31 Mart 2014 Pazartesi

İyilik kazanamadı çünkü aday değildi

Şu kısa ömrümüze bir seçim daha sığdı. Anlamı ve işlevi bakımından seçmece bir hadiseydi. İyilik kazanamadı. İki sebepten; ilkini herkes biliyor: ötekilerin malına rağbet daha çoktu. İkinci sebepse galiba daha önemli: iyilik kazanamadı, çünkü seçime girmemişti. Şüphesiz muktedirlere oh çektiren ve bu sebeple ileride hayırla yâd edilmesi zayıf bir ihtimal olan 30 Mart yerel seçimleri evvelinde, esnasında ve sonrasında değerlendirmeler yapılırken işbu husus genellikle ihmal ediliyor. Girmediyse nasıl kazansın?

Hoş, yüzde kırk beşin halihazırdaki düşünüş-davranış tarzına bakılırsa, onların iyilikle kötülükle işi yokmuş gibi duruyor. Doğuştan sahip olunan ve gururla taşınması için özel hiçbir şey yapmak gerekmeyen kimlikler, üzerlerine oynanmak için pek elverişli malzemelerdir. Muktedirler bu işi iyi becerenler arasından çıkar.

Türkiye ahalisinin büyük kısmının, üzerine titrediği dinî kimliğini, vahim yolsuzluk iddialarına, açık açık söylenen, tekrarlanan yalanlara, ahlâksızca manipülasyon ve propaganda faaliyetlerine aldırış etmeksizin, birilerine hem kredi hem akaryakıt hem de silah olarak teslim edebildiğini gördük. Burada hakkında sorular sorulması gereken, milyonlarca insanın zekâsı, idrak kapasitesi değildir. Soru şöyle olmalıydı: hangi korku veya hangi arzu bu insanları hakikate göz kapatmaya, bile bile sınırladıkları, ötesini görmek duymak istemedikleri bir âlemde yaşamaya sevk ediyor?

29 Mart 2014 Cumartesi

İnternetteki sorunlar geçici değil mi yoksa?

Türkiye, Google DNS'lerini yasaklayan ilk ülke olarak tarihe geçmekle kalmadı, DNS hırsızlığıyla da efsane yarattı. Meselenin tam da hırsızlık olması, bugünlerde acı tebessümlere yolaçabilir. Ancak işin acı kısmı tebessüm kısmından daha mühim maalesef. DNS hırsızlığının mekanizması karışık, zar zor anlıyorum, anlatabilmem imkânsız. Allah'tan anlatabilenler var - ileteceğim. Şahsen, mevcut hükümetin, kendisine karşı sanal âlemde örgütlenebilen -ve buradan gerçek hayata taşabilen- muhalif tepkileri büyük sorun olarak gördüğüne ve önümüzdeki dönemde bunlara ilişkin gayet sert ve kalıcı tedbirler almaya çalışacağına inanıyorum. Yeni internet yasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte internette dolaşırken yaşadığım tuhaflıklara anlam yüklemeye çalışıyorum (normal zamanda da bir sürü tuhaflık yaşadığımızdan bu kolay değil). Bunlar zihnimde dolanırken, türk.internet.com sitesinde Füsun S. Nebil'in bir yazısını okudum ve bu konuda düşünecek herkesin okumasında fayda olduğuna hükmettim; buyurun: "Asıl Sansür Yeni Başlıyor ... AKP Kendini Aştı.. Kendi İnternet'ini mi Kuruyor?" (Bu arada, sayım sonuçlarının internet üzerinden ilgili yerlere iletileceği bir seçim öncesinde DNS hırsızlığı gibi kirli işler çevrilmesi, seçimin güvenilirliğine gölge düşürmeyecek mi, bu da ayrı sorun.)

