19 Ağustos 2014 Salı

Kurban olurum Hedy sana!

"Kindertransport", Birleşik Krallık'ın Nazi hakimiyetindeki Almanya, Avusturya, Çekoslovakya, Polonya ve Danzig'den çoğu Yahudi on bin kadar çocuğu kendi topraklarına götürüp güvenlik altına aldığı bir operasyondu. 2. Dünya Savaşı'nın başlamasına dokuz ay kala gerçekleştirilmişti. Kurtarılan çocukların hemen hepsi, ailelerinin soykırımdan kurtulan tek üyeleri olacaklardı. (Ayrıntılar için Wikipedia'nın ilgili maddesi iyi bir kaynak.)


1924 Freiburg doğumlu Hedy Epstein bu çocuklardan biriydi. 14 yaşındayken götürüldüğü İngiltere'den ABD'ye göçtü, 1948'den itibaren hayatını burada sürdürdü. Polisin silahsız siyah bir genci altı kurşunla vurup öldürdüğü, bu tarz polis şiddeti artık canına tak ettiği için halkın ayaklandığı Ferguson'da (Missouri, ABD) geçen gün gözaltına alınanlar arasında Epstein da vardı. Vali Jay Nixon'un bürosu önüne toplanmış protestocular polisin "dağılın" uyarısına uyup dağılmadıkları için gözaltına alındılar, 90 yaşındaki St Louis sâkini Epstein da aralarındaydı.

Hedy Epstein, iki polis kendisini kelepçelemiş götürürken, the Nation muhabirine, "Ben bunu yeni yetmeliğimden beri yapıyorum," dedi. Filistinlilerin hakları için, İsrail'e düzenlenen protestolara, eylemlere çok katılmış, bazılarını örgütlemişti. "Ama 90'ıma geldiğimde hâlâ yapmam gerekeceğini düşünmemiştim. Bugün ayağa kalkmalıyız ki, insanlar 90 yaşına geldiklerinde hâlâ böyle yapmak zorunda kalmasınlar." (Steven Hsieh, "St. Louis police arrest nine protesters...")

Epstein'ı biraz daha derinlemesine merak edenler (ve İngilizce bilenler) Los Angeles Times'taki röportajı okuyabilirler: "Holocaust survivor explains why she became Palestinian rights activist".

17 Ağustos 2014 Pazar

Demokrasi Yılmaz Özdil'i kapsar mı?

Yılmaz Özdil adlı şahsın başına gelen, memleketin muhalif, demokrat ve özgürlükçü insanlarını azıcık sıkıntıya soktu: Haksızlığa, adaletsizliğe kim maruz kalırsa kalsın karşı çıkmak gerekir, ama faşist ve ırkçı bir yazar hükümet kararnamesiyle işinden olunca onu savunmak gerekir mi?

Dünya işlerine aklım ermeye başladığından beri kendimce adalet mücadelesi yapıyorum. Bunca zaman içerisinde düşünebildiğim, kavrayabildiğim ölçütler açısından diyebileceklerim şunlar:

Meselenin birkaç yönü var:
(1) İdeal bir demokratik özgürlük ortamında istisnasız herkesin her şeyi söyleme-yazma hakkı var mı?
(2) İstisnalar varsa, sınır nerede?
(3) Bir sınır varsa, Özdil bunun hangi tarafında?

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Suriyeli askerleri Türk GSM'i mi yakalattı?

