30 Haziran 2015 Salı

Allah'ın eli üzerlerindeymiş!

"Ne olacak bu İslâm'ın hali?" meselesini yeniden gündeme getirmek durumundayız. İki vesileyle. İlki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in Ankara'da başında olduğu kurum tarafından düzenlenen iftarda yaptığı konuşma. İkincisiyse, televizyonda "Reis" karşısındaki ezilip büzülüşünü izledikten sonra insanlığımdan utandığım bir şahsın yazdıkları.

Önce Mehmet Görmez'e kulak verelim:
"Bugünlerde mümin ve Müslüman olan her insanın kendisiyle, nefsiyle, kalbiyle baş başa kaldığında, Rabbine elini açtığında mutlaka şu soruyu kendisine sorması gerekiyor, 'Biz nereye gidiyoruz?' Hani Kuran'ı Kerim'in hepimize yüksek sesle sorduğu bir soru var, 'Nereye gidiyorsunuz?' Rabbimizin nimetlerle donatarak hepimize ikram ettiği ortak evimiz, ortak yurdumuz olan dünyamızı ne hale getirdik.
(...) Arapça'da da iman ile eman, selam ile İslam aynı kökten geliyor. Bugün üzülerek belirtiyorum, İslam coğrafyasında da en büyük sorun, artık bir eman sorunu, bir güvenlik sorunudur. Bu eman sorunu dünyada yaşayan bütün Müslümanların bir iman sorununa dönüşüyor. Başka dünyalarda nefretin, öfkenin ve düşmanlığın, İslam'a yönelik düşmanlığın gelişmesine sebep oluyor.
Sadece İslam coğrafyasında güvenlik sorunu yok. İslam'ın kendisinin bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya olduğunu ifade etmek isterim. Çünkü İslam dini bizatihi teolojik yapısıyla, insanlığa getirdiği yüce değerlerle, yeni ortaya çıkmış bir takım yanlış anlayışların tehdidi altındadır.
(...) Yeni modern zamanlarda ... şiddetin gölgesinde ortaya çıkan yeni dini anlayışlar, İslam'ın yeryüzüne getirdiği o rahmet mesajlarını tehdit etmeye başlamıştır. Onun için bütün İslam ülkelerinin bilhassa insan yetiştirme düzenlerini, din eğitimini, din eğitimi veren mekanizmalarını gözden geçirme mecburiyetleri vardır. 'Biz nerede hata yaptık?' sorusunun cevabı üzerinde hepimizin durması gerekir."
Görmez, "nerede hata yaptık"ın cevabını ararken Müslümanlara dinlerinin yol göstereceğini hatırlatmış, "Yüce dinimiz her zaman bu tür sorunları önce kendi nefsimizde, kendi kalbimizde aramaya bizi davet eder," demiş. Nâçizâne, kendisine, hiç bu kadar derinlere dalmaya lüzum olmadığı müjdesini vereceğim. Sorun kaynağını bulmak için, sık sık biraraya geldiği insanların yüzlerine bakması yeterli olacaktır.

"O ülkede" bile medyaya güven düşüyor

Die Zeit gazetesi, araştırma şirketi infratest dimap'a bir soruşturma yaptırmış. Çıkan sonuçlardan biri, en gelişmiş ülkelerden biri olan Almanya için ilginç ve beklenmedik sayılabilir. Maalesef beklenir olanından başlayalım.

Medyaya güven giderek azalıyor. Bu düşüş eğilimi durdurulamıyor. Almanya'da medyaya "hiç güvenmeyen"lerle "pek güvenmeyen"lerin toplamı yüzde 60'ı buluyor. Güvenmeme sebepleri olarak en sık ileri sürülenler, yanlış bilgi, manipülasyon, araştırma eksikliği, tek yanlılık. Yani izleyici-okur vaziyeti anlıyor!

Bana şaşırtıcı görünen sonuç, insanların hâlâ esas haber kaynağı olarak kamusal kanallar başta olmak üzere televizyonu ve gazeteleri görmeleri. ARD ve ZDF ("Alman TRT'si":) açık ara önde. (AKP iktidarının Anadolu Ajansı ve TRT'den süflî propaganda organları imal etmesi ilkelliğine bu bilgi ışığında bakılmalı.) Gazeteler, dergiler, tv'lerin ardından geliyor, onları radyo izliyor. İnternet, haber kaynağı olarak Almanya ahalisi nezdinde geçerlilik kazanamamış anlaşılan.

26 Haziran 2015 Cuma

Kobanê'de ne oldu - sorular, veriler

25 Haziran günü DAİŞ'çiler Özgür Suriye Ordusu üniformalarıyla Kobanê'ye girdiler, bombalı araç patlatarak, silahla tarayarak, kafa keserek, 35 ile 100 arası (kesinleşmedi) insanı öldürdüler, dehşet saçtılar. Bu bir faciadır. İnsanî felaketin ortasında, hayatî sorulara cevap aramalıyız: Bu eylemin amacı nedir? DAİŞ elemanları Kobanê'ye nereden nasıl girebildiler?

