30 Mart 2015 Pazartesi

Sarkis Seropyan'ı kaybettik

Agos'un ilk gününden itibaren Hrant'ın yanındaydı Sarkis Seropyan. Bu ülkenin kara ruhu Hrant'ın sözüne tahammül edemeyip onu aramızdan ayırdığında Agos'un en eskisi olarak kaldı. Baron Seropyan, bir demirbaş, bir miras, bir ruh, bir tarih... ve Agos'un havasını bir şekilde solumuş hepimiz için bir dayanaktı, bir kurumdu, onun orada olduğunu bilmek iyiydi, hattâ şarttı. Hastalığı bir anda saldırmış üzerine. Herkes şaşırmış. 28 Mart günü onu kaybettik. Çok şey kaybettik. Görmüş geçirmişliği, olgunluğu, çelebiliği, "ona bir şey olmaz" dedirtiyordu. Tanıyanlar için büyük bir kayıptır. Çok sevdiğim, saygı duyduğum bir insandı. Nur içinde yatsın.


Güle güle Baron Seropyan. Seni kötü hatırlayacak hiç kimse yoktur herhalde...

Kürdün katırı

Radikal, 26.03.2015


Bizim mahallede sokak hayvanlarına özel ilgi gösterilir. Çıkıp sokak sokak dolaşarak kedileri köpekleri besleyen birçok insan var. Bazılarının hali vakti yerinde değil, üstlerinden başlarından anlaşılıyor; yine de hayvan beslemeyi aksatmıyorlar. Hele biri var, o köşede belirdiği anda kediler sofraya oturup beklemeye başlıyorlar. Adam yiyecek vereceği kedileri -otuzun üzerinde kedi- tek tek tanıyor, her birinin önüne yiyeceğini koyarken ona bir-iki söz söylüyor. Bir defasında yiyeceği paylaştırırken ortalıkta görünmeyen bir kedi sonradan çıkagelince adam üzüntüden perişan oldu, telaşa kapıldı. Öbür kedilerin önündeki yiyeceklerden azar azar alıp geç gelene de bir porsiyon çıkardı, “Hay Allah, benim hatam” diye söylene söylene gitti. “Fark edemedim işte yokluğunu, benim hatam...”

Belki insandan umudu kesmiş insanlar bunlar; insandan dost olmayacağına karar vermişler bir aşamada. Belki yalnızlık, mecburiyet; belki sadece tercihleri, istekleri bu. Bilmiyorum. Yine de, sadece hayvanı beslemiyor, insanlık diye bir şey varsa, bir yerinden tutup yaşatmaya çabalıyorlar diye düşünüyorum.

26 Mart 2015 Perşembe

Nefretin kıyısında - AJ Türk'e göre Husiler

Al Jazeera Türk, Suudi Arabistan önderliğindeki Sünni-Selefi koalisyonun Yemen'i bombalamaya başlaması üzerine bir derleyici-toplayıcı haber yaptı. "Yemen'de 'İran-Suud savaşı'" başlıklı yazıyla, olan biteni "mercek altına almış"lar, öyle dediler. Bu yazının "Husiler kimdir?" arabaşlığı altında yeralan kısmını aktarıyorum:
Yemen ile Suudi Arabistan sınırında bulunan Sada kent merkezinde yaşayan Husiler önceleri, Hz. Muhammed'in torunları olan ilk 5 İmam'ı (Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, İmam Zeynelabidin ve İmam Zeyd) meşru İslami önder kabul eden ancak Sünni Müslümanlar ile teorik ve pratik alanda çatışmayan Zeydi mezhebine mensup.

25 Mart 2015 Çarşamba

Yeni kamplaşma bildik eski formülle mi olacak?

Radikal, 24.03.2015



Dünün gürültü patırtısı hakikaten “gelmiş geçmiş...” sıralamasında üst sıralara layıktı. Bu nasıl bir pazartesi? Kırmızı? Yeşil? Alacalı bulacalı? Üstüne hâlâ Newroz'un kırmızı-yeşil-sarısı düşüyor, bir yandan da siyahlar, griler... Şunu yıllardır iddia ederim: Türkiye'nin bir haftasından, diyelim bir Alman gazetesine bir yıllık manşet çıkar.