Twitter'da "insan" (@marlboroinsani), şu anda Türkiye'de devlet zoru ve şirket hilesiyle çevrilen dümeni "...basitçe (teknik terime falan girmeden)" anlattı. Şöyle:

• Taksiye biniyorsun
• "Gezi Parkı'na gideceğim" diyorsun
• Taksici, "Ben karşının taksisiyim abi, bi soralım neredeymiş" diyor
• Taksici Gezi Parkı'nın adresini almak için durağı arıyor
• Duraktaki arkadaşları rehin almışlar; telsiz başında başka biri var
• Telsiz başındaki kişi, Gezi Parkı yerine taksiciye yanlış bir adres veriyor ve Gezi Parkı'na gitmek isteyen yolcunun kim olduğunu sorup not alıyor
• Gezi Parkı diye alâkasız bir yere gidiyorsun.


Meselenin bilgisine, mantığına ve teknik ayrıntısına vakıf olanlar için Stéphane Bortzmeyer'in "Hijacking of public DNS servers in Turkey, through routing" yazısı ziyadesiyle aydınlatıcı olacaktır. Birileri bunları okuyup olan biteni bize de sıradan faninin anlayacağı şekilde anlatınca müteşekkir kalıyoruz elbette. Şu işe bakın... siyasetçilerin para-pul hırsızlığı derken, devletin DNS hırsızlığıyla uğraşıyoruz!

Mart 2014 Hatırası


30 Mart yerel seçimleri hatırası. Twitter-YouTube yasağı hatırası. Tarlabaşı, İstanbul.

28 Mart 2014 Cuma

Bakın, meğer kim engellemiş!

Aşağıdaki, dörtlü Suriye toplantısı kayıtlarının yayımlandığı, Youtube'un yasaklandığı 27 Mart gecesi Star'ın sitesinde yeralan manşetlerden biri. Baktım baktım, mana veremedim. Çok mana, hiç mana... Şu vatana ihanetin lafını ne çok duyduk. Hayatımızdan eksik olmadı valla. Şimdi de Youtube'u kapatmış sanırım. Kim demişti: "Vatan, millet, bayrak kelimelerinden birini duyduğunuzda cebinizi falan kollayın." Abartılı görünüyor insana. E, değil işte.

27 Mart 2014 Perşembe

27 Mart, 22:20 - kayıt düşelim

Şu ana kadar olanları kabaca özetlemeye çalışayım:
1. Dışişleri Bakanı, müsteşarı, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanı'nın katıldığı bir toplantının ses kaydı yayımlandı.
2. Toplantıda konuşulanlar, Suriye'deki içsavaşa dair TC'nin muhtemel örtülü operasyonları ile ilişkiliydi.
3. Toplantı içeriği, savaş çıkartabilecek, uluslararası sorun yaratabilecek nitelikteydi.

İdris Naim Şahin'e kalmadık - kusura bakmayın

Faşizm her taraftan başını çıkarıyor. Ortalamamız o kadar elverişli ortam, zihniyetimiz o kadar bereketli toprak ki, faşizm her yerde yetişebiliyor, boy atabiliyor. Şuursuzluk bir rüzgâr; faşizmin tohumlarını her yere taşıyor. Yakın tarihin zihinsel, duygusal tutsaklıkları, takıntıları, yamuklukları faşizmi besleyip büyütüyor.

Dünyası, görüşü ve dünya görüşü birbirinden çok farklı insanlar elbette ortak bir siyasî hedef gözeterek biraraya gelebilirler. Hedef, şu anda Türkiye'de olduğu gibi, hükümeti devirmek, iktidarı bir siyasî ekibin elinden almak-kurtarmak olabilir. Ancak geleceğe uzantısı tarif edilmemiş bu tür amaçlar için 'her yol mübah' derseniz, bugününüzü kurtarmaya çalışırken geleceğinizi karartmanız tehlikesi yanıbaşınızda beliriverir.

25 Mart 2014 Salı

Mustafa eziliyor, susturun bunları!