İlk anda eylemin amacının, Kuzey Suriye'de ardarda zaferler kazanan Kürtlere "kazandık sanmayın, size rahat yok" mesajı vermek olduğu tahmini öne sürülebilir. Fehim Taştekin, saldırının olası amaçlarını şöyle sıraladı: Tel Ebyad ve Ayn el İsa'yı kaybetmenin intikamını almak, YPG'nin giderek artan prestijini kırmak, militanların morallerinin bozulup örgütü terk etmelerine yolaçan çöküntüyü durdurmak, Kobanê'ye halkın dönüşünü, normal hayatın kurulmasını önlemek, Rakka ve Carablus'a yönelebilecek PYD-Burkan el Fırat + koalisyon harekâtını durdurmak, YPG'yi savunmaya zorlamak.

25 Haziran 2015 Perşembe

Çünkü ben aptalım

Radikal, 25.06.2015


Değerli Radikal okurları, bu defalık affınıza sığınarak, bu sütunu kişisel bir izahat için kullanacağım. Yazı da biraz uzun olacak. Gazete yönetiminin de bu zarurî tercihim için bana anlayış göstereceğini umuyorum.

Salı günkü yazımdan ötürü “Twitter linci”ne uğradım. Tepkiye yolaçan mevzu beş-on dakika içinde ortadan kalktı ve yine geldik “yetmez ama evet” meselesine. Zaten bir kişi için “bu, yetmez ama evet oyu vermişti” demeniz, o insanın adi, aşağılık, yüzsüz, pislik, omurgasız, satılık vesaire olmasına yetiyor. Hayatının gerikalanında ne yaptığının önemi kalmıyor.

Toptan sıvamayı neden tercih ediyoruz? Çünkü bizde kimsenin şurada doğru burada yanlış yapabileceği varsayılmıyor. Çünkü muarızlar, muhataplar böyleyse, onları suçlayanlar da yanlış yapabilir oluyor. Halbuki hepimizin, özellikle siyasî hareket, parti önderlerinin yanılmaz olması gerekiyor. Bu yüzden, fikir ve eylemlerin tartışıldığı bir ortamımız olamıyor, kişilerin başa çıkarıldığı veya yere çalındığı bir kültürü hep beraber yeniden üretiyoruz. Bu, özellikle itibarsızlaştırma kampanyalarında işe yarıyor. Önce bir kişiyi alçak, hain vs. ilan edebilirseniz, gerisi kendiliğinden geliyor. O kişiye ait ne varsa alçaklığın, hainliğin parçası oluveriyor. Böyle bir kültürün, insanların kolayca harcanmasından da zararlı sonucu, dışına adım atılması müthiş cesaret gerektiren bir ortalama yaratması, aykırı görüşü, tartışmayı doğmadan öldürmesi. (Türkiye'de yaşadığımız için, insan harcama kısmını sekizinci plana atabiliriz.)

24 Haziran 2015 Çarşamba

WikiLeaks - Irak'a yönelik Suudi manevraları

WikiLeaks henüz Suudi dışişleri yazışmalarının ufacık bir kısmını açıkladı, ama kopacak gürültü şimdiden hissedilebiliyor. 1001 Iraqi Thoughts blogunda Ali Hadi el-Musavi'nin aktardığı on belge, Suudi'lerin Irak'a yönelik politikaları hakkında fikir veriyor. El-Musavi'nin "Irak'la ilgili mutlaka okunması gereken 10 Suudi belgesi" başlığı altında aktardıkları şöyle:

• Suudi dışişleri, Sünni Arap aşiretleri ve politikacıları örgütlemek için üç aşamalı bir plan yapmış. Başbakan el-Maliki'nin altını oyma ve yönetime olabildiğince Suudi yanlısı unsurları getirme manevralarında dışişleri ile istihbaratın sıkı koordinasyon halinde çalışması öngörülmüş, "kazanılacak" Iraklıların düzenli olarak Suudi Arabistan'a getirilmesi, bilgilendirilmesi, bakış açılarının değiştirilmesi, ilişkilerin sıkılaştırılması önerilmiş. Irak'ta kendilerine hizmet etmek için Suudi'lere başvuranların bir kısmının Irak'ta bile yaşamadığı, bir kısmının ülkede hiçbir etkisinin olmadığı, "daha derin" ilişkileri olan Sünni aşiretlerle bağlantıya geçilmesi kaydedilmiş. Irak güvenlik kuvvetlerine karşı şiddet eylemi çağrıları yapan, Erbil'de üslenmiş Anbarlı Şeyh Ali Hatem Süleyman ve başka birçok Sünni Iraklı, siyasî veya maddî çıkarlar peşinde, Suudi Arabistan'ı ziyaret etmek için başvurmuşlar.

