İyi niyeti olabildiğince koruyarak başlayayım istedim, bu yüzden "şuursuzluk" dedim. Yoksa, cehalet, küstahlık, atgözlüklü tarafgirlik vesair hastalıklarımızı yanına eklemek, ayrıca bir süredir her meselede karşımıza çıkan, yalancılığın en sakil, kandırıkçılığın en ilkel yollarından da dem vurmak lazım. Konumuz, Seymour Hersh'ün analitik haber-yorum yazısı: 2013'ün 21 Ağustos'unda Şam'ın Guta semtinde yaklaşık 1400 insanı öldüren kimyasal silah saldırısını Suriyeli muhalifler mi yaptı, bunlara Türkiye yardım etti mi? Bu kadar hayatî bir meselede bir defa daha gördük ki, herhangi bir mevzuyu akılla mantıkla ele alıp tartışma kabiliyetinden yoksun ve aciziz. Kim yapmış, ona bakıyoruz. Yapan bizdense iyidir, ölenler onlardansa iyidir, falan...
Durumu daha da vahim kılan, iyi kötü mürekkep yalamış insanların da bu hastalıklara karşı bağışık olmaması, üstelik, özel ilgisi ve bilgisi olmayan ortalama insanların barındırmadığı başka mikropları ortalığa saçması.
Günlerdir, sarin gazı meselesinde kim nerede ne yazıyorsa okumaya, ne diyorsa kulak vermeye uğraşıyorum. Bir ara kafayı kaldırdım ki ne göreyim: Hersh'ün iddiası doğru mu değil mi, doğruysa ne olur, değilse niyedir vs. diye kafa patlatan, beş-on kişiyiz. Yahu bu öyle yenir yutulur bir iddia değil! Doğruysa bir sonuca bağlanana kadar bu devletin kaderini çizecek, bizim de canımıza okuyacaktır. İsabetsizse bunu da bir an önce bilmeliyiz ki, nereden nasıl türediği sorusuna geçelim.
Ayıp denen bir şey var
Öyle anlaşılıyor ki, birileri Hersh'ün yazdıklarını kurcalar ve ilave bilgi edinmeye, sonuca varmaya uğraşırken, birileri de tarafını baştan seçmiş olmanın rahatlığıyla, önüne belge de konsa Erdoğan hükümetini suçlayıcı yönde herhangi bir iddiayı kabul etmeyeceğini bilerek, şımarıkça dudak büküyor. Bunca yıl bu kadar kritik haberleri yapabildiği için en üst düzeyde uluslararası prestij kazanmış bir gazetecinin yazdığına kolayca dudak bükmek kimin haddine! Seymour Hersh gibi biri böyle bir iddiayı ortaya atıyorsa, sırf o yazdı diye bunu derhal doğru sayacak değiliz elbette; ama özellikle o yazdığı için, hele bir gazeteciye düşen, ciddiye almak, sorular sormaya başlamaktır. "Efendim, bir kere, bütün uluslararası kamuoyu bu saldırıyı Esad'ın yaptığında hemfikir" türünden abuk sabuk laflarla geçiştiremezsiniz ki vahameti. Ceren Kenar'ın "Seymour Hersh üzerinden sorumsuz muhalefet örneği" başlıklı yazısı, gazeteciliğimizin mâlûl olduğu mesnetsiz özgüvenin sorumsuz örneklerinden. Kenar, güya Hersh'ü geçersizleştirecek bir sürü şey sayıyor ve bu kurt gazetecinin bütün bunları akıl edememiş olacağına inanıyor belli ki: "Hikâyede açık çok, kanıt yok. Hersh'ün makalesini okuyan ve konu hakkında temel bilgisi olan herkesin yakalayabileceği açıklar bunlar." Bakar mısınız? Seymour Hersh o kadar naylon ki, Ceren Kenar açıklarını hemen yakalayıveriyor. Yarabbim biz ne akıllıyız, ne cinyıs'ız!
Fakat nedense, yine dünya çapında bir gazeteci, Robert Fisk, hiç de bizim kararını baştan veren süper özgüvenli gazetecilerimiz gibi davranmıyor, onyıllardır tanıdığı meslektaşının yazdıklarını ciddiye alıyor. Fisk, Hersh'ün pekâlâ haklı olabileceğini düşünüyor. En azından, TC hükümetinin yaklaşımı-tutumu ve muhtemel-potansiyel politikaları-eylemleri konusunda. (Robert Fisk'in esas olarak bir Erdoğan analizi niteliğindeki yazısı: "Has Recep Tayyip Erdogan gone from model Middle East 'strongman' to tin-pot dictator?" BirGün gazetesi Fisk'le görüştü, tecrübeli gazeteci Hersh'ün iddialarına ve TC hükümetine ilişkin değerlendirmelerini açtı: "Erdoğan, nedenleri olsa da asla Lahey’e çıkarılmayacak".)