Yakın Doğu Haber sitesinde bir yazı okudum: "Rakka için büyük iddia". Mehmet Serim'in yazısı, ayrıntılı bir haber-yorum niteliğindeydi ve Suriye'deki içsavaşta yakın zamanda olup bitenleri aktarıyor, önümüzdeki günlere ışık tutmaya çalışıyordu. Şu anda İD'in elinde bulunan Rakka'yı Esad'ın mutlaka geri almak istediğine ve Suriye ordusunun buraya yönelik büyük bir taarruza hazırlandığına -"büyük iddia" buydu- işaret eden Serim, örgütün bu şehirdeki hakimiyetini nasıl kurduğuna dair ayrıntılar veriyordu. Rakka'da son ana kadar direnen 17. birliğin İD tarafından yenilgiye uğratılması, Esad rejimi için beklenmedik bir büyük darbe olmuştu. Şunları anlatıyor Mehmet Serim:
IŞİD’in ani saldırı ile ele geçirdiği 17. birlik Rakka kırsalındaki ve bölgedeki en önemli Suriye birliklerinden biriydi.
Yaklaşık 2 yıldır muhasara altındaydı ve askerler zaman zaman zor şartlarda hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Ordunun karadan ulaşamadığı birliğe havadan gıda ulaştırdığı biliniyor.
17. birliğe yapılan saldırıda birçok asker cephanesi tükendiği için kaçtı. Bu askerlerin kimisi çöle kaçtı. Ancak kaderleri tıpkı üste son ana kadar kalanlarla aynı oldu. (...) bazı askerler Rakkalı aileler tarafından himaye altına alındı. Halen Rakka’da bu şekilde saklanan kaç asker olduğu bilinmiyor.
(...) bazı askerler 93. Birliğe ulaşmayı başardı. Ancak bir süre sonra 93. Birlik de İŞİD’in eline geçti.
17. Birlikteki askerlerin bir kısmı ise diğer şehirlere ve ailelerine ulaşmayı başardı. Ancak bir kısmından halen haber alınamıyor, sağ ya da ölü olup olmadıkları bilinmiyor.
Saklananlar olduğu için Suriye genelkurmayı da bilgi sahibi değil. (...) sığındıkları Rakkalı ailelerin yanında evlerini aramaya çalışan bazı askerler yerleri tespit edilince ailelerle birlikte infaz edildi.
Bu nedenle kalan askerler yerlerinin tespit edilmesi korkusuyla kendi aileleri ile bile iletişimi kesmiş durumda. Saldırı öncesinde ve sonrasında bölgede GSM hatları kesik olduğu için birçok asker Türkiye GSM hatları üzerinden görüşmeler yapıyordu.
Askerlerin yerlerinin tespit edilip IŞİD’e bildirilmesinde bazı komşu ülkelerin de rol aldığı belirtiliyor.
Ne anladınız? Evet. Ben de onu anladım. Aktarmak istedim. İşte yine ciddi bir iddia. Kime soracağız? Kimin dediğine inanacağız? Bizi yönetenler "yok böyle bir şey" derse içimiz rahatlayacak mı? Kötü durumdayız...

(Yazının tamamını da tavsiye ederim, içerdiği ayrıntılar, meseleyi soyutluktan kurtarıyor, elle tutulur hale getiriyor: Mehmet Serim, "Rakka için büyük iddia"

Ankara'yı sıkıştıracak BM kararı

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, "İslâm Devleti" örgütünün Irak'taki hızlı yayılması ve son marifetleri üzerine, Türkiye için ilginç sonuçları olabilecek bir karar aldı. On beş üyeli konseyin kararı, birkaç unsurdan oluşuyor:

1. İD ile El Nusra Cephesi'nin finansörü, silah veya eleman tedarikçisi olduklarına hükmedilen altı kişiye uluslararası seyahat yasağı kondu, banka hesapları donduruldu. Bunlar, "İslâm Devleti" lideri Ebubekir'e en yakın emirlerden olan, örgüt sözcüsü Abu Muhammad al-Adnani; 2013'te ev hapsinde bulunduğu Fransa'dan kaçıp Suriye'de El Nusra Cephesi'ne katılmış eski Cezayir subayı Said Arif; Nusra'nın Lazkiye bölgesi yöneticilerinden ve öndegelen internet propagandacılarından, Suudi Arabistanlı Abdul Muhsin Abdullah İbrahim al Şarık; Nusra'nın malî destekçilerinden iki Kuveytli, Hamid Hamad Hamid al-Ali ve Haccac bin Fahd al-Acmi; Nusra Cephesi'ne eleman sağlayan yabancı savaşçı şebekesini yöneten Suudi Arabistanlı Abdelrahman Muhammed Zafir al Dabidi al Cahani. (İsimlerin yazılışlarını İngilizce'den aktarırken yanlışlık yapmış olabilirim.)

2. Karar, adı geçen bu altı kişi dışında, yabancı savaşçıların örgütlere katılımını finanse eden veya bu trafiğe yardımcı olanlar tesbit edilirse onların da kara listeye eklenmesini öngörüyor.

3. Güvenlik Konseyi kararında, İslâmcı terör örgütlerinin, ele geçirdikleri kuyulardan çıkan petrolü satarak ticaret yaptıklarına, bu işten para kazandıklarına işaret ediliyor, "İslâm Devleti" veya El Nusra ile doğrudan veya dolaylı ticarî ilişki içerisine girenler uyarılıyor, bu tür girişimlere yaptırımlarla karşılık verileceği bildiriliyor.

