanlar, söylenenin aksini düşündürüyor daha çok. Yaralılar var, durumu ağır olanlar var. İzlemeye çalışıyorum, başka birçok kişi gibi.

Ve dehşetle görüyorum ki, toplumsal vicdanda onca iz bırakmış olması gereken o katliam hakkında, gencecik yaşlarında paramparça edilerek öldürülen insanlar hakkında, olayın cereyan ettiği yerdeki yaşama koşulları hakkında hâlâ sefil bir cehalet hüküm sürüyor ve olduğu gibi, yeni olaya dair düşüncelere yansıyor.



2011 Aralık'ındaki Roboski Katliamı üzerine yaptığım filmi Vimeo'da şu açıklamayla sunmuştum:
28 Aralık 2011'de, Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Roboski (Ortasu) köyünde otuz dört köylü, Türk Hava Kuvvetleri'ne bağlı jetler tarafından bombalanarak öldürüldü. Türk basını, devlet ne diyecek diye on küsur saat bekledi. Bu sırada köylüler yakınlarının parçalanmış cesetlerini taşıyorlardı. Üç gün sonra, sokak ve salon eğlenceleriyle yılbaşı kutlandı - hiçbir şey olmamış gibi. Gelmiş geçmiş en vicdansızca yılbaşı kutlaması herhalde buydu. Devlet, olayı soruşturup sorumluları yargılamadı; olay hakkında tatmin edici bir açıklama bile yapmadı. Mazlumder ile İnsan Hakları Derneği, olayın hemen ertesinde "Roboski Platformu" adı altında kampanya başlattı. "34 yalnız bir sayı değildir" görüşünden yola çıkan kampanya sırasında, ölenlerin kısacık -çoğu henüz yirmi yaşında bile değildi- hayat hikâyeleri yazıldı, dağıtıldı. İki derneğin desteğiyle çekilen bu filmde, "o gece"nin kısa bir öyküsü ile birlikte, esas olarak, otuz dört insanın hikâyesi yeralıyor.
Bir daha sunayım. Bizim yapabileceğimiz bundan ibaret. Öğrenmek, aktarmak.

26 Mayıs 2016 Perşembe

Blog'ta niye yeni yazı yok? - Maruzat

Değerli Riya Tabirleri okurları, izleyenleri, bir süredir buraya yeni yazılar koyamıyorum, çünkü hayırlı bir iş için yoğun şekilde çalışıyoruz. Bir arkadaşımın filminin kurgusunu yapıyorum. Bu tür kalıcı işleri gündelik hayhuyumuzdan daha fazla önemsiyorum, zira biz gideceğiz, kitaplar, filmler kalacak. Ve bizim beceremediklerimizi becereceğini umduğum sonraki kuşakların işine yarayacak. Kurgu işi, yanısıra başka şeylerle uğraşabileceğiniz cinsten bir uğraş değil. Anca P24'e haftalık yazım için günde birkaç saat olan biteni izlemeye çalışıyor ve yazımı yazıyorum. Riya Tabirleri'ni bir tür tek kişilik orkestra gibi sürdürme amacımı terk etmiş değilim. Burada sürdürmeye çalıştığım gazetecilik faaliyetine değer veren insanların -eksik olmasınlar- varolduğunu biliyorum, bu yüzden böyle bir açıklama yapmayı gerekli gördüm. Çünkü bu filmi bitirdikten sonra bir başka arkadaşımla bir başka filmin kurgusuna başlayacağım muhtemelen! "Ee, ama çok oldun!" demeyin; hem arada buraya da yazmaya çalışacağım hem de uğraştıklarımız, emin olun, "hayırlı" işler. Saygılarımla.

20 Mayıs 2016 Cuma

Var mısınız "müstehcen" tarifine?

Son yılların en müstehcen fotoğrafı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde çekildi. "Millet"ten ne anlaşıldığını, anlaşılan şeyin bir ülkede yaşayan, vergi veren, soluk alan insanlardan pek farklı bir şey olduğunu gösterdi bu kare. İçinde pek çok küçük şey vardı ama büyük olan herhangi bir şey yoktu. Meclis, zaten iptal edilmişti, şimdi imha ediliyor; karede bu gözüküyordu. Olayın Türkiye'de geçtiği ise doğruydu. P24'teki yazımı bu sefer bu fotoğrafa ayırdım: "Ne gülüyorsunuz?"