Bilmediğimiz işler
Esas mevzuya gelelim: Tartışmanın birkaç boyutu var. İlki teknik. Meselâ: Sözkonusu saldırıda Volkan füzeleri kullanıldıysa, bunlar çok büyük, bu kadar gaz için konması gereken başlıklar büyük, bunları muhalifler ele geçirmiş ve atmayı becermiş olamaz, deniyor. Hersh de, füzelerin bir-iki kilometre menzil içerisinden ateşlendiğini, anî bir rüzgâr değişiminde gazı kendine doğru getirebilecek bu kısa menzil rizikosuna Suriye ordusunun girmeyeceğini ileri sürüyor. Hersh mantıklı ama karşısında ileri sürülen kanıtlar da güçlü. Teknik konuda şahsen vardığım sonuç, bizim gibi fanilerin, bu alanda köklü bilgi sahibi olmadığımız için kolayca kandırılabileceğimiz ve kendi başımıza hükme varmamızın küstahlık olacağı doğrultusunda. Hele her iki yönde teknik ayrıntılar ortaya sürülürken. (Hersh'ü teknik yönden eleştiren başlıca isim, Brown Moses takma adlı blog sahibi. Yazılarından birinin Türkçe'si de var: "Hersh'ün Volkan Problemi". Bu konuda başka yazıların da yeraldığı blog'da, verdiği teknik bilgiler Hersh'e karşı kullanılan bir başkası daha var: Dan Kaszeta. Onun yazısı da şu: "Why Nigel Farage Has It All Wrong: Smoking Guns, Hexamine, And Syrian Sarin". Gerçi Hersh, Diken'den İlhan Tanır'ın kendisiyle yaptığı görüşmede, Kaszeta'yı ciddiye almadığını, onun tam anlamıyla uzman sayılamayacağını ileri sürüyor, yine de birileri ciddiye alıyor. EK: İlhan Tanır, Kaszeta ile de görüştü: "Türkiye iddiasının gerçek olması mümkün değil". Bu görüşmeyi de okursanız, teknik boyuta dair oturduğumuz yerden hükme varamayacağımızdan -benim gibi- emin olursunuz sanırım.)
Maalesef bildiğimiz şey
İkinci boyut, siyasî. Bu saldırıyı kim niye yapsın, niye tam o esnada, vs. Bu açıdan Hersh'ün söylediklerinde mantıksızlık yok. Fakat bu spekülasyona açık bir alan ve kimse belgeye benzer bir şey öne sürüp ötekini alt edemez. Bir yandan, Suriye yönetiminin, işler lehine dönüyorken böyle bir işe kalkışması anlamsız, öbür yandan, şüpheli Esad ve Muhaberat olunca kimse "yapmaz" diyemiyor. Kötü olan, muhalifler için de "yapmaz" denemeyişi. Hersh'e itiraz edenler, bu noktada yine işin teknik boyutunu gündeme getirip, "yapamaz" diyorlar. Sarin'in hangi malzemelerle nasıl üretildiğini bilmediğimiz için karar veremiyoruz, ancak muhaliflerin dünya görüşü, inancı vs. gibi etkenlerden hareketle "yapmazlar" diyemiyoruz.
Memleketimizdeki İslâmcı ahkâmkeser tayfasının bu noktada herhangi bir sorun görmeyişi, tabiî onların insanlık hanesine eksi yazılıyor. Silahlı İslâmcıların yeryüzünün çeşitli köşelerinde yürüttüğü vahşet bizimkilere göre sorun değildir. Hiç olmadı.
Bu durum, meselenin üçüncü boyutunu bizim için daha da vahim kılıyor: Türkiye bu işe karıştı mı? Karışır mı, karışmaz mı, niye karışsın..? Hükümete toz kondurmamayı başlıca hayat gayesi edinmiş zevat elbette buradaki tehlikeyi ve vahameti sezdiği için, esas olarak bu boyutu gözden kaçırmaya, bulandırmaya çabalıyor. Kısaca söyleyeyim: Şu anda dünyada, TC hükümetinin böyle bir şeye ilkesel olarak bulaşmayacağına inanan tek kişi yok. Haydi, samimiyet adına neleri varsa kaybetmiş hükümet hizmetkârlarına samimi olarak soruyorum: Aranızda, "hükümet asla böyle bir şey yapmaz" diyebilecek olanınız var mı? İnanmazlar ama şahsen buna "evet, asla yapmaz" cevabı verebilmeyi çok isterdim. Diyemiyoruz işte.
İki sebeple: İlki, ruhunu stamamış herkesin açıkça görüp söylediği üzre, hükümetin Suriye'de tuhaf tuhaf işlere kalkışmış ve bunları yüzüne gözüne bulaştırmış olması. Belki de Yeni Osmanlılık hayalleriyle, dünyanın çeşitli yerlerinde eylem halindeki İslamcı silahlı gruplar, hareketler nezdinde bir otorite şemsiyesi oluşturmaya niyetlenmesi - emin değiliz ama bu ihtimal bal gibi var. En son, Kesab harekâtında Türkiye'nin belirleyici katkısı olduğuna göre, kimbilir bu katkı başka hangi durumlarda hangi şekillerde devreye giriyor... "Dört adam yollar sekiz füze sallarız" anlayışıyla yürütülen işlerde, "Aa, sarin mi, katiyen olmaz!"a yer var mıdır?
