16 Ocak 2016 Cumartesi

Sultanahmet kavşağı

Radikal, 14.01.2016

Bu defa Kürtler ve onlarla birlikte memleketin demokrasi mücadelesi veren sair ahalisi değil Alman turistler katledildi. Kurban profili bundan böyle daha da çeşitlenecek. Benzer eylemler sürecek, öyle görünüyor. Ne olacak, daha ne gibi felaketler yaşayacağız?

Güçlü öngörülerde bulunamam; bazı sorular sorabilir, bazı olgulara işaret edebilirim.

Önce, uzmanların da cevap bulamadığı şu mahut soruyu tekrarlamak istiyorum: Bu İD (“İslâm Devleti”; IŞİD’in gerçek adı), neden Türkiye’de kendisine atfedilen hiçbir eylemi açıktan üstlenmiyor?

Bu sorunun kendisi zaten yeterince şüphe uyandırıcı, üstüne, bizi yönetenlerin soruyu ısrarla duymazdan gelmesi şüpheleri artırıyor.

Sultanahmet katliamı soruyu cevaplamayı çok zorlaştırdı. Adana-Mersin eşzamanlı denemelerinde katil adaylarının, Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da katillerin birilerinin hesabına iş tuttuğu mâkûl şekilde açıklanabilir. Peki Sultanahmet neyin nesi?

Sultanahmet’te bomba patlatmayı kafasına koymuş insan, neden bunu oranın cıvıl cıvıl olduğu, iğne atsan yere zor düşeceği bir zamanında, üç grubun girip beş grubun çıktığı, bunların durmuş selfie çeken, arkada Sultanahmet Camii ile poz veren onlarca insanın arasından güçlükle aktığı Ayasofya önünde veya yerli yabancı turistlerin doluştuğu Sultanahmet Camii avlusunda yapmaz? Madem amaç bir vakitler hakimlerinin dünyanın merkezi saydığı bir yerde dünyayı sarsacak eylem yapmaktır, neden görece tenha bir zamanda ve yerde “sadece” on-yirmi kişinin öleceği bir intihar bombası? Bunda da saklı “mesaj” mı var? Mahsus mu daha kanlısı, büyüğü yapılabilecekken yapılmadı?

Şu da var, ama geçerli soru mu, emin değilim: Neden Alman turistler?

Şu sorunun ise geçerliliğinden, kurcalanırsa birdenbire çok şeyi anlar hale geleceğimizden eminim: Ülkeye yeni girdiği söylenen ve kendini havaya uçurduğu için paramparça olan intihar eylemcisinin örgütsel aidiyetini yarım saat, kimliğini de iki saat sonra açıklayabilen devlet, bunu nasıl başardı?

Hemen arkasına şu soruyu da takmazsak olmaz: Sultanahmet katliamından hemen sonra memleketin çeşitli yerlerinde polis operasyonları yapılıp gözaltına alınan kırk küsur (muhtemelen daha fazla) kişi, bir gün öncesine kadar, hiçbir şekilde şüpheli değil miydiler? Bu kadar gaddarca bir eylemden sonra pat diye gözaltına alınmalarının bir dayanağı var mıdır? Yoksa -ihtimal olarak bile çok feci ama- burada da mı “mesaj” var; devlet de birilerine “rahat durmazsanız size göz yummayız” mı diyor?

Sorular bitmiyor: Ankara katliamı gibi en olmayacak olayda PKK’den DHKP-C’ye, bulabildikleri herkesi içine kattıkları bir “kokteyl terör” safsatasını üzerimize boca edenlerin, bu defa daha ilk andan faili açıklamaları nedendir? Kurbanlar Batılı olduğu için ciddî davranma ihtiyacı hissetmiş olmaları, yeterli açıklama mıdır?

Bunlar olan biteni anlamaya yönelik sorulardı. Şimdi sonrasına gelelim. Soru bir: Ankara ne yapacak? 2015 başlarına kadar sürdürdüğü, İD ile yakın ilişkiler dahil, gayet netameli, riskli ve kirli Suriye politikasına devam etme şansı kalmadı. Lâkin, kendini ve herkesi havaya uçurmaya hazır yüzlerce potansiyel intihar eylemcisiyle, herhangi bir insanî, ahlâkî sınır tanımaksızın her türlü korkunç işi yapabilecek Cihad’çı silahlı örgütler ile kurulmuş tuhaf ilişkileri, öyle bir gecede, “başkasına aşık oldum” filan diyerek, kapıyı çarpıp çıkarak bitirebilir misiniz? Ya onların elinde oyuncak olmayı göze alabilir misiniz? Ülkenizde hepsinin militanları, hücreleri, belli ki -en azından kısmen, en azından bazen- korunup kollanarak cirit atıyorken?