Haftaya yurttan karışık canhıraş seslerle başladık. Hükümet propaganda aygıtından elemanların “büyü bozuluyor” hayıflanmalarıyla “elverin beyler!” çağrıları birbirine karıştı. Saray muhafız alayı komutanlığına soyunan Melih Gökçek'in isyan lideri Bülent Arınç’a savurduğu tehditli hakaretli bumeranglar henüz havadayken, bir kısmı Hıristiyan veya Budist olmasa bütün dünyayı tek başına gütme peşindeki cumhurbaşkanı başkalarını “koltuk sevdası”yla itham etti. (Gökçek'in merdivendeki kıyafet balosuna çok yakışacağına itiraz edeni ciddiye bile almam.)

Ve tabiî kendisine böylesine sağlam bir çoğunluk iktidarı bahşetmiş vaziyetin, bütün patırtıya rağmen, bilincinde olduğunu gösterdi: “Marjinal ateistler bizi anlayamaz,” dedi.

24 Mart 2015 Salı

Allah ülkelere lider tayinine ne zaman başladı?

23 Mart günü, herhalde Türkiye siyasî tarihine yeni bir Ankara Savaşı olarak geçecek. Bu defa, arkalarındaki gücü kestiremediğimiz tek kişilik ordular karşı karşıya geldi. AKP'nin esas lideri cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a itirazını yüksek sesle dile getiren Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in tweet saldırısına uğradı. Gökçek Arınç'ı "paralellerden emir alıp partide nifak çıkarmakla" suçladı, ona "seni istemiyoruz, git!" dedi. Bülent Arınç da, bakanlar kurulu toplantısından çıkışta Gökçek'e haysiyetsiz, terbiyesiz gibi sıfatlar yakıştırmanın yanısıra, "sen o paralellerin kucağında oturdun" dedi, Gökçek'i "Ankara'yı parsel parsel satmakla" itham etti. Gece vakti Gökçek, önce CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın "Tarafsız Bölge"sine çıkacakken vazgeçti, sonra görünüşte zehir zemberek, ancak yakından bakıldığında pek temkinli ve sünepece bir cevabî açıklama yayımladı, Arınç'ı mahkemeye vereceğini duyurdu.

Bu kısımlarını biliyorsunuz. Burada kayda geçsin diye özetin özeti olacak tarzda aktardım. Ancak Gökçek'in tweet'leri içinde, o hayhuy arasında gözden kaçan, en azından hak ettiği ilgiyi görmeyen bir ifade vardı ki, onun kayda geçmesini özellikle önemsiyorum.

23 Mart 2015 Pazartesi

Monica Lewinsky'nin muhteşem konuşması

ABD Başkanı Bill Clinton'la ilişkisi yüzünden hiç de istemediği şekilde meşhur olmak zorunda kalan bir gencecik kadındı Monica Lewinsky. Skandal patladığında 22'sindeydi, şimdi 41 yaşında. Konuşmasına, seyircilere, "Hanginiz 22 yaşında şimdi pişman olduğu bir hata yapmadı?" diye sorarak başlıyor. "Belki bazılarınız benim gibi, patronuna aşık da olmuştur," diye devam ediyor. "Ama sanırım sizin patronunuz Amerika Birleşik Devletleri'nin başkanı değildi." Sonra, yaşadığı korkunç döneme ait anılarını, ayrıntılı anlatmıyor, ama, diyebilirim ki, ağırlıklarını belli ediyor.

Monica Lewinsky, TED Konferansları kapsamında konuşuyor. (TED hakkında ayrıca bilgi isterseniz tıklayın.) Başından geçenleri anlatmak değil amacı; sadece lafa oradan giriyor. Sözü getirdiği konu, "sosyal linç" veya "internet linci". "Ben bu çapta sosyal lince uğrayan muhtemelen ilk insanım," diyor Lewinsky. "Çünkü daha önce anca üç kaynaktan haber alabiliyorduk: gazete, radyo, televizyon. Oysa benim kahramanı olduğum skandalda artık internet vardı." Dedikodu, bilgi, aşağılayıcı mesajlar, hakaretler, artık sadece bir tık mesafedeydi.