12 Ağustos 2014 Salı

Payımıza düşen...

Şimdi de bir artistin arkasından, yok, gözyaşımı tutamıyorum, yok şöyleydi böyleydi. Sen ağlayacaksan, 1071'de Alpaslan'ın peşinde, Anadolu'nun kapılarını atalarımıza ve İslâm'a açarken mukaddes kanıyla Malazgirt ovasını sulayan şehitlerimize ağla! Çanakkale'ye ağla! Nerede sululuk, lâubâlilik, bu orada, palyaçoluk yapmış işte. Palyaçoluk yapmış!.. Yok uzaydan geldim yok bilmemne! Af edersiniz le-be-ge miydi neydi çirkin bişeydi, onun rolünde kırıtmış. Ne yani? Bir tane bina mı dikmiş? İki kilometre yol mu yapmış? Yahu bi kere bu adam af edersiniz intihar etmiş! Allah'ın işine nasıl karışıyorsun sen ya! Buna ağlayan da cehennemliktir. Kimse kusura bakmasın, yanacak cayır cayır. Bunalıma girmiş! Neyin bunalımındasın sen bir defa? Memleket mi yönetiyorsun? Seçime girdin de oy mu vermediler? Al paranı otur. Yok! Gezi'ciler gibi, şımarık; onu da isterim bunu da isterim. Onların akıl hocası zaten. Öğretmen rolüne girmiş, öğrencileri yoldan çıkarıyordu. Gözümle gördüm; oğlan getirmişti DVD'sini, fakat o şeyde, odada, altlarda kalmıştır, bulamam şimdi. Ölü bilmemneler şeysi! Ne meraklıymış ölüye mölüye ya! Kendi eliyle itaatsizliğe, serkeşliğe sürüklüyordu gençleri. Öğretmen olmuşsun, git o çocuklara o vatanseverlik noktasında birşeyler öğret, Kırmızı Ceketliler'i nasıl kovdun, biz biliyoruz Teksas'tan, af edersiniz Kızılderililerle nasıl harp ettin. Onlara da başsağlığı dilerim, acılarını paylaşırım imkân olsa. Tabiî bu bizimki, millet sevdası noktasında sıfır! Hep başka işler peşinde. Pennsylvania'ya ne kadar mesafede ki bu? Samimiyetle söylüyorum, Amerika'da her taraf duble yol. Gitmiş gelmiş, talimatını almış, raporunu vermiştir. Bitti o devirler, bittii! Baktı, kimseyi dinlemiyoruz, inlerine giriyoruz, bekleyemedi, yüreği yok. Bundan da polisi suçlarlar şimdi. Üç tane filmde oynamış, ne olmuş?

İHD'nin Ezidî mültecilere yardım çağrısı

İnsan Hakları Derneği, Şırnak/Silopi'ye sığınan Ezidîlerin durumu üzerine bir rapor yayımladı ve hem BM'ye hem ulusal ve uluslararası kuruluşlara yardım çağrısı yaptı. Bunları beklemeksizin, ülke çapında bir yardım seferberliğine girişmek gerekiyor. İD çetelerinin elinde katledilmekten kurtulan insanlar, özellikle çocuklar çok zor durumdalar. Bir yardım kampanyası örgütlenmesine katkıda bulunma umuduyla ANF'nin konuyla ilgili haberine link verdiğim bir tweet attım, ama TİB'in koyduğu erişim engeli yüzünden ANF'nin sitesine Türkiye'den ulaşılamıyor. (İşte bu tür yasaklamayı çare görenlerin beyinsizliğine bir kanıt daha!) Oysa bütünüyle insanî yardımla ilgili bir habere niye ulaşılamasın? Haberin büyük bölümü aşağıda:

İHD'den acil insani yardım çağrısı


(...) İHD, Şırnak’ın Silopi ilçesine sığınan  Êzidîlerin durumunu yerinde inceleyerek, çalışmalarını raporlaştırdı. Yayınlanan raporda göç eden Êzidîlerin barınma, gıda ve ölümcül hastalıklar ile karşı karşıya kaldığı belirtilirken, Federal Kürdistan Bölgesi hükümeti, BM, uluslararası insan hakları örgütleri ve uluslararası insani yardım kuruluşlarına acil koduyla önlem alınması ve yardım yapılması çağrısında bulunuldu.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Önümüzdeki maçlara nasıl hazırlanmalı?