Türkiye Cihad’çı silahlı örgütlere karnını göğsünü kendi açtı. Şimdi elbette onlarla mücadele edebilir ve bir aşamada başarılı da olabilir. Ancak bu defa da karşısına engel olarak yine kendisi dikiliyor. Çünkü devletin Kürt düşmanlığından daha büyük önceliği yok.

Sınır kapısı İD’in elindeyken işler tıkır tıkır yürüyor, kapı YPG denetimine geçince kapatılıveriyor. Fırat’ı aşmasınlar, şuraya geçmesinler, Kürtlerle komşu olmayalım da onun yerine İD olsun, vs…

Güvenlik meselelerinde uzman yerli-yabancı ezcümle insanın bir ağızdan tekrarladığı gerekler, hakikatler var. Bunların başında öncelik meselesi geliyor. Kürtlere düşmanlığınız ve onların özgürlüğünü, özerkliğini, inisiyatif kazanmalarını engellemek, hareketlerinize yön veren ilk saikse, şu şartlarda Cihad’çı silahlı örgütlerle etkin mücadele yapamazsınız meselâ. Çünkü Kürtlere saldırırlarken onları desteklemek istiyorsunuz. Başlıca önceliğiniz Esad’ı devirmekse, ona karşı savaşan Cihad’çıları destekliyorsunuz ister istemez. Gizli işler çeviriyorsunuz. Bunlar ortaya çıkmasın diye bu defa hem o örgütlere hem başka birilerine başka tavizler vermek zorunda kalıyorsunuz.

Ayrıca: İçeride her türlü muhalifi ezmek gibi bir amacınız var ve gözünü kırpmadan kendini de başkalarını da öldüren birileri bu konuda size yardımcı olabilir. Baas tezgahından geçmiş komutanlara, ABD ile savaşta pişmiş kurmaylara, Kıyamet ve Cihad ateşiyle gözü dönmüş militanlara sahip İD gibi bir örgüt, şüphesiz size muhalif kanıyla duş yapmak isteyen mafyacı faşistten daha faydalı olacaktır.

Şimdi bir ihtimal, AKP iktidarının Cihad’çı örgütlerle gönlünce iş pişirme dönemi mecburen kapanacak. Eylemlerin hâlâ üstlenilmiyor oluşu bu konuda ciddî tereddüt yaratsa da, aksini düşünmek zor. Ve fakat bunlarla sahici bir mücadele içine girilecekse, aynı anda Kürtlere yönelik imha politikasını sürdürmeleri zor olacak. Ana karnında bebekleri vurma, sivil cenazelerini sokaklarda bekletme, polis aracına cenaze takıp sürükleme “politikalarını” sonsuza kadar sürdürmenin zaten mümkün olmayışı ayrı konu ve hazır uzun zamandır ilk defa bir meseleyi görece sakin ele alabiliyorken oraya girmeyelim.

Tam bu noktada, şu mahut soruyu yeniden soracağım: Türkiye Cumhuriyeti devletinin politikasına neden Kürt düşmanlığı yön verir? Hattâ şöyle sorayım, aptal diyecek olan daha rahat desin: Türkler Kürtlere neden düşman? Var mı bunun mâkûl, meşru bir zemini?

Sünnî-Türk toplum çoğunluğumuzdan birilerinin veya devlet katından şahsiyetlerin böyle bir soruyu sormalarını, hele cevaplamalarını beklemiyorum. Büyükçe bir meteorun kafamıza düşmesini tercih ediyorum. Hani merak eden olursa diye söyledim. Konuma döneyim: Şimdiye kadar bir şekilde karanlık ilişkiler içerisine girilmiş Cihad’çı tayfanın -belki de hayal kırıklığına uğrayan, kenara atılan, kızan, küsen... ve tetikçi-bombacı arayacak herkesin ağına düşmeye hazır militan “fazla”sının- memleketi -ilaveten- kana bulamasına nasıl mani olunacak?

Tabiî artık yegâne amacı iktidarda kalmak olan bir kadro, mafyacı faşisti JÖH-PÖH bir şeye komutan atayamaz ama, memlekette ardarda dehşet yaratacak eylemlerin olmasını tercih de edebilir. Sonuçta birileri bizim kanımızla duş yaparken ihaleler aksamıyor, paralar kazanılıyor, belediyelerin tayfayı ihya etme çarkları dönüyor, iktidar keyfi sürüyor.

Yine de, öyle sanıyorum ki, kavşak abartılıysa bile, viraja benzer bir yere gelindi.