27 Ekim 2016 Perşembe

Beyaz Saray'a göre öyle bir mevzu geçmemiş

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'nın ordusu ve desteklediği silahlı gruplar marifetiyle Suriye'de girişeceği operasyonlara dair net konuştu. Erdoğan, önce El-Bab'a yürüneceğini, Menbic'ten YPG'nin çıkmaması halinde oraya girileceğini, El-Bab harekâtının Rakka'ya uzanacağını ileri sürdü. Başbakan Binali Yıldırım ve Millî Savunma Bakanı Fikri Işık da bu iddiaları destekler mahiyette sözler ettiler.

Söylenenlere bakarsak, ortada bir harekât planı var, ötesi berisi düşünülmüş; üstelik Ankara mevcut şartlarda bu planı uygulayabilecek ilişkileri kurmuş, onayları almış veya, dahası, bunu tek başına uygulayabilecek kudret ve imkâna sahip.

Cumhurbaşkanı ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sanki yarın sabah kalkışacağı bu harekâta ilişkin sözkonusu plandan ABD Başkanı'nı da haberdar ettiğini açıkladı. Erdoğan telefonla görüştüğü Obama'ya bunları söylemiş. Obama ne cevap vermiş? "Buyurun tabiî, durduğunuz kabahat" mi demiş? Veya, "katiyen olmaz" diye itiraz mı etmiş? Bilmiyoruz. Cumhurbaşkanı açıklamadı.

Beyaz Saray'a bakılırsa açıklayamazmış zaten. Zira Erdoğan bize "ona söyledim" dediği şeylerden Obama'ya sözetmemiş, Foreign Policy'nin aktardığına göre. Beyaz Saray'dan sözkonusu telefon görüşmesine dair yapılan açıklama, "El-Bab'a gireriz, Menbic'ten çıkarız, sonra ver elini Rakka" yollu hiçbir şey içermiyor. Bunlar konuşulduğu halde Beyaz Saray "o mevzu geçmedi" der mi?

21 Ekim 2016 Cuma

Fırat Kalkanı, Kürtlere yöneldi,
yeni "hava krizi" kapıda

Fırat Kalkanı Harekâtı'nın amaçları konusu gün geçtikçe ilginç boyutlar kazanıyor. Esas hedef "güvenli bölge" oluşturmaksa amaçların bulanıklaştığını, yok eğer, bütün maksat Kürtlerin etkinlik alanını kısıtlamaksa bunların giderek netleştiğini söyleyebiliriz. Şu anda görünür gündelik somut hedef, öyle anlaşılıyor ki, YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) ilerleyişini durdurmak ve onlara olabildiğince fazla zayiat verdirmek. TSK desteğinde hareket eden Suriyeli silahlı muhalif grupların bu şekilde, ülkeleriyle ilgili hedeflerini bir yana bırakıp bütünüyle Ankara'nın gündelik askerî hedeflerine tâbi davranmaları başlı başına ilgi çekici bir mevzu, o da ayrı.

[ EK / 17:30 / FIRAT KALKANI'YLA HALEP'E DOĞRU MU? • Ankara'nın desteklediği silahlı gruplardan Nureddin el-Zengi Tugayları ve Feylak el-Şam, hem de Fırat Kalkanı Harekâtı'nı ismen zikrederek, "yeni safha"ya geçileceğini, Suriye ordusunu kuşattığı Doğu Halep'ten püskürteceklerini ileri sürdüler. TSK destekli grupların, Fırat Kalkanı ile ele geçirilmiş bölgeden hareket edip Suriye ordusuyla çarpışmaya girmesi halinde neler olur, düşünmek bile ürpertici. Üstelik böyle bir harekâtın, İdlib'den Fetih Ordusu'nun Halep'e doğru girişeceği bir operasyonla birlikte yürütüleceği iddiaları da var. Kimileri, böyle bir durumda Türk ordusunun Halep'e ilerleyecek ÖSO'cuları açıktan desteklemeyeceğini söylüyor. Ancak bu, Ankara'yı işin dışında tutmaya yetecek mi? Provokasyonun bu kadarı göze alınacak mı? ]