11 Mayıs 2016 Çarşamba

Ne iyi ettiniz, Burhan Bey

Giderek tek kişi çevresinde yoğunlaşan iktidarın gelinen aşamadaki vaziyetini, tek tweet’te yoğunlaşmış şekilde, Burhan Kuzu özetledi. Veya toparladı. Veya, belki, yumurtladı, demek daha doğru olabilir. 10 Mayıs gecesi geç saatlerde, şöyle dedi, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Anayasa profesörü Burhan Kuzu, dilbilgisi, cümle kuruluşu ve imlâ bakımından bugüne kadarki performansı gözönünde tutulduğunda hayret uyandıracak kadar kusursuz mesajında: “Avrupa Parlamentosu, yarın Türk Vatandaşlarına Avrupa yolunu vizesiz açacak raporu görüşecek. Yanlış bir karar verirse Mültecileri göndeririz!” (Kendisi beni bloklamış, link veremiyorum.)

Kusursuz diye takdim ettin ama, diyeceksiniz, Mültecileri’nin M’sini büyük harfle yazmış. Ben de şöyle cevap vereceğim: Ona bakarsanız, Vatandaşlarına’nın V’si de büyük. Ve burada, Burhan Bey’i bilmesek derindeki bir bilgeliğin belirtisini bulabiliriz. Görünmeyen bağlantıya usulca işaret etme zerafetini: Ülkemizde varolmayan şeylerin baş harfini büyük yazıyorum, siz anlayın!

Çünkü Türkiye’de nasıl kavramın asgarî tanımını karşılayacak anlamda vatandaş yoksa, mülteci de yok. Evlerini, barklarını, kurdukları hayatları, verdikleri kurbanları arkalarında bırakarak, canları dahil her şeylerini yitirmeyi göze alarak yollara düşen, çoğu Türkiye'nin katkısıyla böylesine alevlenen Suriye içsavaşından kaçan insanlar, mülteci değil çünkü. Mültecilik hukukî bir statü, Türkiye de bunu yalnız Avrupa’dan gelenlere layık görüyor. Vallahi mevzuat böyle! Avrupa'dan kimse de gelip buraya iltica etmediği için gül gibi yaşanıyordu ki, Suriyeliler çıkageldi, üstelik daha da gelsinler diye numaralar çevrildi. Ve fakat arzulananlar gerçekleşmedi, Esad devrilemedi, gelenler geri gönderilemediler, rahatlar bozuldu, sahte canyelekleri imal etmek, bunları takıp ölecek çocukları bunların imal edildiği yerlerde bizzat çalıştırmak, Ege Denizi’nde etrafı fazla rahatsız etmeden insan boğma sanayisi kurmak gibi yükler bindi insanımızın üzerine.

Burhan Kuzu’nun açık mesajı, sadece sahibinin karakterine dair fikir vermekle kalmıyor; ülkeyi bütünüyle ele geçirmeye soyunmuş güç odağının niteliğine dair, Uzakdoğu stili minimalist bir tasvir gibi. (Şu andaki iktidar koalisyonunun nasıl oluştuğu, yapısı ve hedefleri konusunda Nokta’da Gökhan Özgün şahane bir yazı yazdı: “Sivil değil, resmi darbe”. Tek kelime aktarmaya kalkarsam iş yazının bütününü aktarmaya varabilir, bu yüzden adını anıp geçiyorum.)

Kuzu’nun mesajı, muktedir gücün hayatımıza yön veren birçok özelliğini birden barındırıyor: Hukuksuzluk, hukukun yerine koz kullanma, gücü gücü yetene yöntemi, tehdit-şantaj, insanları piyon-araç olarak kullanma, metalaştırma, pervasızlık, pişkinlik, vicdansızlık...

“Yahu şu Avrupa da 3 milyarı verecekse versin”deki üç milyardan Burhan Bey’e bu hüneri için azıcık pay ayrılması yerinde olacaktır.

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Gazetecilik kuralı: Muhabirlik yapmazsan alet olursun

Stratejik iletişim alanında ulusal güvenlik danışman yardımcısı olarak görev yapan bir Amerikalı, Ben Rhodes, gazeteciliğin bugününe, eksikliğine, gazetecilik doğru dürüst yapılmadığında nasıl karşıtına, bilgi vermek yerine hakikatin öğrenilmesini engelleyen bir mekanizmaya dönüşebileceğine dair ibretlik sözler söyledi.

Bu kadar önemli oluşları, bu sözlerin ilk defa böyle ifade ediliyor oluşundan değil. Olgusal bakımdan da önemli, söylenen, orası veri. Ancak bunları özel kılan, yaşanmış bir süreçten hareketle, bizzat süreci yöneten kimse tarafından, yani basını yönlendirmeyi başaran siyasetçi tarafından açıklıkla dile getirilmeleri ve bu kimsenin, kendini başarısını övmek yerine, kolayca başarı kazanmış oluşunu sorun sayıp buna dikkat çekmesi.