19 Mart 2015 Perşembe

Ben beceriksizlik yaptım diye hakikat değişmeyecek

Takat denen şey, sonsuz sınırsız değil anlaşılan. Memlekette yorulmadan tıkanmadan gün geçirilemediği ve ertesi gün yine bir şekilde bu döngüye devam edilebildiği için, insan bunun mecburiyetten ileri geldiğini, ancak güç yettiğince sürdürülebileceğini kavramamış olabiliyor. Bir gün bir yerde, daha evvel kırk bin defa tekrar ettiğiniz için ezbere bildiğiniz şeylerin içinizde biryerlerde topak olup takılıp kaldığını, dışarı çıkmadığını, bunu zorlayacak halinizin olmadığını, ama galiba zaten böyle bir şeyin içinizden de gelmediğini hissediyorsunuz. İnsan içindeyseniz, olmayacak yerdeyseniz, vaziyeti idare etmeye çabalıyorsunuz, ama herkes sizdeki eksikliği fark ediyor.

Samanyolu Haber televizyonuna gidip, Hrant Dink cinayeti konusunda bir tartışma programına katıldım. Açıkçası, derli toplu birşeyler anlatabilirim derdindeydim. Bunu beceremedim; hem programın akışı izin vermedi hem de ben fırsatları iyi değerlendiremedim.

18 Mart 2015 Çarşamba

TC klasiği: insandan ömür çalmak

Radikal, 17.03.2015


Bir SHP milletvekilinin Türkiye'de “Kürt sorunu” olduğunu, “Kürtlere baskı yapıldığını” yüksek sesle dile getirmesi üzerine Meclis'te olaylar çıkmıştı. Henüz yılın ilk günlerinde. Üç ay sonra, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Topluluğu'na tam üyelik başvurusu yapacaktı. Beren Saat dört, Kıvanç Tatlıtuğ beş yaşındaydı. Devlet, yeni yetme bir Kürt gencini hapse koydu.

Bir yıl sonra Berlin Duvarı, ondan da bir yıl sonra Doğu Bloku, Sovyet egemenlik sistemi yıkıldı. Soğuk Savaş bitti. Hapishane duvarlarına bir şey olmadı. Onlar sağlamdı. Turgut Özal cumhurbaşkanlığını 12 Eylül'ün liderinden devraldı.

Serhat hapisteki birinci yılını doldurur ve bu saçmalığın bir an önce sona ermesini ümit ederken dünyaya gelen Thomas Müller, genç takım aşamalarını geçip Alman millî takımının yıldızı olacaktı. Müller takım arkadaşlarıyla birlikte Dünya Kupası'nı kaldırdığında saçmalık, acımasızlık ve gaddarlığa dönüşmüş olacak, yirmi altıncı yılını geride bırakacaktı.

16 Mart 2015 Pazartesi

Dindar lider tarih yazıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Gezi isyanı sırasında polis tarafından başından gaz fişeğiyle vurularak hayatını kaybeden Abdullah Cömert'in annesine karşı dava açmak istedi. Savcılığa yapılan suç duyurusunun gerekçesi: "Tehdit"! Buna, Abdocan'ın annesi Hatice Cömert'in ettiği bir bedduanın bahane edildiği söyleniyor. (Beddua, Cömert'ler Özgecan Aslan'ın ana-babasına taziyeye gittikleri sırada edilmiş.)


Haberin duyulmasından bu yana birkaç saat geçti; hükümete yakınlık duyan İslâmcı şahsiyetlerden, Müslüman yazar-çizer-düşünürlerden bu konuda ses çıkmadı. Oğlunu öldürdüğü anaya devletin bir de tehdit davası açarak eziyet çektirmesi, anlaşılan, yine sadece muhalif birtakım insanları rahatsız ediyor. Huzursuz da mı etmiyor? Kimsenin içine bir korku da mı düşmüyor; zulmün bu kadarı fazla, zulmün bu kadarına ortak olmak fazla... gibi şeyler geçmiyor mu kimsenin aklından?

[ EK / 23:09 / Cömert ailesinin avukatı, savcılığın, "tehdit" iddiasıyla yapılan suç duyurusu hakkında takipsizlik kararı verdiğini açıkladı. Umarım böyledir. Savcılık, Hatice Cömert'in bedduasının "yakarış" sayılması gerektiğine, "tehdit suçunun unsurlarının oluşmadığına” hükmetmiş. Bu elbette, yapılan gaddarlığı hafifletmiyor. Ayrıca, bakalım savcıya ne olacak... ]

14 Mart 2015 Cumartesi

Ya o güzide kuruma şey olursa?!..