Ekşisözlük'te "kıymalı makarna" başlığı altında girilen dört "entry":
1. Şu hayatta en nefret ettiğim yemek. Makarna denen muhteşem yiyeceğin boka çevrilmiş hali.
2. Şu hayatta en çok sevdiğim yemek. Makarna denen yavan yiyeceğin lezzete çevrilmiş hali.
3. Hastayken zorla yaptırdığım yemektir. Çocuk aklı işte. Halbuki yaptır şöyle güzelinden orman kebabı...
4. Ne yapsak da kıymayı ziyan etsek düşüncesinin ürünüdür.

"Kupon arsa"nın kime satılacağından hangi kanalda hangi altyazının geçeceğine, hangi savcının hangi işe bakacağından villanın fayansına her şeyi kontrol etmek isteyen dediğim dedikçi bir yönetici için anca kâbus yerine geçebilecek bir manzara. Üstelik internet şehrinin istisnasız herkese açık bir meydanında değil. Üstelik "Türk Millî Eğitimi"ne rağmen! Hayrettin Karaman'dan fetva alınabilecek bir mevzuya da benzemiyor. "Twitter belası"nın tezahürleri işte.

24 Mart 2014 Pazartesi

Polis MİT'çiyi eylemde yakalamış - sorun mu...

Bugün TV, İstanbul Emniyeti'nin eski istihbarat şube müdürü Ali Fuat Yılmazer'i iki defa ekrana çıkardı. Yaygaradan kaçınan, sakin sunucu Tarık Toros, Yılmazer'in heyecan ve hiddetini yatıştırmaya çalıştı. Zira Yılmazer, herhangi bir şekilde yaptıklarının hesabını vermek durumunda kalan tipik bir Türk devleti elemanı olarak, sıradan halkın önüne, yani bizim karşımıza çıkmak mecburiyetinden ötürü belli ki sıkıntıya girmişti. Kimi zaman inandırıcı olabildi, kimi zaman kalkan kaşlarımızı indirmeyi başaramadı. Her hâlükârda, TC devletinin içinde bulunduğu durumun nasıl kabul edilemez, nasıl sürdürülemez olduğunu, nasıl bir rezalete maruz yaşadığımızı biraz daha anladık.

22 Mart 2014 Cumartesi

Ne büyüklükte bir turp bizi keser?

Hem ahlâkî temel hem muhakeme kabiliyeti hem de demokrasi kültürü zayıfsa tehlike büyüyor. Hurafe ile menkıbe, dalavera ile manipülasyon yarı final oynuyorlar, kazanan finale çıkacak. Yöneticilerin yolsuzluğu, yalanı dolanı, kendini onların önüne atan hizmetkârlarının düzenbazlığı, utanmaz sıkılmazlığı, hepimizin maneviyatını bozdu. Muhalefet cephesi, büyük çoğunluğuyla, 25 Mart'ı bekliyor. "Turbun büyüğü" heybeden çıkacakmış! Diyelim çıktı. Demokrasi, özgürlük, insan hakları adına atılmış minnacık bir adım bile sayılmaz ki bu. Hem böyle böyle, şu ana kadar ortaya saçılanlar sıradanlaşıyor. Doğru mu bilmiyoruz elbette, ama düşünün, tarifeli yolcu uçağıyla terörün inlettiği bir Afrika ülkesine silah taşındığı iddiası "arada" kaynayıp gidebildi. Herkesi yerinden fırlatması gereken muazzam skandallar âdetâ takvim arkalarındaki "günün fıkrası"na döndü. 25 Mart'ta, Türkiye toplumunun zihniyetini, değerlerini, zekâsını, ahlâkını altüst edecek bir "tape" mi çıkacak? Ne olacak bu meselâ? Şu ana kadar öğrendiklerimiz neye yetmiyor da bu neye yetecek? Daha yakın zamanda ölüler, yaralılar vermiş bir özgürlükçü muhalefet hareketi kaderini ne idüğü belirsiz bir sebzeye bağlamaz. Tıpkı takma isimli çakma ajanlara bağlayamayacağı gibi. Şu anda hüküm süren, kötü ve tehlikeli bir haleti ruhiye. Zihnimize, kararımıza, hayatımıza sahip çıkalım.