• Başka kaynaklarda da rastladığımız bir durum, burada da karşımıza çıkıyor: Suudiler, Hac vizesini, başka ülkelerdeki işbirlikçilerini güçlendirecek bir diplomatik silah ve rüşvet aracı olarak kullanıyorlar. El-Musavi'nin aktardığı belgeye göre Suudiler bir ara, Iraklı Sünnilerin 2000 vize talebini geri çeviriyorlar. Ancak 6000 vize, Sünni El-Irakiye bloku liderleri Ayad Allavi, Tarık el-Haşimi ve Usame el-Nuceyfi'ye zaten gizlice verilmiş. Niyeyse, bunlardan yalnız Allavi'nin 2000 vizesi işlem görmüş.

23 Haziran 2015 Salı

Zorunlu bir açıklama

Radikal'de yayımlanan, "Acı hakikatleri köşeyazarınızdan öğrenin" başlıklı yazımda geçen bir ifade, Twitter'da lince uğramama yolaçtı. "Haziransever nasyonal sosyalistler" tabirinden, "Birleşik Haziran Hareketi'ne Nazi dedi!" suçlamasını üreten birileri öncülük etti, her zamanki gibi, en ağza alınmaz, en ağır hakaretler üzerime yağdı. Tweet atarak açıkladım, işe yaramadı, yine belirteyim, bu ifadeyle Birleşik Haziran Hareketi'ni değil, ama kendini hem bu harekete hem Gezi isyanına yakın gösteren, nasıl oluyorsa solcu sayılan, gerçekte milliyetçi birtakım insanları kasdettim. Birleşik Haziran Hareketi'nin homojen olmadığını sanıyorum. (Meselâ ÖDP son 24 Nisan Soykırım Anması'na gelmişti.)

İkinci olarak, "hakikatleri köşeyazarınızdan öğrenin" ifadesinden kibir, her şeyi bilme iddiası vs. çıkarıldı. Yazılarımı okuyanlar bilirler, köşeyazarı denen konumun kendisini sık sık eleştiri konusu yaparım. Hayatta her konudan bahsetme hakkı verilmiş bir gazete yazarı kategorisi olamaz. Dolayısıyla, kendimle de bu çerçevede dalga geçerim. Köşeyazarı olarak çalışma sebebim, herkes gibi, para kazanmak zorunda olmam ve şu anda başka seçeneğimin olmayışıdır. Yoksa, en fazla bu blog'u sürdürmeyi, sadece gerekli gördüğümde, canım çektiğinde yazmayı isterdim.

Son linç ve daha önceki saldırıların hepsinin ortak zemini, zamanında anayasa referandumunda yetmez ama evet oyu kullanmış ve AKP iktidarının ilk dönemindeki gidişatı olumlamış, askerî vesayete karşı mücadeleye öncelik vermiş olmam. Bu elbette eleştirilebilir, siyasî görüşüm, tavrım, yerden yere de vurulabilir. Ancak başından beri, ısrar ve itinayla, bana ve başka bazı insanlara "çıkar karşılığı yancılık" suçlaması yöneltildi. Bu yalandır. Ve birileri tarafından özel olarak uydurulmuştur. Saldırıların bu kadar acımasız ve kişilik ezmeye yönelik oluşunda, birçok insanın buna inanmış olmasının payı var sanırım. Hayatımı, ne işler yaparak ne para kazandığımı, hangi zamanlarda ne kadar süreyle hiçbir gelirimin olmadığını birçok insan bilir. Yıllardır yaptığım işlerde, kitaplarımda, filmlerimde işlediğim konular, bakış açım, anlatıklarım ortada.

Acı hakikatleri köşeyazarınızdan öğrenin

Radikal, 23.06.2015


Maalesef, herkesin keyfini kaçıracak bazı hakikatleri ortaya serme vazifesi yine köşeyazarınıza kaldı.

İlki şu: Evde zor tutulan kitle yüzde elliden yüzde kırka indi, daha da inebilir, fakat asla yok olmayacak. AKP yarın sabah kapısına kilit vurmayacak. Biliyorum, siz aksini hayal ediyordunuz, umuyordunuz ki, bir sabah kalkacaksınız ve dindarların hepsi namazı orucu bırakmış, sizin gibi olmuş. Sordurdum, bu mümkün değilmiş. AKP yok olsa, yine sizin hoşunuza gitmeyecek bir başka parti kurulabilir, bu insanlar da, bazen seçim bile kazandıracak kadar oyu gidip ona verebilirlermiş.

22 Haziran 2015 Pazartesi

WikiLeaks'in yeni hedefi: Suudi diplomasisinin içyüzü

WikiLeaks, Lübnan'ın Al-Ahbar gazetesiyle işbirliği içerisinde, Suudi Arabistan diplomasisinin içyüzünü ortaya çıkaran belgeler yayımlıyor. Bugüne kadar 60 bin belgeyi internete koydular, gerisi gelecek.

Şu ana kadar öyle ortalığı altüst edecek büyük skandallar filan açığa çıkmadı. Cenevre'deki Suudi diplomatlarının, bir Suudi prensesiyle maiyetinin yolaçtığı milyon dolarlık limuzin kirasıyla uğraşmaları, muhtemelen kimseyi şaşırtmayacaktır. Ancak, ortaya çıkan kadarı, Foreign Policy'de yazan J. Dana Stuster'ın deyişiyle, Suudilerin "malî ve dinî kaynaklarını diplomatik işlerde kullanma" eğilimini açıkça gösteriyor. Çeşitli ülkelerde, çıkarlarını kollayacaklarını varsaydıkları politikacılara binlerce Hac vizesi dağıtmışlar. Türkiye'ye de pay düşmüştür bunlardan. Din tüccarlığında ne İhvan ne AKP Suudi'lerin eline su dökebilir.