Radikal, 12.03.2015


Hayır yani, “bu güzide kurumumuza yapılmaz” demişler, ondan fena oldum ben. Hakikaten yapılmaz. Hem kurum bu; kurum ne demek, devlet demek; kuruma yapılmaz; hem de güzide kurum ki, güzide kuruma hiç yapılmaz.

Hakan Fidan MİT'i bırakırken cumhurbaşkanı kendisini uyardı. Dedi ki, “yapma” dedi; “yapma” demiş yani; “yapma dedim” dedi. Ve fakat lafını dinletemedi. Mazallah!

Herkes de dedi ki, “Efendim, Hakan Bey'in tercihine saygı duymak lazım,” dedi. Saygı da duyuldu Allah için. Cumhurbaşkanı bile hepimize her fırsatta reva gördüğünün binde birini savurmadı Hakan Bey'in kafasına. Uçaktakilere dert yandı. Eş dost hizmetkâr arasında, “Yapma dedim, yaptı” diye sızlandı, o kadar.

12 Mart 2015 Perşembe

Ölüm de yalnızlık da durduramıyor şımarıklığı

Erol Büyükburç evinde ölü bulundu. Çok renkli, pervasızca girişken, öncülükler etmiş bir pop yıldızıydı. Türkiye'de pop yıldızı müessesesinin kurucularından sayılır. Müzisyen Demirhan Baylan'ın (@demirhanbaylan) onun ardından attığı tweet, müzik dünyası insanı olarak Büyükburç'un anlam ve önemini pek güzel özetledi: "...çok kapılar açtın".

Büyükburç'un ölümünün ardından meşhur sosyal medyamızdan izleyebildiğimiz tepkiler, günümüzün şımarık "büyükşehir insanı"nın, bildiklerimiz gördüklerimiz dışında daha nelere kadir olduğunu ortaya koydu. Ölüme ve ölüye saygının on dört yaşında bir çocuğun hayaletinden korkan cumhurbaşkanı tarafından resmen ve dinen ortadan kaldırılışı, anlaşılan, bu cumhurbaşkanını hiç sevmeyen birilerinin de işine gelmiş. Hepsine yalnız ölü bulunmalar diliyorum.

Sosyal medyanın insana her mevzuda atıp tutma şansı vermesi, günümüzün bir gerçeği; getirilerine karşılık katlanılacak bir yere kadar. Lâkin bu kadar küstah ve düşüncesiz olmak zorunda mıyız? 79 yaşındaki bir insanın yalnız ölmesi, maalesef herkesin kolayca kavrayıp hissedebileceği bir durum değil, ey büyükşehir ahalisi! Beş dakika kendi başına kalmayı beceremeyen, hem aşırı hem sahte sosyallikten duygu fesatına uğrayan insanların Büyükburç'un ölümünü yalnızlık konusunda inciler döktürme fırsatı haline getirmesi karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. Öldüğü gün Büyükburç'la dalga geçerek kendini oyalayan ve neye yaradığı belli olmayan hayatını böyle geçirene söylenecekler belli; ama bu mevzuda sahiden kalakaldım. Yalnızlık, öyle her önüne gelenin hakkında laf edebileceği bir insan hali değil. Ayrıca ne kadarı, nasılı önemli. Üstüne konuşmak, basbayağı ehliyet ve haddini bilmeyi gerektirir.

Ne korkunç bir insanlık durumu yarattık hep birlikte.

11 Mart 2015 Çarşamba

Bugün Berkin'in ölüm yıldönümü

Berkin'le ilgili her ayrıntı, muktedir İslâmcıların vicdansızlığını herkese sonsuza kadar hatırlatacaktır. Kimsenin şüphesi olmasın. Ölmüş çocuğun annesini meydanda yuhalatma/yuhalama pespayeliği öyle bir kara leke, öyle bir pislik ki, sonsuza kadar uğraşsalar temizlenemez.

Din tüccarlarının, sattıkları mala pislemesidir.

Taş yürekli zalimler, o çocuğun kara kaşları kâbusunuz olacak. Ölümünüze yaklaştıkça daha sık göreceksiniz karşınızda. Kan ter içinde uyandığınızda tek bir şey hissedebileceksiniz: korku. Çünkü sizin o taşlaşmış yüreklerinizin bile altında çatır çatır çatırdayacağı ağırlıkta bir suç işlemiş olduğunuzu, pişmanlığın en ufak faydasının olmadığını anlayacaksınız. Beter olun.