21 Mart 2014 Cuma

Dikkat! - Kürtlere karşı kışkırtma seferberliği

Şu ana kadar hükümet üyeleri ve AKP danışmanlarının, AKP'ye yakın müteahhitlerin, işadamlarının kirli işlerine dair ses kayıtları yayımlayan kimselerden, yoğun bir şekilde, Kürt meselesinde Türkleri tahrik etmeye yönelik mesajlar yayılıyor. Birkaç başka adres de, bu işte sistemli olarak çalışıyor. (Twitter'da kısa bir süre geçirirseniz bunları sizin de tesbit etmeniz çok kolay.) Twitter yasağının bile, gündemi değiştirip Diyarbakır'da "PKK'nin Kürt devleti ilan etmesini" gizlemeyi amaçladığı iddia edilebiliyor. Çünkü Diyarbakır'da Kürtler canları nasıl istiyorsa o şekilde Newruz kutladığı için birileri hasetinden çatlıyor. Irkçılığa prim vermemeliyiz. Memleketi korkutucu bir kutuplaşmaya, içsavaş tehlikesine sürükleyen, bin türlü yolsuzluğa batmış bir siyasî kadrodan kurtulmanın bedeli, Kürtlere zulüm ve savaş günlerine geri dönmek olmamalı. AKP'ye, giderek ağır basan antidemokratik ve özgürlük düşmanı karakterinden ötürü muhalif olan insanların bu oyuna gelmemesi lazım. Bu blogu takip eden herkese, Kürtlere ve barışa karşı kışkırtıcılık yapanlar konusunda uyanık olma ve başkalarını uyarma çağrısı yapıyorum. Bu kaygıyı yaygınlaştıralım lütfen!

20 Mart 2014 Perşembe

Şey noktasında da sıkıntı var

Bir huyumuz pek hoş: Sözünü etmediğimiz şeylerin yok olacağını sanıyoruz. Bir yanda, ayakkabı kutularından sözetmezsek rüşvet, irtikap, hiçbiri hiç varolmamış sayılacak. Öbür yanda, cehalet ve makarna edebiyatına hız verirsek, AKP'ye bilinçle ve samimiyetle oy verenler buhar olacak. Olmuyorlar. Gerçekler, olgular, göz kapamakla, kulak tıkamakla ortadan kalkmıyorlar, adlarını anmasanız da rollerini oynamayı sürdürüyorlar.

Her gün yenisi ortaya çıkan ses kayıtlarının şehevîliği tartışılmaz. Demokratik meşruiyetini imha edecek adımları bizzat atan bir hükümetle zaten hiçbir meşruiyeti olmayan bir gizli örgütün karşılıklı mücadelesini el ovuşturarak izlemenin, ikisinden de hoşlanmayanlar için kaçınılmaz bir zevki var şüphesiz. Ama bu bir yandan muhalefetin konumunu da tarif ediyor: Seyirci veya dinleyici konumunu; en azından edilgen, tâbi konumunu.

18 Mart 2014 Salı

Birden aklıma esti, buraya bir Afrika haritası koyayım dedim. (İşaretli bölgeler örgütlerin ya denetimi altında ya da yoğun faaliyet gösterdikleri yerler. Başka birçok ülkede de grupları, faaliyetleri, kısmen denetleyebildikleri yerler var tabiî. THY ile her gün Nijerya'ya direkt uçulabiliyor.)

Neyse ki "Müslüman", AKP demek değil

Herhangi bir söz etmeyeceğim, gölge yapmayacağım. Şu iki olağanüstü metni sunmakla yetineceğim. Okuyun lütfen:

Mehmet Efe'den "Sınıfsız bir dünyanın ameleleri".