İkinci sebep bunun üzerine bindiği için daha da etkili oluyor. Gezi'den bu yana hükümetin şiddet bilançosuna bakın: Dokuz ölü, gözü çıkmış on iki insan, yüzlerce ciddî yaralı. Halen en ufak gösteriye o gazla, tazyikli suyla müdahale ediliyor; yere düşmüş insanların kafasını tekmeleyen polis fotoğrafları internette âlemi dolaşıyor. En az bunlar kadar etkili olan, internet yasakları. İnsanların haberleşmesini, sesini kesiyorsanız, kötü planlarınız var demektir; böyle düşünülüyor haliyle.
"Yapmaz" denebilseydi...
"Geziciler" diye bir şeytan uydurdunuz, insanları bununla korkutup iktidar sürdürüyorsunuz, eyvallah, ama yarattığınız manzara da bu: kendi vatandaşına polisi böyle davranan bir devlet komşu ülkedeki sivillerin hesabını mı tutacak, derler. Diyorlar. (Meselenin Türk dış politikasına yönelik reel ve TC'nin algılanışına yönelik ideolojik boyutlarıyla uğraan Deniz Ülke Arıboğan'ın yazısı, büyük laflarla kurulan derme çatma kulübeyi güzel tasvir ediyor: "Hersh’in Makalesi Üzerinden Türkiye’ye Dair Bir Okuma!". Ruşen Çakır da, üstüste iki yazıyla, "Sarin saldırısında parmağı var" iddiasının TC hükümeti-devleti açısından yaratabileceği sonuçları ele aldı; ikincisi: "Yine Hersh'ün kimyasal saldırı haberi üzerine". EK: Bu yazıyı yayımladıktan dakikalar sonra, yeni bir iddiadan haberim oldu. Bu defa Amerikalı gazeteci Jeffrey K. Silvermann, Sarin'in Gürcistan'da ABD tarafından imal edildiğini ve Türkiye aracılığıyla Suriyeli muhaliflere iletildiğini ileri sürüyor: "US Produced Sarin Gas Used in Syria". Bu yazıda çok tuhaf ayrıntılar var. Tiflis'te havaalanı yakınında bulunan bir kimyasal silah üretim tesisinden, Amerikalı ve Türk üreticilerden falan sözediliyor. İşte, bu kirli alanlara girdiniz mi çıkamazsınız!)
[ EK: Ceyda Karan, işin siyasî boyutları, teknik konudaki tartışma, Hersh'ün kimliği ve tarzı ve bütün bu badireden çıkan, Türkiye'ye yönelik sonuçları ayrıntılı bir şekilde derledi: "Bir komplodan çıkan siyasi sorular…". Kadri Gürsel de, Hersh'ün senaryosunu niye çürük bulduğunu anlattı: "Hersh senaryosunun çürük halkası" ]
Hükümete göğsünü siper eden yazar-konuşur tayfası acaba şu sorunun basit ve doğru cevabını görmemeyi duymamayı nasıl başarıyor: Bugüne kadar dürüstlüğüyle, ciddiyetiyle, haberlerinin sağlamlığıyla ün yapmış, ABD ve İsrail devletleriyle başını belaya sokmaktan çekinmemiş, yetmiş küsur yaşında bir gazeteci bu kadar vahim bir iddiayı nasıl ortaya sürebildi? Doğruluğuna inanıyor, ondan. Güzel. Ama "bu Türk hükümeti asla böyle bir şey yapmaz" denebilecek bir hal olsaydı, değil Hersh kimse böyle ihtimallerden bu rahatlıkla sözedemezdi. İnsan bunu nasıl sorun etmez!
Son olarak, Hersh'e yapılan "ay, onun açıklarını herkes yakalar canım!" muameleleriyle gürültüye getirilmeye çalışılan bir noktayı hatırlatayım: Hersh'ün iddiaları arasında, doğruysa kanıt niteliği taşıyan bir "dinleme" konusu var. Gazeteci, Sarin saldırısından sonra birtakım Türk yetkililerin aralarında yaptıkları konuşmaların -Amerikalılarca- dinlendiğini, bunların saldırıya TC katkısına delil olduğunu yazdı. Bunu öyle burun kaldırıp yürüyüp giderek yalanlamak mümkün değil. Yarın öbür gün böyle bir ses kaydı da ortaya dökülürse ne olacak? Sakın Youtube yasağıyla bilmemneyle buna engel olunabileceği sanılmasın; böyle bir musibet çıkacak olursa, herkese ulaşmasının yolunu da bulacaktır çıkaracak olan.
Eloğlunun ağzı torba değildir, büzemezsiniz. Buyrun, azıcık yabancı fobisi içerse de isabetli bir atasözü. Konuşmasının, yazısının arasına atasözü serpenlerden olacağım hiç aklıma gelmezdi, ama bu yazıyı bitirmek için en uygun laf da şu işte: Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.