20 Mart 2014 Perşembe

Şey noktasında da sıkıntı var

Bir huyumuz pek hoş: Sözünü etmediğimiz şeylerin yok olacağını sanıyoruz. Bir yanda, ayakkabı kutularından sözetmezsek rüşvet, irtikap, hiçbiri hiç varolmamış sayılacak. Öbür yanda, cehalet ve makarna edebiyatına hız verirsek, AKP'ye bilinçle ve samimiyetle oy verenler buhar olacak. Olmuyorlar. Gerçekler, olgular, göz kapamakla, kulak tıkamakla ortadan kalkmıyorlar, adlarını anmasanız da rollerini oynamayı sürdürüyorlar.

Her gün yenisi ortaya çıkan ses kayıtlarının şehevîliği tartışılmaz. Demokratik meşruiyetini imha edecek adımları bizzat atan bir hükümetle zaten hiçbir meşruiyeti olmayan bir gizli örgütün karşılıklı mücadelesini el ovuşturarak izlemenin, ikisinden de hoşlanmayanlar için kaçınılmaz bir zevki var şüphesiz. Ama bu bir yandan muhalefetin konumunu da tarif ediyor: Seyirci veya dinleyici konumunu; en azından edilgen, tâbi konumunu.

Bunun sokakta biber gazına, gazlı suya, copa karşı koymakla ilgisi yok. En büyük cesaret dahi, siyaseten tâbi olmayı, yol ve hedef yoksunluğunu gideremez, telafi edemez, siyasî alternatif yaratamaz. Direnişin en kararlısı, savunmanın en şanlısı bile başka birilerinin eylemine tâbi hareketlerdir. Adı üstünde, biri bir halt yiyor ki direniyorsun, biri saldırıyor ki savunuyorsun. Sokak muhalefetini de kapsayan parlamento dışı muhalefet olarak halen direniş veya protesto sınırlarının ötesine geçebilmiş değiliz. Parkı yok edip AVM yapmaya kalkıyorlar, direniyoruz; insanlarımızı öldürüyorlar, protesto ediyoruz. Bu, baş eğmemektir, onurunu korumak, alanına, hayatına sahip çıkmaktır; bize her istediğini yapamazsın, demektir. Sıkı bir muhalefettir. Ama muhalefettir. İktidar alternatifi oluşturmaz.

Parlamento içi muhalefetin bir bölümü, başkalarının gayrımeşru yollardan temin edip el altından kullanıma sunduğu casusluk ürünlerine bel bağlamış halde. Birçok temel siyasî konuda herhangi bir görüşü yok, memleketin en temel meselelesine dair görüşleri de kısmen şu anki iktidarın bile gerisinde. Partili muhalefetin, parlamento dışında da güçlü bir uzantısı bulunan öbür kısmınınsa derdi başka. Haliyle. Kürtler, 30 senedir verdikleri on binlerce kayıptan sonra, artık kalıcı adımlar peşinde. Türkiye'nin demokratikleştirilmesini Türk'lerden beklemeye hakları yok mu? Var. Türk'lerin muhalefet partileriyse CHP ile MHP!? Bakın şu işe...

Bugün toplumca içine düştüğümüz rezilliğin ve seçim sonrasında muhtemelen buna eklenecek zulümlerin baş sebeplerinden biri, AKP iktidarının karşısında, rakip bir iktidar potansiyeli olarak ciddiye alınabilir bir muhalefetin varolmayışı değil mi?

Bodoslama gireyim: "Hükümet istifa" veya "AKP gitsin"in ikinci adımı nedir? Muhalif insanlara soruyorum. Bu hükümet gitsin; güzel. Kim gelsin? Bu soruyu yüksek sesle sormayınca soru yok mu oluyor? Yoksa sorulmasa da olur mu? Bu soru genellikle "AKP mi kalsın yani?" hamlesiyle karşılanıyor. Lisede münazarada olsaydık güzel hamle sayılırdı da, şu anda ne yazık ki işe yaramıyor. Sorudan kaçmanın başka bir yolu, "Gitsin de, gerisine karışmıyoruz," olabilir; ama bu seçmeni ikna edecek bir tavra benzemiyor. Kaldı ki, "kim gelsin"e doğru dürüst cevabımız olabilseydi, öncelikle "AKP gitsin" demez, onun yerine bu cevabı söylerdik; bu "gitsin"i içerirdi zaten.