Çivi blogundan, "count, reset, count, reset digitally alhamdulillah" diye başlayıp "We are @cehennemin dibi" diye biten başlıksız bir metin.

15 Mart 2014 Cumartesi

Bizim geçmişimize bir şey olmaz,
sizin geleceğinize oldu bile

Eline silah verilmiş üniformalı genç adamların gaddarca davranışları hepimizi irkiltiyor. Polis bize nasıl bu kadar düşman kesilebiliyor? Akıl erdirmek kolay olmadığından, eliyor, dokuyor, kazıyor, kurcalıyor, galiba sonunda basit hakikatin üstünü örtüyoruz. Çünkü devletin bir elemanı, ahbabıyla dertleşirken, siyaseti, sosyolojiyi, psikolojiyi ufacık bir kaba döküyor, tek yudumda yutulabilecek bir hap imal ediveriyor. Yutması pek kolay, sindirmesi çok zor.

Şu: Amir, müdür, bakan, her kimse, polise, "Gidin, onların geçmişini s..in," diyor, "kulaklarından tutun, atın oradan!" Polis de geliyor, geçmişimizi değil ama bugünümüzü ve bazılarımızın geleceğini beceriyor. Kör ediyor, sakat bırakıyor, öldürüyor. Bakan, gösteri yapan vatandaşlardan "şerefsizler" diye sözediyor özel sohbetinde, "ibneler" diyor. Muammer Güler, Hrant Dink MİT görevlileri tarafından Valilik'e çağırılıp tehdit edildiğinde, öldürüldüğünde, cinayet saatinde olay yerini gösteren kamera kayıtları İstanbul polisince yok edildiğinde vs. İstanbul Valisi'ydi. AKP onu yükselte yükselte nereye koyacağını bilemedi. Kamu Güvenliği Müsteşarı yaptı. Milletvekili yaptı. Bakan yaptı. En yükselmiş hali, işte bu gördüğümüzdür.

13 Mart 2014 Perşembe

Burakcan'a da acımazlar, kimseye acımazlar, bilesiniz

Kara kaşlı Berkin'in ardından, şimdi de hayatının baharındaki Burakcan Karamanoğlu toprağa verilecek. Ne yazık ki, her şeyi bir yana bırakıp 21 yaşındaki bir oğlanın ölümüne üzülmemize yine imkân yok. Çünkü ölümün o uğursuz kokusu dışında, başka pis kokular da yayılıyor ortalığa. Gençliğini bizim gibi geçirmiş olan herkes sanırım lanetli bir tanıdığın mahalleye dönmüş olabileceği şüphesiyle tedirgindir. Korkumuz canımızla ilgili değil. Eğer yine başlıyorlarsa nice Berkin'ler nice Burakcan'lar kaybolup gidecek demektir. İktidarını sağlama alma uğruna birkaç yıldır toplumu ikiye bölüp birbirine düşürmeye çalışan bir siyasî lider, tam da böyle bir ortamda ölümcül olabilir. 14 yaşında polisin vurduğu bir çocuğun cenazesi için toplanmış, aşırı derecede hassas bir topluluğa (on binlerce kişi!) devletin geleneksel gaddarlığı ve duyarsızlığıyla saldır, gecesine de "öbür tarafı" galeyana getirecek bir cinayet işlensin. Üstelik, cinayet anından başlayarak, "Gezi'ciler öldürdü" kampanyaları açılsın. Olay, provokasyona en açık semtlerden birinde, âdetâ böyle bir sonuca yolaçmak üzere tezgâhlansın! Sanki Veli Küçük'lerin serbest kalışını kutlamak için tertiplenmiş bir tören gibi... 19 yaşımdan beri siyasî muhalif olarak devletle muhatabım. Genç kardeşlerim, gözünüzü seveyim şunu aklınızdan çıkarmayın: Bir yerde ateşli silah varsa, devlet kesin oralarda bir yerdedir. Bu ülkede, sırf Berkin'in ölümü herkesin vicdanını sızlattı diye, bunu "telafi etmek" için "bir de karşıdan" insan öldürmeyi gayet doğal sayacak, görev kabul edecek, bunu gözünü kırpmadan yapacak "vazifeliler", "birimler", "teşkilatlar" var. Bunlar paralel maralel değil, esas devletin parçalarıdır. Burakcan'ları kışkırtırlar, "cepheye" sürerler, gerek görürlerse canlarını alırlar... Ateş eden, kendini devlete düşman sayıyor da olabilir, fark etmez. O her kimse, ne arıyordu elinde silahla gece vakti orada? O silah onun elinde ne arıyordu? Nasıl gelmişti eline? Maalesef bütün bunlar, 21 yaşındaki bir delikanlının hayatını kaybetmiş olmasının başlıbaşına ne büyük felaket olduğunu gölgeleyecek. Burakcan'ın ailesine, arkadaşlarına başsağlığı diliyorum. (Barış Ünver, gece boyu ulaşabildiği verileri toplamış, "Burakcan Karamanoğlu'nun ölümünün perde arkası" başlığıyla biraraya getirmiş. Şu an için, bu karanlık olay üzerine düşünmeyi sağlayabilecek, eldeki en düzgün malzeme bu.)