ŞAM'IN UYARISI, MOSKOVA'NIN TAVRI • 19-20 Ekim gecesi, gözde medya tabiriyle "bir ilk yaşandı", Türk jetleri ve topçusu, Fırat Kalkanı Harekâtı'nın başlamasından bu yana ilk defa Efrin Kantonu'nu, SDG güçlerini doğrudan hedef aldı. Böylece TC savaş uçakları Suriye hava sahasına "DAİŞ'le mücadele" ile alâkası olmayan bir sebeple girmiş oldu. Şam yönetimi, bunun tekrarlanmasına izin verilmeyeceğini ilan etti, hava sahasına izinsiz giren savaş uçaklarını "eldeki bütün imkânları kullanarak düşüreceğini" duyurdu. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, "Türk Hava Kuvvetleri'nin Suriye'nin kuzey bölgelerinde düzenlediği söylenen hava saldırıları nedeniyle çok endişeliyiz", dedi. "Anladığıma göre bu saldırılar Kürtlerin yaşadığı bölgelere düzenleniyor." Lavrov'a Şam'ın "bir daha girerlerse düşürürüz" tehdidini de sordular, "Suriye egemen bir devlet" cevabını verdi.

SDG'Yİ DURDURMA • 19-20 Ekim gecesi havadan ve karadan bombalanan yerlerde SDG'nin ne kadar kayıp verdiğine dair rakamlar aşırı derecede farklı. Ankara'ya göre 160-200 arası "YPG-PKK savaşçısı" öldü, SDG'ye göreyse can kaybı 10'dan fazla değil. (Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne -uluslararası kısaltması SOHR- göre 11 kişi.) Ancak binaların, yerleşim yerlerinin (köylerin) bombalanması, elbette SDG güçleri için ekstra alarm durumu yaratıyor. Daha önemlisi, El-Bab'a doğru giriştikleri harekâta sekte vuruyor. Öte yandan, Türk Silahlı Kuvvetleri ve desteklediği ÖSO kuvvetlerinin de El-Bab'a doğru kayda değer bir ilerlemesi görülmüyor. Bunlar daha çok SDG'yi durdurmaya ve Efrin Kantonu'ndaki çeşitli yerleri bombalamaya -veya almaya- çalışıyorlar.

Bugünkü gelişmeler

O gece yaşananları haritalı olarak aktarmaya çalışmıştım. Bugünkü yeni haritada, TSK ile ÖSO'nun 21 Ekim günü hedef aldığı yerler, ilaveten, SDG'nin harekâtına dair bir-iki ayrıntı yeralıyor.


TSK+ÖSO ATAKLARI • Tel Rıfat, üç gün önce ÖSO'nun "askerî bölge" ilan edip SDG'den boşaltmasını istediği büyük köy. Bugün TSK buraya topçu ateşi açtı. ÖSO'nun elindeki Mare'nin hemen batısında bulunan Şeyh İsa da hem TSK hem ÖSO tarafından top ateşiyle hedef alındı. Ümmü Hoş, Hasecik ve Ümmü Kura, dün Türk uçaklarınca havadan vurulan yerler. İlk ikisi bugün de vuruldu. Hasecik, karadan karaya füzelerle, Ümmü Hoş Howitzer toplarıyla. Ümmü Hoş ile Şeyh İsa arasındaki Harbul (Herbul? Herbel?) da yoğun olarak hedef alındı. Burada bir YPG konvoyuna da top ateşi açıldığı ileri sürüldü. YPG, bir savaşçının öldüğünü açıkladı. SOHR'a göre TSK, SDG ve Kürt mevzilerine 70 roket attı. Son haberler/iddialar ise, ÖSO güçlerinin Efrin'in uzantısı durumundaki sarı bölgeye doğru araç konvoylarıyla harekete geçtikleri yolunda (bunlar henüz teyit edilmedi).