Rahat uyu, diyemiyorum çocuğum sana. Bil ki, seni koruyamadık, biz de rahat uyuyamayacağız. Ama bu dinmeyen iç sıkıntımız, gülüşlerimizi solduran büyük üzüntümüz dahi, sana ve sevdiklerine bu kaderi reva görenlerin çekeceği kahra yaklaşamayacak.

Tavır “duruş” oldu, siyaset kimlik gösterme

Radikal, 10.03.2015


En etkileyici kullanımı: “belli bi duruşu var”. En yaygınlarından biri: “demokrat aydın duruşu”. Spiker hitabı: “tabiî sizin bu konuda bir duruşunuz olduğu için...” Filan...

1970'lerde, meşhur 68 Kuşağı'nın yarattığı altkültürü sağlamlaştırdığımız, zenginleştirdiğimiz dönemde, herhalde en sık kullanılan kavram, “tavır”dı. Her konuda “doğru devrimci tavır” aranır, tarif edilir, tartışılır, kapışılırdı. Çoğu zaman ifrata kaçardık. Siyasetin konusu olamayacak mevzularda bile “doğru devrimci tavır” arardık.

İfrat bir yana, böyle bir kavramın hayatımıza yön verir hale gelişinin altında şüphesiz her an her konuda “devrim için” çalışma gereğine inanmamız yatıyordu.

(Bunlar bugünün insanlarına komik dahi görünebilir; ancak sizi temin ederim ki, doğru devrimci tavrı bulmakla uğraştığımız günlerde hayatımız, bugün kavranması pek mümkün olmayacak tarzda, daha anlamlıydı. Neyse...)

5 Mart 2015 Perşembe

Kaba sensin, taş da sana düşsün

Hükümet propaganda aygıtının -yanılmıyorsam- on üç yazarı, yaratıcılık gösterip kişisel versiyon geliştiren birinin ürettiği nüans dışında, köşeyazısına aynı başlığı attı: "Diliniz kaba, vicdanınız taş". Bu, Türkiye'deki temel meselenin siyasî değil ahlâkî olduğunun yeni bir kanıtı yerine geçiyor. Zira kabalıkta ve vicdansızlıkta sınır tanımayan bir propaganda aygıtının utanmaz temsilcileri, hem çıplak hem çok tehlikeli bir yalanın yalanlığını gizleyebilmek uğruna yeni numaralar sergiliyor, yeni düzenbazlıklar yapıyorlar.

Bakın, şurada Kabataş yalanı konusunda yazdığım yazıların linkleri yeralıyor; tıklayın, bir göz atın. Kabataş yalanı, yalan mıydı değil miydi denecek bir hadise değil. Üstelik, korkunç bir kışkırtıcılık örneği. Bu yalan, linç girişimlerine sebep olabilirdi. Sırf söylenmesiyle bile yarattığı duygusal gerilim, toplumsal ortamı zehirlemeye yetti.

Meclis'in de yarısı kadın olmalı

Radikal, 05.03.2015


Yine her gün bir başka yerde cansız kadın bedenleri bulunuyor. Cinayetleri işleyenler, anlaşılan, eskisi gibi, anlık cinnet veya aşırı öfke sonucu böyle bir halt edip darmadağınık vaziyette yakalanan bildik katillere benzemiyorlar. Kadını öldürüp ardından kendini vuranlar falan da anlaşılan polisiye romanlarda kalacak anca. Kadınlar öldürülüyor, cesetleri bir şekilde ortadan kaldırılıyor, en azından vakitlice bulunamayacakları umulan biryerlere götürülüyor, sürükleniyor, atılıyor... Soğukkanlıca işler bunlar. Hepsi korkunçtu, ama şimdikiler ayrıca beter.

Şahsen, işçileri patronların kurtarabileceğine inanmadığım gibi, bugünün dünyasının, hele Türkiye'sinin yetkili erkeklerinin toplumsal hayatı kadınlar için daha güvenli hale getireceğine de inanmıyorum. Kadınlar insanlığın yarısı olduğu için, şöyle bir silkinseler hayatı kökten değiştirebileceklerine inanıyorum. Neden olamıyor? Derin ve uzun tartışma konusu.