12 Mart 2014 Çarşamba

İnsan kimdir, karakter nedir?
Bağış, Tayyar, Gülen, Demirel

Egemen Bağış adlı kimse, Berkin Elvan'ın cenazesi yüzbinlerce insan tarafından kaldırılırken şu tweet'i attı:
Terörün bitmesinden ve kardeşliğimizden rahatsız olup çözüm sürecini hedef alan nekrofillere de gereken cevabı milletimiz 30 Mart'ta verecek.
Yani bu şahıs, cenazeye katılan, adalet arayan vicdan sahibi insanlara "ölü sevici" dedi. Kendisine verilmek üzere bir ödül düşünüyorum. Ne ödülü, henüz bulamadım. Bu blogu izleyen herkes bilsin diye bu kaydı düşüyorum. (Sonra silmiş, "alâkası yok" diye açıklama yapmış, yani daha da beter durum, "karakter" açısından.)

Şamil Tayyar adlı kişi de şu tweet'iyle cibiliyetini ortaya koydu:
Gazi olaylarının 19.yıldönümüne denk gelecek şekilde eğer Berkin'in fişi çekildiyse bu söz az bile.
"Fiş çekme" ha? Vaziyet budur. Malzeme budur. 15 yaşında çocuğun siyasî amaçla "fişini çekebilecek" birileriyle karşı karşıyayız. Herkesi kendileri gibi biliyorlar, mesele de budur.

Fethullah Gülen ile Süleyman Demirel de taziye mesajları yayımladılar. Çok üzülmüşler, ondanmış. Eminim, acayip samimidirler. Şahane insanlar!.. Gülen'e tek kelimelik bir şifreyle cevap vereceğim, anlar herhalde: "Hrant..." Bir şey ifade ediyor mu? Eder eder... Sussa daha iyi olmaz mıydı? Kaldı ki, Gezi isyanında gaz tüfeğiyle gözlere kafalara nişan alan polislerin kaçı onun elemanlarıydı acaba?

Demirel'e gelince: Bir siyasetçi bize bütün o yaşattıklarını yaşatacak kadar kalpsiz olabilirmiş, sayesinde öğrendik, ama öyle bir hayatın üzerine bugün böyle bir açıklama yapacak kadar... ne?.. ne..? bulamıyorum; olabilir mi? Olabilirmiş demek. Berkin gibi onlarcası katledilirken "Kahramanmaraş'ı bırakın Fatsa'ya bakın," diyen, herhangi bir cinayet karşısında yüzünde kıvrım oynamayan Milliyetçi Cephe lideri... Allah'tan o kara kaşlı çocuk duymuyor bunları; bir daha kahrolacaktı.