SDG HAREKÂTI • SDG'nin El-Bab'a doğru giriştiği harekâtın ilk hedefinin haritada rengi koyultulmuş oval alanla yaklaşık olarak gösterdiğim tepeleri ele geçirmek olduğu söyleniyor. SDG burayı alırsa, artık Efrin'in uzantısı haline gelmiş sarı bölge ile Suriye ordusunun elindeki bölge arasındaki kalacak "İslâm Devleti" örgütü (DAİŞ-IŞİD) güçlerini kıskaca almış, kuşatmış olacak. O bölgedeki Piyade Okulu'nda İD'in önemli bir komuta merkezinin olduğuna dair bilgi kırıntıları ortalıkta dolaştı. Tepelerin El-Bab'a yönelik operasyonlar açısından da kritik olduğu belirtiliyor.

(Belirtmem gereksiz ki, bu bilgileri özellikle askerî açıdan teyit etme, değerlendirme şansım ve bunun için yeterli donanımım yok; işten anlayan birileri yorumlayabilir diye aktarıyorum.)

[ EK / 18:05 / Bianet'in şu haberinde güzel bir toparlama ve ilgili pek çok habere linkler var. ]

20 Ekim 2016 Perşembe

19-20 Ekim - Suriye, TC sınırı, Efrin

19 Ekim Çarşamba'yı 20'sine bağlayan gece Türkiye-Suriye sınırı ve az ötesinde bugüne kadarki en yüksek askerî hareketliliğe sahne oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri, YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) doğrudan hedef aldı, TSK destekli ÖSO'cularla SDG bünyesindeki Ceyş el-Suvar ve YPG arasında çatışmalar çıktı. Türk jetleri SDG ve YPG mevzilerini, ayrıca Efrin Kantonu'nda çeşitli yerleri vurdu. Buna karşılık SDG, El-Bab'ı hedeflediği anlaşılan ilerlemesini sürdürdü. SDG'nin ele geçirdiği birkaç köy de hem jetler hem topçu tarafından vuruldu. Bir de, Türk askerlerinin tanklar ve iş makineleriyle Suriye'ye girip güvenli sınır kapısı açma operasyonu var.

Aşağıdaki haritada numaraladığım yerlere göre madde madde aktaracağım.


1 / Türkiye'de Kuşaklı civarı, karşısında Suriye'de Akrabat var. 50 kadar Türk askeri buraya tanklar ve iş makineleriyle girdi, yerel halka, içeriye doğru ilerlemeyecekleri, inşaat işini bitirip çıkacakları yolunda güvence verdiler ve belli ki özel amaçlarla kullanılacak bir sınır kapısı inşa etmeye giriştiler. Bazı kaynaklar Türkiye'nin buradan da askerî harekâta kalkışacağını ileri sürdü, ama inşaat versiyonu geçerli gibi duruyor. Buranın hemen kuzeyinde Atme var; yani "İslâm Devleti" örgütünün iki ayrı bombalı saldırıda 40-50 kişi öldürdüğü yer. Çoğunlukla silahlı grupların elemanlarının barındığı bir mülteci kampının da bulunduğu Atme'nin güvenliğinin sağlanmasından umut kesilmiş olmalı ki, biraz ötesinde böyle bir işe kalkışılmış.

2 / Efrin'in Cindires ilçesine bağlı Der Belût köyü. Türk topçusu geceyarısından sonra buraya 13 atış yaptı. Burada ne vardı, niye burası vuruldu, henüz bilmiyoruz. Aynı ilçede Hemam ve Mele Xelil köylerine de Türkiye'den topçu atışı yapıldı.