17 Haziran 2015 Çarşamba

Kendine uyanı yaptı, hesabı taktı sıvıştı

Onun kötü bir insan olduğunu düşündüm. Kalpsiz denen cinsten. Neye üzülür, anlayamadık. Herhangi bir şeye üzülür mü, bilemedik. Siyaset ayrı. Sokaklarda, belimizde silahlarla karşı karşıya geldiğimiz, dövüştüğümüz faşistlerin hiçbiri hakkında, "Bu kötü bir insandır" diye düşünmemiştim. Böyle bir şey aklımdan geçmemişti. Onun için geçmişti. Bir politikacı, kapitalistlerin adamı olabilir, sağcı olabilir, onu bu özellikleriyle tanır, anarsınız. Politikacıların kişilikleri genellikle sorunumuz olmaz. Bunlar üzerine düşünmeyiz. Bu zat bizi bu loş odanın kapısını aralamak mecburiyetinde bıraktı. Tıpkı şimdi karşımızda gördüğümüz, kötülükte onunla yarışan ve muhtemelen kupayı onun elinden alacak olan birisi gibi. Üstelik, Süleyman Demirel, eğlenceli bir insandı da. Göstere göstere yaptığı kıvırtmalar, alay edileceğini bile bile sarf ettiği laflar, en çok uğraşılan, hicvi, mizahı yapılan politikacı olmasına rağmen bunları yaptığı işin fıtratında görmesi ve mesele etmemesi, bizimki gibi, her an kavgaya hazır, hoşgörüsüz bir toplum için güzel şeylerdi.

Demirel

Lâkin, güldürmeli eğlendirmeli, eleştiriye tahammüllü kabuk, aslında incecik bir zardan ibaretti. İçinde koyu, acı, zehirli bir çekirdek vardı. Yirmi beş yaşında üç genci idam ettirmek için çırpınan bir insan, kötü bir insandır. Ufacık çocukların, hamile kadınların palalarla, satırlarla doğrandığı bir günün akşamında, "Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz" diyebilen bir insanın kabullenemeyeceği ve katılmayacağı kötülük yoktur. Kuşatılmış bir mahallede, devletin kesilmeye bıraktığı insanlar canlarını korumaya çalışırken, "Çorum'u bırakın, Fatsa'ya bakın," diyen bir siyasetçi, ülkesindeki halkın bir kısmının yaşamayı, öbür kısmının ölmeyi hak ettiğine karar vermiş, berbat bir insandır.

Dindar dostlarımız, Demirel'in hesabının da ahirete bırakılması gerektiğini hatırlatıyor, bizleri ölenin arkasından kötü konuşmama kuralına riayete çağırıyor. ("Paralel yapı falan yok, ne saçmalıyorsunuz" cinsinden bir laf ettiği için onu bağırlarına basarak bir oportünizm şahikası daha yaratanları ciddiye almıyoruz haliyle.) Kötülerin hesabı bu dünyada da görülmedikçe, ahirete bırakıldıkça, dünyada kötülüğün yayıldığını, devlet suçlarındaki "cezasızlık ilkesi" gibi bir musibetin hayata egemen olduğunu görüyor ve buna razı gelmiyorum. Demirel ölmeden, suçları suratına karşı haykırılabilmeli, sırf Kahramanmaraş katliamı karşısında takındığı kalpsizce, insafsızca, yüzsüzce tavır yüzünden, bir daha kimsenin kendisinden iyilikle bahsetmemesi cezasına çarptırılmalıydı. Sırf bu ülkeyi yönettiği dönemlerde gözaltında kaybedilen Kürtlerin her biri için, beddualarla uğurlanma cezasına çarptırılmalıydı.

The Hat / Şapka

Üç günlük yas, devletin yasıdır. Bir kere din istismarıyla çoğunluk oyunu aldın mı, gerikalan ahaliye her istediğini yapabilirsin'cilerin yasıdır. Yasta falan değilim. Ölene Cumartesi Anneleri'nin yanından bakıyorum ve kalpsiz, küstah bir adam görüyorum. Üzüldüğüm, hesabı göremeden gitmiş oluşu. bu hesap ileride de görülemeyecek, çünkü onu pek kimse hatırlamayacak.

İzin verme Diyarbakır, artık vuramasınlar sana

Radikal, 16.06.2015


İnsan kulübedeyse farklı, saraydaysa farklı düşünür. Marx'ın şahane laflarından biri. (Köşeyazarınız olarak uyarıyorum: Daha çook duyacaksınız bu lafı.) Sarayın bizim mâlûm sarayla ilgisi yok. Dünyada o sarayla, Erdoğan'la, AKP ile, Ankara ile ilgisi olmayan laflar, mevzular da var. Eminim bu çok şaşırtıcı gerçekle karşılaşmaya hiç hazır değildiniz; fakat doğru: böyle şeyler var!