2 Mart 2015 Pazartesi

TTNET'in tuhaf tezgâhı

Telefon çaldı. 440375 no'lu telefondan arıyorlardı. Daha önce denediğim bir şeyden emin olmak için açtım. Önce ses çıkarmadım, sonra "efendim?" dedim. Karşıdaki otomatik mekanizma, ses verirseniz harekete geçiyor, ses vermeden beklerseniz öylece duruyorsunuz karşılıklı. Bunun zararı, sizi arayanların listesinde "aranmamış-konuşulmamış" gözükmeniz, dolayısıyla sizi durmadan yeniden aramaları. Cevap verirseniz yine tekrar aranabiliyorsunuz, ama en azından hemen ve aynı konum tarafından değil.

Her neyse, cevap verince karşıma çıkan nazik genç adam, bana öncelikle "bilgilerimi araştırmalarına izin verip vermediğimi" sordu. Israrla, her cümlesinin başında "TTNET olarak..." demeyi ihmal etmeden, bana avantajlı internet paketleri sunabilmek için bilgilerime bakmaya ihtiyaçları olduğunu anlatmaya çalıştı. Ben de ısrarla, hangi bilgilerimi, nereden, nasıl araştıracaklarını sordum. Hiçbir somut cevap veremedi.

Soru şu: Bana internet paketi önermek için TTNET'in, zaten sahip olduğu, adım, soyadım, adresim, telefon numaram ve halihazırdaki paketim dışında, nasıl bir bilgiye ihtiyacı var ve ısrarla sorup onay almaya çalıştıklarına göre, nasıl bir potansiyel hak ihlali sözkonusu?

Herkesin haberi olsun, uyanık olunsun hem belki konuyla ilgili birileri belki harekete geçer diye buraya yazıyorum. Kimbilir nasıl bir çakallık var yine...

1 Mart 2015 Pazar

Güle güle Yaşar Abi

Bazı insanlar öldüğünde, kaybın üzüntüsü arasından fitne-fesat ruhuma sızmaya çalışır. "Zaten fazlaydı bu ülkeye" diye bir düşünce geçer aklımdan - hep aynı zehirli bileşimle, aynı sığ öfkeyle. Ne yalan söyleyeyim, yine öyle oldu. Yaşar Kemal'in kitapları onyıllar boyunca "karine" sayıldı bu memlekette: basılan evde onun kitapları varsa, evdeki(ler) potansiyel suçluydu yani. Solcuydu. Çocuklarına ilk okutması gerekenler onun kitaplarıyken, millet de devlet de Yaşar Kemal'e yüzünü dönmedi, kulak vermedi. Yaşar Kemal'in kaybından sözetmeye "bu millet"in hakkı yoktur. Bu devletinse, bilemedin utanç içinde başını öne eğmesi veya özür dilemesi gerekir. Devlet adamları, "Yaşar Kemal'i de, başka birçok değerimizi de, solcu oldukları, muhalif oldukları için sizden esirgedik, yanınıza yanaştırmadık, sizi bundan yoksun bıraktık, özür dileriz," demeliler. Nihayet devlet adına insanca bir iş yapmak istiyorlarsa, Yaşar Kemal'e hürmeten, ancak bunu yapabilirler. Sahip çıkmak? Devletin Yaşar Kemal'e sahip çıkması? Sadece ayıp olur.


Çok tatlı bir adamdı Yaşar Abi. Hiç havalı değildi. Büyük yazar afra tafrası hiç yoktu. Samimiydi, sıcaktı. Siyaseten değil kalben muhalif ve solcuydu. Sevinebilen üzülebilen bir insandı.

Güle güle Yaşar Abi. Çok sağlam eser bıraktın dünyaya. Çok muktedirler, çok şımarıklar, çok naylon ilahlar ilaheler gelip geçecek, senin yazın kalacak kıyamete.

(NOT: Twitter'ı, Facebook'u, blog'u, sitesi, bütün internete yayılmış olan şu güzel fotoğrafı Muhsin Akgün (@muhsinakgun) çekmiş. Eline sağlık. Bunu ve Akgün'ün başka Yaşar Kemal fotoğraflarını koca koca gazeteler -meselâ Hürriyet- fotoğrafçının adını -ve tabiî hakkını- vermeden kullandı. Büyük ayıp ve aslında basbayağı hırsızlık.)