İkinci soru: AKP'ye muhalif olanlar kimlerdir? "Biz". Kim bu "biz"? "Gezi ruhu" mu? Nedir "Gezi ruhu"? İsyan. Evet. Özgürlük isteği. Evet. Demokrasi? Evet, belki. "Gezi ruhu" demekle bu soru cevaplanmış olmuyor. Öncelikle, "Gezi" bir direniş hareketi, bir isyan olduğu, önüne hedefler koymuş, uzun vadeli bir siyasî hareket olmadığı için. İsyanın soyluluğu bu eksikliği gidermez. Sonra, TGB ile, İşçi Partisi ile, CHP ile hangi isyan, hangi özgürlük, nereye kadar? "Bölücü terörist başı ile pazarlığa oturmuş hain AKP'nin vatanı satmasına" karşı isyana katılmış "TC" rumuzlu elemanlarla hangi demokrasi? Üçüncüsü, "Gezi ruhu" deyişinin bütün duygu yüklü ve göğüs kabartıcı çağrışımlarına rağmen, şunu hatırlamalıyız ki, Gezi isyanı 2013'te oldu. Daha öncesine uzanan bir tarifimiz olabilmeli. Nihayet, "demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet istiyoruz" diyebilmek için, AKP'ye muhalif olan ama bu kavramlarla alâkası olmayanlarla ayrışmak gerekiyor. Gerekmiyor mu?

Her şeyi göze alıp daha somut mu sorsak: Olmaz ya, olursa, muhtemel bir Cemaat destekli CHP-MHP iktidarı, AKP'den daha özgürlükçü, daha adil vs. olacak mıdır? Müteredditler için baraj sorusu: Kürtlerle ne olacak? Kimler saldırıyor HDP otobüslerine her gittikleri yerde?

Ya da AKP "gidince" hemen ertesi gün bizim devrimci demokratik özgürlükçü bir partimiz mi olacak? Nereden temin edeceğiz bunu? Bu, HDP olabilir mi? Potansiyel bir iktidar partisi olarak HDP??

Romantiklik genel olarak güzel, ama seçimdi, iktidar hesaplarıydı, bunların arasında yeri yok. Soğuk ve acımasız soruların âlemi burası. Bir TGB'li veya İşçi Partili için CHP-MHP koalisyonu, kabul edilebilir olmanın ötesinde, hedef dahi sayılabilir. Nedeni belirsiz bir şekilde kendine hâlâ sosyalist diyen milliyetçi sol bu tekneye kolaylıkla rampa edebilir. ("Türkiye emperyalizmin saldırısı altında, bu yüzden öncelik yurt savunmasında"dan "şehitler ölmez vatan bölünmez"e geçmek için adım atmanız bile gerekmez; zaten oradasınızdır.) Burada sorduğum sorulara meselâ bu insanların cevap araması gerekmez. Bu kesimin AKP'ye muhalif de değil düşman olmasının en temel sebeplerinden biri, barış süreci. "Vatanı Apo'ya sattığı için" iktidar partisine kin besliyorlar.

"Biz" böyle mi düşünüyoruz?

Muhalif cephenin varlıklı, tahsilli bölümünde bildiğiniz ilkel faşistler var; bir sürü. Kılıkları, konuşmaları düzgün, zihinleri güdük, ahlâkları bozuk. "Apo"dan da "Tayyip"ten de, aslında onları aşağı sınıftan saydıkları için haz etmiyorlar. "AKP'ye oy veren geri zekalıdır", "makarnacılar" vs. edebiyatı yapan, halkın büyük bölümünü aşağılama cüreti gösteren ve böyle yaparken aslında kendi dangıllığını ortaya seren bir hıyarlar kastı.

"Biz"den mi bunlar da?