3 / Raco ilçesine bağlı Meydan-Ekbis. Türk topçusu yine geceyarısından sonra burayı da vurdu. Efrin'in bu bölgelerinin Fırat Kalkanı Harekâtı ile ilk bakışta alâkası yok. Ama yoksa "sınır güvenliği" denirken Efrin Kantonu'nu kısmen yok etmek de mi hedefleniyor?

4 / Tel Rıfat. ÖSO'cular dün burayı "askerî bölge" ilan ettiler, bugün de topa tuttular. SDG bünyesindeki Ceyş el-Suvar, karşılık verileceğini, top atışının yapıldığı yerlerin hedef alınacağını duyurdu. Gece, Türk topçusu burayı da Fırtına obüsleriyle vurdu.

5 / SDG, doğuya, El-Bab'a (6) doğru ilerlemeye çalışıyor. TSK'nın atakları bu ilerleyişi durdurmayı amaçlıyor. 5 no'lu dairenin civarındaki çeşitli yerleri SDG aldı, Türk Hava Kuvvetleri de buraları defalarca vurdu. Ümmül Hoş ve el-Hasiyye'ye 12 hava akını yapıldığı ileri sürüldü. Ümmül Kura'da TSK jetleri Ceyş el-Suvar kuvvetlerini bombaladı. Fiilen bu durum, SDG ile TSK+ÖSO'nun, İD'in çekildiği her yer için kapışması demek.

6 / El-Bab. Henüz İD'in elinde. TSK ile ÖSO buraya yaklaşık 10 km uzaklıkta. Şimdi SDG (YPG) de yaklaşık aynı mesafede.

Olan bitenin bir kısmı, "El-Bab yarışı"nın gerekleri gibi duruyor ve savaşın akışı içerisinde olağan sayılabilir. Tabiî bu, sonuçları da mâkûl sınırlar içinde kalacak anlamına gelmiyor. Yeni düşmanlıklara, trajedilere kapı açılıyor. Yeni sınır kapısı inşaatı ise, varolanın güvenliğinin sağlanamayışına işaret ettiğinden, sınırda denetlenemeyen, önlenemeyen İD eylemlerinin bundan böyle hep mümkün olacağına delalet. Efrin'e yönelik bombalamaların amacı ve yolaçabilecekleriyse şimdilik meçhul. Türkiye'nin Efrin'le upuzun bir sınırı paylaştığı düşünülürse, bunlar hiç hayra alâmet değil. Gerek görülen her durumda Suriye topraklarına dalınmasının da muhtemelen ilave tatsız yankıları olacaktır.

[ EK / 20 EKİM / 14.25 / Şurada da ek bilgiler var. ]

16 Ekim 2016 Pazar

Dabık'ın kaybı - İD militanı neler diyor?

George Washington Üniversitesi'nde cihatçılık, yabancı savaşçılar ve din sosyolojisi üzerine çalışmış Twitter kullanıcısı Amarnath Amarasingam (@AmarAmarasingam), bağlantı kurduğu bir "İslâm Devleti" örgütü militanına, Dabık'ın düşmesi üzerine neler düşündüğünü sordu. Militanın cevaplarını aktaracağım.

Pek çok yerde yazıldı çizildi, ben de kısaca anlattım, Türkiye sınırına yaklaşık 10 km mesafedeki 3500 nüfuslu Dabık köyü, muhtemelen uydurulmuş bir hadise dayanılarak, İD tarafından, "Kıyamet'ten önceki son savaş"ın cereyan edeceği yer olarak takdim ediliyordu. Ve örgüte özellikle Batı'dan yabancı savaşçı akınında, Kıyamet'ten önceki son savaşta şehit olma arzusu muazzam etkili bir cezbedici motif olarak rol oynamıştı. O kadar ki, İD'in 1400 yıllık İslâm tarihi ve kültüründen seçe seçe dergisine koyduğu isim, Dabık'tı (Dabiq).