10 Mart 2014 Pazartesi

Cemaat'in Kürt takıntısı - "Kesin bilgi"

Zaman yazarı Ali Ünal, AKP'yi "niye benimseyemediğini" anlattı ("Bir AKP analizi", 10.03.2014). İki ana sebepten benimseyememiş. İkincisi, yani "...İslâmî hedefleri realize etmesi mümkün olmayan bir iktidarın İslâmî veya İslâmcı temelli olduğunu inkâr için uygulamalarıyla İslâm’a kesin zarar vereceği" düşüncesi, burada konumuz değil. İlki ise, "İslâm dünyasını parçalama planı olan BOP veya GOP"a Türkiye’de anca “İslâmcı kökenli bir iktidarın hizmet edebileceği" endişesi. Peki burada esas korkulan ne? Ali Ünal'a göre şu:
Bölgede, bu köşede sürekli ikaz edildiği üzere, büyük bir Kürdistan’ın kurulması da plana dahildir; PKK, bilhassa bunun için vardır. Başbakan’ın son zamanlardaki yaygarası, büyük Kürdistan hedefi istikametinde Türkiye içinde özerk Kürdistan’a hem de iktidar eliyle gidilmekte olduğu gerçeğini gizlemeye yöneliktir de. Otuz yıl kendisiyle savaşılan, onbinlerce şehide ve millî varlığın heba olmasına sebep olan PKK’ya ve arkasındaki güçlere bütün istedikleri verilmiş görünmektedir.
Bakar mısınız! Cemaat'in Kürtlerle ilgili her konuda uzun yıllardır takındığı tavrın gerisinden nasıl bir devletçi bakış açısı çıkıyor! Cemaat, Kürtlerin kimliğini, varlığını inkâr eden tahakkümcü Kemalist devletin sahibi midir? En azından onunla paralel çizgide midir? Şahsen, Kürt meselesinin Cemaat nezdinde özel bir yeri olduğuna, bu yerin de hiç hoş bir tarifinin olmadığına, bir siyasî hareket olarak Cemaat'in Kürt sorununda her türlü bozgunculuk ve sabotajı yapabileceğine, yapmış da olduğuna inanıyorum. (Plastik kelepçeyle insanları sıraya dizme, KCK'dan binlerce kişiyi, Ragıp Zarakolu'nu, Büşra Ersanlı'yı içeri atma gibi bazı görünür örnekleri hepimiz biliyoruz; bilmediğimiz de neler vardır kimbilir.) "Bu köşede sürekli ikaz edildiği üzere"nin altını ben çizdim. Siz de unutmayın Zaman yazarının bu sözünü.

9 Mart 2014 Pazar

Yüzde 10 yetmedi, linç barajı kondu

HDP'lilere karşı organize ve yaygın linç seferberliği sürüyor. Urla, Aksaray, Ordu... derken, HDP heyeti Giresun'a girmeden dönüp gitmek zorunda kaldı. "Türk demokrasisi" denen şey halihazırda budur: Yüzde 10'luk barajla, toplumun parlamentoda temsil edilebilen kısmını zaten olabildiğince sınırlıyoruz, bir de düpedüz insanların canına kast ederek, resmen seçime girmiş siyasî partilerden birini ülkenin birçok yerinde faaliyet şansından mahrum ediyoruz. Ve öteki partilerden bu konuda gıkını çıkaran yok. Ne kadar değişik bir durum değil mi, hay Allah, bakın görüyor musunuz!.. Üstelik güya umutların bağlandığı barış süreci yürürlükte, bu sırada. Herhalde 30 Mart'a kadar sağ kalan HDP'lilerin seçime girmesi mümkün olacak.