Bize üç şey lazım: İlki azim. Neyse ki mücadeleyi öğreniyoruz. AKP'nin topluma en büyük faydası, eskinin kurulu düzencilerini bile armut piş ağzıma düş felsefesinden bir ölçüde kurtarmak oldu. Anladılar ki, hak istiyorsan, şöyle değil böyle yaşamak istiyorsan, artık ötekileri bastıracak orduya şuna buna güvenemezsin. Kendin mücadele edip kazanacaksın veya koruyacaksın. Böyle yaptığında da, baskıya ve yine birilerinin sindirilmesine dayalı Eski Türkiye'nin elemanı olmaktan çıkacaksın ister istemez. Şeytan kulağına kurşun, demokrat bile olabilirsin bunun sonunda! Kullanılmayan oylar, bunların yolaçtığı oranlar, bu gerçeğin kavranmasına katkıda bulunacak; tersten.

Mücadele, bizimki gibi ülkelerde, devletin karşısında, her türlü tehlikeye açık olmak anlamına gelir. Yani biraz... birazdan fazla cesaret ve kararlılık ister. Yani azim. Genel olaraksa günümüzün özellikle büyükşehir kültüründe tamamen tukaka edilmiş bir şeyi, örgütlenmeyi, bazen kendi bireysel istek ve çıkarlarından vazgeçmeyi, bazen bugünün insanına kâbus gibi görünen bir durumu, topluluğun sıradan bir parçası olmayı gerektirir. Evet, bunları Gezi isyanı sürecinde biraz öğrendik; yapabiliyoruz.

İkinci ihtiyaç, sabır. Demokrasi, birilerinin lütfuyla, üç-beş ricayla elde edilecek bir armağan falan değil.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Muhabire veda

Deniz Fırat, gazetecilerin gitmediği yerlerde muhabirlik yapıyordu. Fırat Haber Ajansı'nın (ANF) muhabiriydi. Irak'ta Maxmur (Mahmur) mülteci kampında büyümüştü. Kendine "İslâm Devleti" diyen katiller kampı bastı, kamp boşaltıldı. Deniz gitmedi, kameramla kalayım, dedi. Kürt silahlı güçleriyle İD arasındaki çatışmaların orta yerinden, Kürt ve Türk televizyonlarına olan biteni aktarmaya çabalıyordu. Havan mermisi fazla yakınına düştü, şarapnel gelip gencecik kalbini buldu. Kamerası kapandı.

8 Ağustos 2014 Cuma

"İslâm Devleti" için yeni evre: ABD'ye karşı

ABD Başkanı Barack Obama, Irak'a sınırlı ölçüde ve havadan müdahale edeceklerini duyurdu. Esas olarak şunları söyledi (diplomatik nüanslara dikkat ederek özetliyorum):
1. Erbil ve Bağdat'ta Amerikan personeli var. Vatandaşlarımız için riziko doğarsa müdahale ederiz. İD'i uyarıyorum: Buralara doğru harekete geçerlerse konvoylarını vururuz.
2. Sincar'da (Obama Şengal değil Sincar demeyi tercih etti) bir soykırım tehlikesi var. Dünyanın en eski mezheplerinden birine mensup Ezidiler, katliamdan kaçarak sığındıkları dağda, aç ve susuzlar. Ya dağdan inip katledilecekler ya da açlık ve susuzluktan ölecekler. İnsanlar günlerdir, "kimse yardıma gelmiyor" diyorlar. İşte şimdi ABD yardıma geliyor.
3. Elbette dünya üstündeki bütün sorunlara müdahale edemeyiz. Ama bu bir soykırım tehlikesidir ve "lider (dünya lideri) olarak" böyle bir şeyi önlemek bize düşer.
4. Irak'ta bir ABD kara operasyonu daha olmayacak. Irak ve Kürt hükümetlerini teröristlerle savaşabilmeleri için destekleyeceğiz (= eğiteceğiz, silah vereceğiz).

7 Ağustos 2014 Perşembe

Hakikat aramanın lüzumuna dair bir açıklama

İnternet ve özellikle sosyal medya, gazeteciliğin sınırlarını genişlettiğinden beri, zenginleşen haber alma-verme faaliyetine bir musibet eşlik ediyor: Yalan yanlışın muazzam bir hızla yayılması. Birisi "şöyle bir şey oldu" der demez, yüzlerce kişi bunu Facebook sayfalarında aktarıyor, bir o kadarı retweet ediyor. "Şunun fotoğrafı" diye herhangi bir sosyal medya mesajına iliştirilen bir fotoğraf, kısacık süre içerisinde, asla alâkasının bulunmadığı bir olayın simgesi haline, bir ikon haline gelebiliyor.