Gezi isyanı ve o zamandan bu yana yaşananlara rağmen AKP'nin İstanbul'u kaybetmesini sağlamanın tek "çare"si, AKP'den tiksinen birçok insanın bile gönül rahatlığıyla oy veremeyeceği Mustafa Sarıgül'se, memleketin muhalif potansiyeli üzerine biraz daha sorumlulukla -ve belki elde büyüteçle- eğilmek gerekmez mi? Bir şehrin başına Melih Gökçek'ten daha fena ne gelebilir? Gökçek'i, (dört defa üstüste seçildikten sonra!) koltuğundan indirebilmek için Ankara'da MHP'den söktüğün adayı CHP'ye takmaktan medet umuyorsun. Böyle bir muhalefetin "içeriği" nasıl bir şeydir acaba?

Eğer tek adama biat eden bir topluluğa dönüşmüş AKP'nin, memleketi alenî bir baskı rejiminin karanlığına götürmesine engel olmak istiyorsak, en az onun kadar anti-demokratik siyasî odaklarla, yaklaşımlarla, zihniyetlerle alâkamız kalmamalı. Kemalist ezberlerden ve ruhları, zihinleri bozan komplekslerden kurtulmak şart. Sağlıklı bir mücadelenin önkoşulu. Oysa çoğu zaman, muhalefet adına AKP ve ona oy veren seçmenler hakkında söylenenler, "zaten seçim dediğin nedir ki..." noktasına varabiliyor: "Madem seçimde onlar kazanıyor, o halde seçim kötüdür." Böyle bir mantık var. Sahipleri de var. Oysa AKP, zihniyeti ve iktidar tarzı ancak yüksek dozda demokrasiyle alt edilebilir. Tahakküm dalında karşılaşırsak o bizi yener; çünkü her zaman daha geniş bir çoğunluğa yaslanabilecektir. Demokrasi yarışında ise ilk etabın yarısından geri dönmüş bir parti olarak yenilmeye mahkûm.

Ayrıca, şahsen tahakküm altına alınmak istemediğim gibi, kimsenin kimseyi tahakküm altına almasını da istemiyorum ve bu isteğimde yalnız olmadığımdan eminim. Bu yüzden, AKP rejiminin özellikleri konusunda rahatlıkla anlaşabileceğim birçok insanla, AKP öncesinin niteliği konusunda anlaşamıyorum; demokratik bir yakın geleceğe dair kötümserliğim bu yüzden. Çünkü çoğunluğun silah zoruyla baskı altına alınmasına dayalı bir "modernlik", "çağdaşlık" vesairenin, düpedüz süfli bir otoriter rejimin yalandan ambalajı olduğundan zerrece şüphem yok. Bize, içinde solcusu da dindarı da yeralan, ne istiyorsa herkes için isteyen, eşitlikçi, doğrucu bir vicdan hareketi lâzım.

Muhalefetin şu andaki özellikleri ve yapısı nedeniyle, AKP ile demokrasi yarışı, iktidar partisinin kendiliğinden gerilemesine bağlanmış görünüyor: Onlar gerileye gerileye bizden geriye düşüyorlar işte! Ya da demokrasi parkurunda yarışmak gibi bir dert yok. Böyle bir durumda, yarın aynı polisin aynı insanlara, ama bu defa belki yarısına saldıracağından emin olabiliriz. Muhalifleri etkisizleştirmek için tweet seferberlikleri, "Sümeyye'nin trolleri" tarafından değil, Mustafa Kemal'in askerlerince yürütülecek. Sahici askerler de dağlarda öldürüyor ve ölüyor olacaklar herhalde.

Ergenekoncuları serbest bıraktılar diye AKP'ye kızıyor musunuz yoksa Veli Küçük'ün aramıza dönüşünü bir haksızlığın giderilmesi olarak mı görüyorsunuz? Bu soru bile muhalefeti neresinden nasıl böler acaba? "Ergenekon'un savcısıyım" diyen başbakanın Ergenekon'un sahici savcısını vatan hainliğiyle suçladığı, "Ergenekon'un avukatıyız" partisinin o savcıyla müttefik olduğu bir ortamda demokrat, ilkeli, ahlâklı kalmak, hem de kıymeti harbiyesi olacak bir siyasî tavır takınabilmek zor. Çok zor.

Bütün bunları sakin ve komplekssiz bir şekilde oturup düşünürseniz... ııı... şey noktasında da... sorun olduğunu göreceksiniz. Belki de başbakan ve kadrosunu bu kadar fütursuzlaştıran budur.