6 Mart 2014 Perşembe

Hava kirleniyor, herkes zehirlenir

"Yolsuzluk iddialarının karşılıksız kalması, adaletsizliğin pekişmesi, toplumun olup bitene duyarsızlığı, devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan yaklaşımlar, kanaat önderlerinin değerleri değil kişileri savunması, hatta sözü dinlenir bir kanaat önderinin bile kalmaması," diye yazdı Levent Gültekin 5 Mart'ta İnternetHaber sitesinde, "Tüm bunlar bir neslin umudunu kırdı. Bir kuşağı daha heba etti." Ötesi de var elbette. Bir toplumda adalet duygusunu ayakta tutmada, herkese sık sık vicdanını hatırlatmada dindarların büyük rolü vardır; yani olmalıdır. Bu topraklarda bu işi kim yapacak? Ahlâk dendiğinde biz, erkeklerin uçkuruna hakim olmasını, kızların hava kararmadan eve girmesini anlıyoruz. Halbuki ahlâk iki kişinin bile birarada yaşayabilmesi için önkoşul. Zaten pek zayıftı, hepten kaybediyoruz.

5 Mart 2014 Çarşamba

"Babanin mali midur, bu denizun baluğu"

Lütfen aşağıdaki videoyu seyretmeden geçmeyin. Karadenizli balıkçı ile yoluna çıkmış denizaslanı arasında geçenler... Ankara'ydı, iktidardı, siyasetti, ayakkabı kutularıydı, milyon dolarlardı, iftiralardı, yalanlardı, devletti, paraleldi, bütün bunlara rağmen insanlık ölmüyor. Defalarca katledildiği bu topraklarda bile. Çiğlik olacak ama dayanamadım, başlığa aldığım lafa ve geçtiği bağlama dikkatinizi hasseten çekmek istiyorum.

3 Mart 2014 Pazartesi

Kötülere bişey olmaz...

Hırsız eve giriyor, cinayete şahit oluyor, çıkıp gördüğünü herkese anlatıyor, başka evlere de girmesini, oralarda gördüklerini de anlatmasını istiyoruz, oysa bizim evi soyduğunda ona nasıl kin beslemiştik... Birileri gülüp eğleniyor, başkaları, "canım, o hırsız!" diyor, maktul içeride yatıyor. Ahlâk düşüklüğü havaya karışırsa, gaz maskesi, deniz gözlüğü veya talcid'li su püskürtmek kimseyi koruyamaz. Yalanın hükümranlığında hakikat bitkisel hayat sürer ancak. Hayatını başkalarını tahakküm altına alma tasavvuruyla kuranların ahlâk düşüklüğünden rahatsız olduğu, hiç görülmemiştir. Ahlâksızlık, adalet duygusunun soluk alacağı havayı, eşitlik, özgürlük taleplerinin toprağını yok eder.

1 Mart 2014 Cumartesi

Star'dan yeni rapor - Yalan alışkanlık yapıyor

New York ve New Jersey'de rastgele birtakım stüdyolardan "montajdır" raporu alma harekâtı fiyaskoyla sonuçlanınca, nihayet aklı başında birileri tartışmalı ses kaydını kriminal ses analizi uzmanlarına götürmeyi akıl etmiş. Star'ın haberinden anladığımız bu. Fakat ne yazık ki, maksat hakikate ulaşmak değil güncel bir savaşa cephane üretmek olduğundan, analiz çarçabuk yaptırılmış, hiçbir sonuç elde edilememiş. Bununla kalsa iyi. Star, eline gelen raporu bize "Adlî ses uzmanları son noktayı koydu" diye sunuyor ve kayıtların sahteliği kanıtlanmış gibi yapıyor. Oysa ortada böyle bir durum yok. Hükümet yanlısı propaganda basını şunu bir türlü anlamıyor: Fos çıkan bu tip her girişim, her aleni yalan, hile, gazetecilik dümeni, hepimizi, bu kayıtların bin beterinin sahici olabileceği düşüncesine, belki daha önemlisi duygusuna yaklaştırıyor.