Kulübede farklı, sarayda farklı düşünmeyi, ister topluma yayılmış sınıfsal ayrımları, sorunları anlamada, tarif etmede kullanın, ister daha alçakgönüllü çerçevelerde, zeminlerde elfeneri olarak; kesinlikle işe yarar. Bundan ille toplumsal statü farkı anlamamız gerekmiyor: ne kadar ortam, o kadar şart şurt; ne kadar etraf, o kadar etki; ne kadar etki, o kadar duygu... Bu sözü aklınızdan çıkarmazsanız, lüzumsuz telaşlara düşmekten, cevaplayamadığınız soruların girdabına kapılmaktan hiç değilse bazen kendinizi sakınabilirsiniz.

Bir aşamada kurt adama dönüşeceğini ilk gözüktüğü sahneden belli eden politika gediklisinin, henüz sayılmış, üstüste yığılmış oy pusulalarının kat yerleri kaybolmadan neden ortaya fırladığına kafayı takmıştınız.

Niye çağırdı onu? Ne konuştular? Ne tezgahlıyorlar? Bu ikiliden hayır çıkmaz; ne olmaktadır?

Cevap bulamadıkça içiniz sıkılıyor, ağız dolusu hakaretler eden bir adamın böğürtüsü kulaklarınızda yankılanıyor ve sıkıntınızı ikiye katlıyor, sinir bozucu bir sesle “tıvitır mıvitır tıvitır mıvitır” diye yerinde zıplamaya başlayan laptop'unuz kapağını birden kapatarak parmaklarınızı sıkıştırıyor, o esnada katlanılmaz raddeye ulaşmış iç sıkıntınız yüzünden acınızı dahi hissedemiyordunuz.

13 Haziran 2015 Cumartesi

Medeniyet vardı da sizinle ilgisi yok

Tamam, eyvallah, genel olarak boktan bir hayatımız vardı. Bir sürü meselemiz vardı. Geldiniz, vapuru nasıl yapalım, diye bize sordunuz. Memnun olduk. Oy verdik, seçtik, vapurumuz çoğumuzun istediği gibi oldu. Ne mutlu! Şurada sağdan giren, işte o sizin bize sorup yaptığınız vapur. Soldan giren de eskisi. Elbette eskisi daha güzel. Ama yenisi de, feragat edilmiş inceliklere karşılık, daha ferah, pencereleri büyük. En azından, onun yerine başımıza ne korkunç şeylerin gelebileceğini bildiğimizden, razı olduk, bağrımıza bastık onu da.

Alternative 1 / Seçenek 1

Fakat kardeşim, siz çirkinlik yaratmadan duramıyorsunuz ki! Tepeden aşağı nobranlaşmanıza, buyurganlaşmanıza, küstahlaşmanıza paralel olarak, zevksizliğinizi, paçozluğunuzu dayatmadığınız hiçbir yer, hiçbir konu kalmadı. Şu İstanbul'u, ağzınıza sakız ettiğiniz Osmanlı'nın hiçbir inceliğini hak edemeyişinizin kompleksiyle, bir işgal ordusu gibi hoyratça çirkinleştiriyorsunuz her şeyi. Vapur adı altında karşımıza çıkardığınız bu ucube, kimbilir kimler ne paralar kazansın diye icat ve İstanbul'a musallat edildi.

Alternative 2 / Seçenek 2

Alın, Topkapı Sarayı önünde beş-on dakika arayla insanların gördüğü iki ayrı manzara. Birinde, Osmanlı'nın sarayı, İstanbul'un vapurları var. Üstelik biri, belediye başkanının partisi henüz demokrasi tramvayındayken halka sunulan seçenekler arasından İstanbullu'nun beğendiği. Ötekindeyse, daha fazla para, daha fazla tahakküm hırsıyla, zevkten, incelikten, ahenk kavramından nasibini almamış talancıların bize münasip gördüğü hayatın simgesi gibi bir saçmasapan kutu. Denizin üstünde saçma bir kutu. Topkapı Sarayı'nın önünde bakın nasıl duruyor. Bunu anlayabilirseniz, nasıl zelil hallere düşmekte olduğunuzu da anlayabilirsiniz belki.

(Fotoğraflara tıklarsanız daha büyük hallerini görebilirsiniz. Gideceğiniz sayfada "Z" tuşuna basarsanız, siyah zeminde, daha afilli izleyebilirsiniz.)

12 Haziran 2015 Cuma

Telafi sınavı: '90'lar reloaded

Radikal, 11.06.2015


Diyarbakır'da dört kişinin öldürüldüğü, on bir kişinin yaralandığı, birçok dükkanın tarandığı, kalabalık silahlı grupların, polis gözetiminde sokaklarda terör estirdiği günün ertesinde, propaganda makinesinin gazeteleri, bütün bunlar arasından tek bir cinayeti manşete çektiler. Dindar dernek başkanının PKK tarafından “infaz edildiği”ni işleyen AKP medyası, kışkırtıcı yayınını bildik temalarla süsledi, bunların yanısıra, cinayeti HDP'nin seçim başarısıyla ilişkilendirme alçaklığından da geri durmadı.