Bu durum kimimiz için büyük vahamet, kimimiz içinse sorun bile değil. Hattâ yanlışı düzeltmeye çalışanlar bazen tepkiyle karşılaşıyor. İki tür tepki var:

(1) "Canım, ne önemi var? Bu somut ayrıntı doğru olmasa da olay genel olarak şöyle şöyle değil mi?" Son örneği, İD'in tutsak aldığı Ezidi kadınları köle pazarı kurup sattığına dair iddia ve fotoğraf. Fotoğrafın bir yıllık olduğunu, bambaşka bir konuya ait olduğunu ortaya koyunca, şöyle bir karşılık alabiliyorsunuz: "Ne yani, İD kadınları esir almıyor mu, götürüp eş-cariye-köle yapmıyor mu? Satacaklarını söylemediler mi?" Bu tepki, Türk Millî Eğitimi denen makineye hammadde olmuş insanımızın hakikatle -galiba kurmak istemediği- ilişki konusunda fikir veriyor olabilir. Derin bir konu. Daha yüzeysel bir sebep ise, bunca yıllık medya tecrübesi olabilir. İnsanlar, şu ya da bu propagandif amaca yönelik olmayan, "haber" diye bir "cismi" tanımadıkları için, ona ihtiyaç duymuyorlar, lüzumunu da anlamıyorlar muhtemelen.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Af edersiniz - Etmeyiz!

Cümle tam olarak şöyle: "Benim için Gürcü diyen oldu, af edersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu." Söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan, söylediği yer NTV-Star ortak yayını. Karşısında, Erdoğan ne söylerse söylesin problem çıkarmayacak Oğuz Haksever var.

Üç sene önceki söz de şöyleydi: "Bizim için de neler yazdılar! Ne Yahudiliğimiz ne Ermeniliğimiz ne afedersiniz Rumluğumuz kaldı." Seçime iki gün kala, 10 Haziran 2011 akşamı, Erdoğan yine NTV'de, bu defa Oğuz Haksever'in yanısıra, Nermin Yurteri, Nilgün Balkaç ve Ruşen Çakır'ın karşısındaydı. Demek o sırada başbakana hâlâ şikesiz birşeyler sorulabiliyormuş. İkinci çıkarım: Başbakanın ırkçılığı konjonktürel değil. Yapısal.

Erdoğan ilkinde Rumluk için "af edersiniz" demiş, ikincisinde Ermenilik için. Sanırım fark etmiyor, öyle denk gelmiş. Türk ve Sünni olmadıktan sonra kimsenin değeri yok. Bugünlerde galiba bir de Selefiler revaçta. İslâm Devleti adı altında dehşet saçan, şu anda biz bunları konuşurken, on binlerce insanı çoluk çocuk dağ başlarına kaçıp korku içinde açlıktan sefaletten titremeye, ölmeye mahkûm eden Müslümanlarla başbakanın bir sorunu yok. Hattâ anlayabildiğimiz kadarıyla onlara destek veriyor.

Buraya kadarı, Tayyip Erdoğan adlı kişinin cibiliyet ve günah hanesine yazılabilir, giderdi. Böyle değil. Çünkü kendisi bir siyasî lider, 76 milyonluk koca memleketin seçmeninin aşağı yukarı yarısı ona oy veriyor, onun başta kalmasını istiyor. Ve Erdoğan'ın ağzından çıkan tek kelime bile şuursuzca sarf edilmiyor. Getireceği-götüreceği hesabı yapılarak şekillendiriliyor mesajları.