14 Ekim 2016 Cuma

İD bu defa da Azez'de "beliriverdi"

"İslâm Devleti" örgütü (DAİŞ-IŞİD), Türk Silahlı Kuvvetleri desteğindeki Suriyeli silahlı grupların denetiminde bulunan Azez'de bombalı araç saldırısı yaptı; ölü sayısını kimi haberler on beş, kimileri otuz gösteriyor, "düzinelerce" de yaralı var. Saldırı mahalli, "Azez'in kuzeyindeki Nedim benzin istasyonu yakınları" diye tarif ediliyor. Yani Türkiye toprakları ile Azez arasında bir yerde. Burada ÖSO'cuların kontrol noktası varmış. DHA'nın haberine göre, saldırı ABD askerlerinin aracı geçerken yapılmış ve ölenler arasında ABD askerleri de var.

Yine aynı meşum soruyla karşı karşıyayız. Daha önce İD'in Atme'de gerçekleştirdiği iki saldırıda da bu soru ortada bütün haşmetiyle duruyordu ve cevapsız kalmıştı. Saldırıyı yapan İD militanları gayet sıkı denetim altındaki topraklardan geçerek buralara nasıl geliyorlar? Yoksa zaten bir şekilde oradalar mı? Lütfen bakınız: Atme'de ikinci saldırı - İD neden bu kadar becerikli? (Burada ilgili başka yazılarıma da linkler var.)


Öncüpınar-Bab el-Selam sınır kapısının Azez'e uzaklığı 4-5 km. İD'in elindeki en yakın toprak parçasının Azez'e uzaklığı yaklaşık 13 km. Bir tarafta Türk ordusunun denetimindeki sınır kapısı, hemen yanda Kürtlerin Efrin kantonu ve tetikteki YPG. Saldırının yapıldığı yerde zaten TSK destekli ÖSO'cular kol geziyor. Israrla soruyoruz: Nasıl oluyor da oluyor? Kimse cevap vermiyor, oralı olmuyor, bu da akla gelen pis ihtimalleri güçlendiriyor.

Bu patlamalar, katliamlar, sınırın ötesinde olsa da artık Türkiye'deki hayatın parçaları. Bu saldırıdan sonra da yaralılar Kilis Devlet Hastanesi’ne getirildi, meselâ. DHA'nın Kilis kaynaklı haberinde, "Sınır hattındaki güvenlik önlemleri artırıldı," deniyor. Niye acaba? Ve: şimdi artırıldı ise patlama öncesinde nasılmış?

Suriye'deki harekâta ilişkin gelişmelerin "aldık, ezdik, geçtik, bitirdik" tantanalarıyla aktarılmasının ne kadar yanlış ve ayıp olduğu bininci defa ortaya çıktı. İD'in birtakım topraklardan çekilip buraları TSK+ÖSO'culara bırakması, oraların alındığı, "temizlendiği", bir daha kimsenin oralara bulaşmayacağı anlamına gelmiyor. İD'çiler mütemadiyen biryerlerden çıkıp bu tarz katliamlar yapabiliyorlar. Belli ki bunlara önceden hazırlanmışlar, "Fırat Kalkanı" bunları önlemek üzere geliştirilmiş etkili tedbirler içeriyor mu, görülüyor ki pek şüpheli.

Gergerlioğlu: Dünya fânidir, hesap günü çok ağırdır

Ömer Faruk Gergerlioğlu, eski Mazlumder başkanıdır; yıllardır, çölde bitki yetiştirmeye çalışır, yani bu ülkede insan hakları mücadelesi verir. (Özgeçmişini merak eden, şuradan bakabilir.) Gergerlioğlu'nun neden önemli veya değerli bir insan olduğunu anlatmaya kalkmayı ayıp sayarım. Onu memuriyetten açığa almışlar. Bu konudaysa ayıp olmayan söz söylemem mümkün değil.