ABD-İran nükleer pazarlığına ilişkin konuşulurken, Rhodes, görüşmelerin “ılımlı” Hasan Ruhani’nin başa geçişinden sonra başlatıldığına dair bir “anlatı”yı kamuoyuna nasıl sunduklarını anlattı. Oysa bu pazarlığa İran’ın Ahmedinecad’lı “kemik” yönetimi varken girişilmişti, ama kamuoyunu ikna etme bakımından, “yönetim ılımlılara geçtikten sonra bu adım atıldı” hikâyesinin daha elverişli olacağı öngörülmüştü. Rhodes, gazetecileri kullanarak her istediklerini kamuoyuna istedikleri gibi iletebildiklerini belirtti.

ABD-İran nükleer pazarlığı konusunun ayrıntılarının burada yeri yok. Mesele ettiğim kısım, Ben Rhodes’un sözleri, şöyle:
“Bütün bu gazetelerin dışarıda büroları vardı. Artık yok. Moskova ve Kahire’de ne olup bittiğini açıklayalım diye bizi arıyorlar. Yayın organlarının büyük bölümü dünya olaylarına dair haberlerini Washington’dan yapıyorlar. Konuştuğumuz muhabirlerin ortalama yaşı 27 ve muhabirlik tecrübeleri sadece seçim kampanyası izlemekten ibaret. Bu köklü bir değişim. Sahiden hiçbir şey bilmiyorlar.”
Olayın gazetecilik "asgarîsi"nde çıtanın bizdekinden fersah fersah yukarıda bulunduğu ABD'de yaşandığını hatırlatmayı münasip buluyor, bütün bunların bizleri ilgilendirmediğini, Türk basınıyla alâkası olmadığını ayrıca belirtmiyorum artık...

6 Mayıs 2016 Cuma

Can'a silahlı saldırı - ilk izlenimler

Gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül'ün yargılandığı davanın karar duruşmasına verilen arada bir silahlı saldırgan Can'a ateş etti, NTV muhabiri Yağız Şenkal bacağından yaralandı. Saldırıya dair ilk izlenimlerim şöyle:

1. Saldırgan Murat Şahin'in hali tavrı, baştan sona, inanılmaz rahat. Tamamen ne yaptığını biliyor.
2. Saldırgan açıkça, öldürmek amacıyla ateş etmiyor, yaptığının bir "silahlı mesaj" eylemi olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyor.

6 Mayıs, dinmeyen sızı

Bundan 44 sene önce o kötülük koalisyonu yirmili yaşlarındaki üç genci coşkuyla katletmeseydi belki de bambaşka bir yakın tarihimiz olacaktı. Belki başı dik bir toplum olacaktık.


Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in asılması, gerçekte bir kurban ayiniydi. Tarih boyunca birçok egemen zümre, tâbi sınıfların yaşamına-ölümüne karar verme gücünün kendi elinde olduğunu göstermek için insan kurban etmişti. Türkiye'yi halen yöneten kötülük koalisyonu da bu geleneği sürdürmüştü.

5 Mayıs 2016 Perşembe

"Hoca"nın vedası: "Kutlu hareket", "tek umut", şu bu

Ahmet Davutoğlu'nun başbakanlık ve AKP genel başkanlığından uzaklaştırılması vesilesiyle okkalı bir "Hoca" yazısı yazdım, P24'e ilettim (şurada: "Derin değildi, kırıksız atlatır"). "Hoca"nın hocalığı neydi, ne diyordu, işi bittiğine göre rafa kaldırmak lazım, yeri neresidir, nereye kaldıracağız... bu konularda gerekeni aklımın erdiğince anlattım. Burada Davutoğlu Ahmet Bey'in veda konuşmasından seçtiğim iki başlığa dikkatinizi çekmek istiyorum.

Davutoğlu, mensubu bulunduğu partiyi, bir "kutlu hareket" diye niteledi ve bu hareketin “dünya mazlumlarının tek umudu” olduğunu ileri sürdü. Kendisi, Türk sağcılığına kendini kutsal sayma pervasızlığını bahşedenlerin piri, kendine hayranlığın, ben-merkezciliğin, giderek kendinden başkasını saymamanın, görmemenin vaizidir. Son konuşmasında bize bunu bir defa daha açıkça gösterdi.

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Kraliçenin liste başı olması daha büyük ihtimal!

Dünyanın en önemli futbol organizasyonu Premiere League, beklenmedik, ama hiç, sahiden hiç beklenmedik bir sezon sonuna ulaştı: Hiç ama sahiden hiç beklenmedik bir takım, Leicester City şampiyon oldu. Vaktiyle sahici futbolseverin ağzına "işte bu oyunu bunun için seviyoruz" klişesini yakıştıran, sahici futbolseveri pek mutlu eden cinsten bir sürpriz. Günümüz futbol sanayisi ve piyasasında neyin ne olduğunu maalesef görmüşler içinse bir nostaljik esinti, bir züğürt tesellisi.