Diyarbakırlılar, yeni saldırılar olmasın, başka insanlar da ölmesin diye kurbanlarını olabildiğince sessiz törenlerle çarçabuk toprağa verirken, batının büyükşehirlerinde gündelik olağan hayat sürüyordu.

Savaştan buraya insanlık macerası

Radikal, 09.06.2015


Fakat Türkiye sahiden bir noktaya gelmiş! Bizi yönetenler yedikleri şamarın acısını çıkarmak için üstümüze çullanmazlarsa, kısa süre de olsa sevinebiliriz.

Bu sevincin nelere mal olduğunu, otuz kurşunla öldürülen, dokuz çocuklu HDP aracı sürücüsünü, Diyarbakır'da şenlik havası içerisindeyken nasıl olduğunu bile anlayamadan bu dünyadan göçüverenleri, hastane odasında ayıldıklarında ayaklarının, bacaklarının yerinde olmadığını fark edenleri sevincimize katmak nasıl mümkün olacak?

Belki onlar için de, inadına sevinmeliyiz.

10 Haziran 2015 Çarşamba

Karanlık günde aydınlık yüzler

Devlet, bu memlekette saçları ağarmış herkesin korktuğu, buna rağmen tahmin ettiği, bundan ötürü çok ama çok sıkıldığı üzre, HDP'nin barajı aşmasının yolaçtığı sevinci insanların kursaklarında bırakmak üzere harekete geçti. Diyarbakır'da Yeni İhya-Der Başkanı Aytaç Baran, kimliği henüz bilinmeyen katillerce öldürüldü. Buna tepki olarak silahları kapıp sokağa çıkan Hüda-Par taraftarları, üç kişiyi öldürdü: Bayram Özelçi, Bayram Dağtan ve Emin Esen. Yine çok büyümesi umularak hazırlanmış bir provokasyonla karşı karşıya olduğumuz açık. Üstelik Rojava'dan tam on gencin cenazesinin geleceği bir günde.

Bunlara rağmen, buraya HDP'nin 8 Haziran'daki İstanbul/Bakırköy kutlamasından bir fotoğraf koyacağım. Gülen yüzler görünsün. Onları görelim. Fotoğrafların gerisi, ipernity'deki sayfamda, yeni bir albümbe: "8 Haziran".

Celebration / Kutlama

DHA muhabirleri Canan Altuntaş ve Serdar Sunar ile İHA muhabiri Burak Emek, Diyarbakır'da büyük tehlike atlattı, Altuntaş ciddî yaralandı. Saldırganlar muhabirleri yere yatırdı, onlara vurdu, kameralarını aldı. Basın emekçisi arkadaşlarımıza geçmiş olsun.

Bu korkunç olaylar yaşanırken, AKP'li bir sima, Ömer Turan (@omerturantv), akıl almaz kışkırtıcı tweet'ler attı ve '90'larda birçok insanın "faili meçhul" cinayetler için atılıp götürüldüğü meşhur ve mahut "Beyaz Toros"ları (Renault) hatırlattı, üstelik bunların DAİŞ'in beyaz Toyota'larıyla bağlantısını kurarak Kürtleri alenen tehdit etti. Turan, gün boyu ortaya saçtığı nefreti gece şu mesajıyla taçlandırdı: "Marxist-Leninist Dinsiz PKK ve onun legal uzantısı HDP'ye destek veren kardeşim degildir, kestiğini yemem, arkasında namaz kılmam." Bu adamın kafasındaki Türk İslâmcılığı, anlaşılan, derin devletin kirli yöntemlerini zevkle kullanmaya hazır ve düpedüz faşistçe.

9 Haziran 2015 Salı

Değişimin "yüzü" için: AA, TRT ve THY

Şu anda oluşan Meclis aritmetiğiyle, büyük siyasî hesaplarla boğuşmadan, uzun pazarlıklara girişmeden, ilk elde yapılabilecek bazı değişiklikler, bir an önce normalleşme havası yaratacak, herkese iyi gelecektir. Bunlar, oluşturulmuş melez keyfî rejimde köklü değişimler olmayabilir, ama bu rejimin "yüzü"nü değiştirecek, öncelikle devlete, devlet kurumlarına bu normalleşmeyi bildirecek ve empoze edecektir.

İki hayatî kurum, bir nevi "Türkiye'nin yüzü"dür, onlara bakılınca/bakılarak birşeyler görülür: Anadolu Ajansı, TRT. Bunların yanına bir de THY'yi katmalıyız.