Ömer Faruk Bey sitesinden bu konuda bir açıklama yaptı. Onun açıklamasını alıp buradan da yayımlamak, bir devletin kendini rezil edişine bir de bu mevzuda tanıklık etmek, Ömer Faruk Bey'e de dayanışma duygularımı ve selamlarımı iletmek istedim. Lütfen okuyun:


6 Ekim 2016 Perşembe

Atme'de ikinci saldırı - İD neden bu kadar becerikli?

Türkiye sınırında, Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye Kürtlerinin en batıdaki kantonu Efrin'in silahlı gücü YPG ve cihatçı ağırlıklı silahlı grupların ortayerinde bulunan Atme mülteci kampında "İslâm Devleti" örgütü (DAİŞ-IŞİD) yeni bir bombalı saldırı gerçekleştirmeyi başardı, kimi haberlere göre 29, kimilerine göre 40 kadar insan öldürdü.

Ölenlerin çoğu başka cihatçı gruplardan savaşçılar. Üstelik aralarında önemli isimler var. Fırat Kalkanı Harekâtı'na kadar Ankara'nın gözdelerinden olan Nureddin el-Zengi örgütünün şeriat mahkemesi hakimlerinden, Yüksek Fıkıh Konseyi üyesi Halid el-Seyid ve yardımcısı Muhammed el-Ferc bunlar arasında. Ahrar el-Şam örgütü komutanlarından Hişam Halife de öyle.

İD Atme'de daha önce de bir bombalı saldırı yapmış, -tam öğrenilemedi ama- on beş kadar insan öldürmüş, yirmi kişiyi yaralamıştı. Bu saldırıda örgüt, başka örgütlerin cihatçı militanlarını taşıyan otobüsü uçurmuştu. Bu saldırıda pek çok tuhaflık vardı; saldırının yapılabilmiş olması bile büyük tuhaflıktı. Bu blogta iki yazı ("Türkiye sınırında patlama - otobüste katliam" ve "Sınırda havaya uçurulan otobüs ve bazı gerçekler") ile, bir de Duvar'a yazdığım "Nerede, nasıl havaya uçtu bu otobüs?" başlıklı yazıyla sözkonusu tuhaflıkları gözönüne sermeye çalışmıştım. Şimdi İD aynı yerde ikinci bir saldırı daha yaptı. Katliam demek daha doğru aslında.

Yaptığım haritaya bakın: İD'in bu kadar hassas, her biri her an tetikteki bu kadar çok silahlı kuvvetin bulunduğu yerde bu işleri nasıl yapabildiğini anlamak zor. Atme'ye en yakın İD toprağı 40 kilometre kadar uzaklıkta.


Acaba birtakım İD elemanları kendilerini öbür cihatçı grupların içerisinde rahatlıkla gizleyebiliyor, sonra, zamanı gelince kolayca eyleme geçebiliyorlar mı? Ellerini kollarını sallaya sallaya buraya gelip bombalı eylemler yapmaları hiç akla yakın gözükmüyor? Bu kadar kritik yerde nasıl bu kadar kolay hareket edebiliyorlar?

[ EK / Bu olayda MİT'ten üç görevlinin de hayatını kaybettiğine dair iddia için bkz. Ahmet Takan, "Atme'de şehit düşen üç MİT mensubu" ]

2 Ekim 2016 Pazar

Hülâsa: O iyi insandır, siz kötüsünüz

Baktığı yerden bakamazsınız, gördüğünü göremezsiniz.
Yazdığının tek satırını yazamazsınız.
Anlıyoruz öfkenizi.
Lâkin sizsiniz bu hale getiren kendinizi.
Ne giderilemez eksiklik bu sizinki.
İçinizde iyilik olaydı belki dua ederdiniz. Artık o da tutmaz.
Kürt diye içeri attığınız adam Türkçe'yi en iyi yazanlardan biri.
İçinizde iyilik olsa, çatlayıp patlamak yerine sevinirdiniz.
Hepsi bir yana, temiz insandır, iyi insandır o adam.
Siz olamazsınız.
Kelebek görseniz eziyor, çiçek görseniz bozuyorsunuz.
Size âlemin hain kötü adamlığı düştü.
Mutsuz etmeyi öğrendiniz; yakmayı yıkmayı.
Bari tövbe etmeyi bilseydiniz.