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Cinayeti gördüysen, "cinayeti gördüm" diyeceksin

Kazım Koyuncu'ya "abi, ne olacak bu işler?" havasında bir soru soruyorlardı, filmi yaparken dinlemiştim, hep hatırlarım; o da diyordu ki: "valla, düşünen, bu dünyanın eziyetini çekecek, düşünmeyen de sefasını sürecek". İsrail'in "tedricî soykırım" politikasının yeni adımı olarak Gazze'de giriştiği katliam başladığından beri, sabaha kadar, akıl almaz vahşet haberleriyle yüzyüze kalıyoruz. Yalnız olmadığıma inanıyorum, "biz" diyorum. Twitter'da Gazze'den yazan insanlar var; onlar için endişeleniyoruz, bir süre sesleri çıkmasa öldüler sanıyoruz, dayanılacak hal değil. Umutsuzluğa kapılmak üzereyken, birinden bir ses geliyor, buna sevinecekken bu defa yazdığını okuyorsun, "bir aile daha yok oldu" cinsinden bir şey; yine yıkılıyorsun. (İsrail şu ana kadar 60 aileyi son ferdine kadar yok etti, bu arada. Üç-dört kişilik çekirdek ailelerden sözetmiyoruz.)

3 Ağustos'ta, bu gündelik felakete Irak'ta (Musul/Şengal) Ezidilerin karşı karşıya kaldığı soykırım tehlikesi eklendi. Müslümanların şu ana kadar çıkarabildiği en sıkı faşist örgüt, İD (eski IŞİD), "İslâm'a dönmezlerse" hepsini öldüreceğini ilân etti ve bazılarını da, herhalde gözdağı vermek için katletti. İnsanlar her şeylerini bırakıp, herhangi bir hazırlıkları, donanımları olmaksızın dağlara kaçmaya başladılar. Öylece bekleşiyorlar, ne zaman gelecekler de bizi öldürecekler diye. Ben bu satırları yazarken (04.08.2014, 02:50-05:30 arasında) muhtemel bir soykırım başlamış da olabilir, ben günün ağarışını izlerken İD'in katilleri, çoluk çocuk cellatlarını bekleyen korku içindeki insanlara doğru harekete geçmiş olabilir. Sabah namazlarını kılıp.

Yanıbaşındaki felaketlerin etki alanında yaşarken insanın sağlıklı olması zor. Bunlardan hiç etkilenmemenin "sağlıklı davranış" diye nitelenmesini kabul edemem doğrusu. Sahipleri gayet sağlıklı görünseler ve Kazım'ın dediği gibi sefa sürseler de. Peki bu ölümcül etkiler alanında aklını kaçırmadan yaşamanın yolu nasıl bulunacak?

1 Ağustos 2014 Cuma

Niçin Demirtaş'ı seçmeli?

Siyaset tuhaf iş. "Oyunun kuralı" kavramının pek yerleşmediği, bütün tarafların şu ya da bu şekilde ve ölçüde hile peşinde olduğu, bizimki gibi ülkelerde, siyasetin incelikleri de kolay kavranmıyor. İncelikten geçtim, yapılan işe siyaset denebilmesi için, attığın adımın ya kısa vadede birşeyleri değiştirmesi ya da uzun vade için farklı yönelişlerin temelini atması, birtakım birikimler yaratması gerekir. Oysa bizde siyaset, genel olarak, tarafını belli etmek, kimliğini haykırmak, konumunu korumak demek - tabiî rant üretme ve bunu dağıtma mekanizması anlamına gelmediği hallerde.

Basitçe: Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde "boykot yapıyorum" diyen, sadece kendisinin hepimizden ne kadar farklı, özgün, radikal ve şüphesiz daha değerli olduğunu göstermek dışında hiçbir halt etmeyecektir. Çünkü sandığa gitmeyen her seçmen, daha fazla oy alacağı belli olan adaya hizmet eder. Tayyip Erdoğan'ı cumhurbaşkanı görmek isteyen hiç kimse sandığı boykot etmez. Etmeyi düşünenler, Erdoğan'a şiddetle karşı olanlardır. Boykot yoluyla kendisine en büyük hizmeti yapacaklar. Tabiî muhtemelen, boykotçuların oy toplamı yüzde 0.1'i zor bulacağından, bu hizmetin büyüklüğünden sözetmek de abartılı. (Bizim sol içi seçim tartışmalarında, adı anılmayan, hesaba katılmayan tek etken, tartışanların toplam oy oranıdır; zira konu buraya uzansa, tartışma... nasıl desem... azıcık anlamsız kalabilir.)

Endişeli CHP'liler, Ekmeleddin İhsanoğlu ulusalcı değil diye gidip oy atmazlarsa, yine Erdoğan'a oy atmış gibi olacaklar. Milliyetçi ve devletçi takıntılarından ötürü Demirtaş'ı da seçmeyecekleri bilindiğinden, oylama öncesi dengeyi zaten bütünüyle Erdoğan'dan yana bozmakla meşguller.