Üçüncüsü ne alâka, diyeceksiniz, bu yüzden önce onu aradan çıkarayım. THY'deki bir uygulama, hem TC vatandaşlarına hem de bizim dışımızdaki herkese Türkiye'de kimin borusunun öttüğüne dair güçlü bir işaret sunuyor: Uçaklarda bulundurulan gazeteler. Şu anda, bildiğiniz üzre, uçaklarda sadece hükümetin propaganda aygıtının, artık gazete dahi diyemeyeceğimiz mücadele bültenleri yolculara sunuluyor. Ölümler, saldırılar, büyük suçlar, muazzam yolsuzluklar falan varken bu da mevzu mu? Evet.

6 Haziran 2015 Cumartesi

Diyarbakır saldırısı

Ne niye oluyor, anlamaya çalışalım


HDP'nin Diyarbakır mitingi, geçirdiği çok başarılı -Batman'da sokağa çıkan partilileri evlerine dönmeye çağırırken Selahattin Demirtaş'ın dediği gibi "kahramanca"- seçim kampanyası için ihtişamlı bir kapanış olacaktı. Muazzam bir kalabalık miting alanını, meydanları, caddeleri doldurdu ve Demirtaş'ın konuşmasına pek az kala ardarda iki bomba patladı. Sayısız -HDP'lilere göre 120'yi aşkın- saldırıya karşın, her dakika, her saat, her gün daha fazla insanı etkileyen barış dilini koruyabilen, hattâ geliştiren parti, son birkaç günün daha da kanlı ve yürek yakıcı olaylarına da aynı olgun tepkiyi verebilmişti. Diyarbakır'daki sabotaj, belli ki bu yüzden, Erzurum'daki linç girişimini dahi ufak bir gerginlik konumuna indirecek, büyük çaplı, çok daha büyük hedefli bir girişim olarak tasarlanmıştı.

Kemal Gökhan Gürses'in çizgileri: patlamada ayaklarını kaybeden Lisa Çalan.

Burada hedef, kalabalığın paniğe kapılması, insanların birbirini ezmesi, onlarca kişinin ölmesiydi. Kürt halkının bomba sesine, saldırıya, benzer alçaklıklara hazırlıklı ve örgütlü, disiplinli oluşu, elbette aynı zamanda bunca şey yaşamışlıktan gelen korkusuzluğu, böyle büyük bir felaketi önledi. Belirtmek gerekir ki, sahneden mitingi yöneten insanlar -özellikle sunucu- da durumu büyük ustalıkla, paniğe yolaçmadan idare edebildi. Böylece bir alçakça heves daha -ne yazık ki kısmen- kursaklarda kaldı. Dört insan can verdi, birçok kişi ciddî yaralandı, ayağı kesilen, sakat kalanlar olduğu söyleniyor. Fakat kurban bilançosunun çok daha yüksek olması tasarlanan yeni 1 Mayıs 1977 gerçekleşmedi.

Ortadaki bütün sorulara cevap verebilen bir yazı değil, okuyacağınız. Ancak pek çok olguyu ve ihtimali ortaya seriyor.

5 Haziran 2015 Cuma

FIFA skandalında gidişat umut veriyor

Belki de sahiden en azından bazı haksızlıklar cezasını buluyordur. FIFA skandalında her gün yeni bir rezalet daha ortaya dökülüyor. Bugünün mevzusu (artık "mevzuu" yazmıyorum, bilerek), uluslararası futbol mafyasının üst kuruluşuyla birlikte İrlanda Futbol Federasyonu'nu da çamurun içine sürüklüyor.

Haksızlıklar-yolsuzluklar, yönetimde çete düzeni, ahlâksızlık, şımarıklık, kayırma, su payı, rüşvet... sanki her şey bizim burada cereyan ediyor!..

2010 Dünya Kupası elemelerinde, Fransızların ahlâksız futbolcusu Thierry Henry topu, üstelik iki defa elle düzelterek gol atmış, İrlanda elenmiş, Fransa Dünya Kupası finallerine gitmeye "hak kazanmış"tı. Şimdi iddia ediliyor ki, FIFA, işin peşine düşmesin, yargılama-cezalandırma taleplerinde ısrar etmesin diye İrlanda Futbol Federasyonu'na 5 milyon Euro sus payı vermiş. Para, stadyum yapılsın diye yardım için verildi gösterilmiş.

4 Haziran 2015 Perşembe

Kürt düşmanlığından fazlası var

HDP'ye yönelik saldırılar giderek sınıf atlıyor. Bingöl'deki '90'lar stili cinayeti Erzurum'da linç girişimi ve mitinge kitlesel saldırı izledi. Bu saldırıya polisin de bildik "kontrollu" desteğiyle, manzara tamamlandı. Bingöl'de HDP seçim minibüsü sürücüsü Hamdullah Öge, taranan araçtan çıkarılıp işkence edilerek öldürüldü, bedeninde 30 mermi yarası olduğu söyleniyor. Erzurum'da da yine minibüs, içinde sürücüsü varken ateşe verildi, sürücü, sekiz çocuk babası Aydın Taşkesen, ağır yanıklarla zor kurtarıldı. (Geceyarısına doğru hayatını kaybettiği yolunda bir haber yayıldı, ancak şükür ki bunun doğru olmadığı kısa sürede anlaşıldı).

Rewhat'ın (@rewhat) Hamdullah Öge için çizdiği kare...