* * *

Murat Özyaşar’ın, kendi kuşağının öykücüleri arasında çok geçmeden ayırt edileceğini öykülerini ilk okuduğumda da düşünmüştüm. Doğu’nun içinden çıkıp edebiyatın kılcaldamarlarına yürüme cesareti vardı onda. İçinden çıktığı kültürün kendini kısıtlayabilecek bütün yaşamsal sıkıntılarından yazınsal yazının derinliğine dalarak kurtulabileceğini çok erken görmüştü.


"... berber razi'nin camı buğulanmış, gidip oraya harf harf dökülesim var..."
bi' aydır şu cümle üzerinde dönüp dönüp düşüyorum, sonra düştüğüm yerde binlerce parçaya ayrılıp sağa sola dağılıyorum. bu ne zulüm bi'şeydir, bu nası bi' çıldırmışlıktır?
su gibi akıyor diye tanımlanır hani bazı kitaplar; bu akmıyor, su gibi duruldukça duruluyor.


Murat ile Sibel üç hafta kadar önce Mavi Lorin'i aramıza katmışlardı.

Murat Özyaşar’ın ilk öykü kitabı “Ayna Çarpması”nı okuduğumda uzun zaman yolunu gözleyeceğim bir yazarla karşılaştığımı içten içe sezmiştim. Gerçekten de aradan geçen yedi yıl boyunca bekledim. Nihayet yedi yılın sonunda “Sarı Kahkaha” çıkageldi. Kitabı okuduğumda Murat Özyaşar’ın hangi yolları aştığını, yazısına neler eklediğini görünce şaşırmadım ama büyük bir sevinç duydum. Yolunu gözlemeye devam edeceğim için...


O sarı kahkahalar...
Her şeyi yaptırıyor anlatıcılarına! Askerlik anısı da anlattırıyor, taşra sıkıntısını da, ölen babasına Türk edebiyatının gördüğü en iyi ağıtlardan birini de yakıyor, varoluşsal dertlerine değiniyor! İster minimal biçimde, ister klasik üslupla olsun hepsinin hakkını veriyor, kimi zaman şiir de yazıyor cümlelerinin arasında!



Murat Özyaşar ismi, yayımladığı ilk öykü toplamı Ayna Çarpması'ndan beri akıllarda.
Akıllarda çünkü Özyaşar, daha bu ilk öykü kitabında "kendine ait bir oda" ayırmıştı edebiyat dünyasından. Yazarın, Ayna Çarpması kitabı yayımlandıktan sonra Haldun Taner ve Yunus Nadi gibi iki nitelikli edebiyat ödülüne değer bulunması da bu odanın Özyaşar'a ayrıldığının önemli göstergeleri aslında. Ona ayrılan bu oda ise oldukça korunaklı ve kendine has döşenmiş ziyaret edilesi bir âlemdi adeta. Geriye, Özyaşar tarafından bu odayı her yazdığıyla biraz daha genişletmek, daha kendinden bir evren haline getirmek kalmıştı ancak bunun için uzunca bir zaman beklemek gerekti. Çünkü Özyaşar, verimlerini hemen ortaya çıkarmak konusunda biraz çekingen davranan bir kalem açıkçası. Her ne kadar daha ilk öykü kitabıyla dikkatleri üzerine çekip kendi dönemindeki öykücüler arasında farklı bir yerde durduğunu hemen belli etse de, ikinci öykü kitabını okumak için yedi yıl beklemek gerekti.