İlk bakışta, bu saldırıların somut hedefleri belli: HDP'nin çevresinde özellikle Demirtaş'ın yarattığı barışçı, demokratik, çoğulcu, yürek ferahlatan, iç açan aurayı, havayı, muhalif özgüveni, gelecek umudunu dağıtmak, bu parti etrafında oluşan hareketi gerilimle, saldırı-kavgayla, her tür huzursuzlukla, ürkütücü, korkutucu olaylarla, can korkusuyla... ilişkilendirmek. Bingöl'deki JİTEM tarzı cinayet, şüphesiz, '90'ların hatıralarını canlandırmayı, "yine böyle olur!" tehdidini herkesin kafasına sokmayı da amaçlıyor. Erzurum'daki bin kişilik saldırı, şimdiye kadar yüzü aşkın yerde sergilenen "sizi buralarda yaşatmayız" oyununun bir tür üst aşaması, son perdesi.

Bunlardan da, HDP'nin barajı geçmemesi, HDP etrafında toplaşan ve "kemik Kürt" olmayan unsurların kaçışması amaçlanıyor.

3 Haziran 2015 Çarşamba

İşte Demirtaş'ın o üç cümlesi!

HDP'nin Mardin mitingi, kalabalığın bileşimi bakımından, Batman'dakinden de anlamlı, olağanüstü bir olay, anlaşılan. Bu mitingde Selahattin Demirtaş'ın söylediklerinden üç cümleyi Twitter'da paylaştım, buraya da alacağım. Çünkü burada da sağlam şekilde kayda geçmesini istiyorum. Bu üç cümle birarada, HDP'nin ne olduğu, ne olmadığı, bu partiye oy vermenin-vermemenin ne manaya geleceği, Demirtaş'ın ve partisinin samimi olduğu-olmadığı, "aslında" ne istendiği... gibi bir sürü iç bayıcı ama maalesef geçerli tartışma konusuna ışık tutacaktır.

Numaracı internet yayıncılığı jargonuyla söylüyorum: İşte o üç cümle:
"Gabar'da, Cudi'de silah değil kuş sesleri olsun istiyoruz."

"Ömür boyu tatil yapamayacağınız Antalya otelinin inşaatında sıvacı oldunuz; bize bunu layık gördüler."

"Kibirli olanın, burnu büyümüş olanın, güç zehirlenmesi yaşayanın haddini bildirmek zorundayız."
Şahsen ben de aşağı yukarı bunları diyorum işte... Uzatmaya ne gerek var, değil mi?

1 Haziran 2015 Pazartesi

Edebiniz elverir, elverir, bayağı elverir...

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Iğdır'da kendisini protesto etmek için arkalarını dönen kadınları görünce (Cumhuriyet'teki habere göre) şöyle konuşmuş:
"Şimdi geliyorum, çok enteresan, şurada bir grup, affedersiniz edebim müsaade etmiyor tabiî de, sırtlarını dönerek işaret yapıyorlar. Ya sizde zerre kadar nezaket varsa, haysiyet varsa, yani zerre kadar kabiliyetiniz varsa siyasette yer parlamentodur. Orada konuşursunuz. Meydanlarda konuşursunuz. Kalkıp da bu tür tehditlerle bu tür affedersiniz ahlaki olmayan yöntemlerle bir yere varamazsınız."
İlkin, bu neden "enteresan"? Değil. Manasız.

HDP İstanbul mitingi

30 Mayıs günü, tarihî bir toplantıya katıldık. Tam hesaplanması zor, birkaç yüz bin kişiyle birlikte, diyelim. Şunu güvenle söyleyebilirim ki, pratik örgütlenme ve iş yürütmede HDP, kıyaslanmayacak kadar fazla imkân kullanabilen iktidar partisiyle yarışabilecek tek kuruluş. O kadar geniş, dallı budaklı bir organizasyonda olabilecek aksiliklerin neredeyse hiçbiri olmadı. Genç ve becerikli sunucular sahne akışını çok iyi götürdü, konuşmacılar hamasetle şununla bununla insanları sıkmadı, hepimizin moralini yükselten bir gün geçirdik. Gazeteciler olarak, düşmanlıkla karşılaşmayacağımızı bilerek ortalıkta dolaşmanın iç huzurunu tattık.

HDP Rally / HDP Mitingi

Bendeniz de, iş edindim, o günden güzel fotoğraflar çekeyim, moralimizi yükselten manzarayı göremeyenlere de aktarayım, diye biraz uğraştım. Konuşmacıların fotoğraflarını Twitter'dan (@umit_k) paylaştım. Bir an önce yayımlayabilme gayesiyle dar zamanda işleyebildiğim bazı miting fotoğraflarıysa ipernity'deki sayfamda, "30 Mayıs 2015" albümünde.

[ EK / 2 HAZİRAN 01:15 / Yeni eklediğim fotoğraflarla birlikte HDP mitingi albümü 34 kareye ulaştı. Şimdilik son hali budur. Bazıları biraz aceleye geldi, zamanla düzelteceğim. ]