Siyaset tuhaf iş. "Oyunun kuralı" kavramının pek yerleşmediği, bütün tarafların şu ya da bu şekilde ve ölçüde hile peşinde olduğu, bizimki gibi ülkelerde, siyasetin incelikleri de kolay kavranmıyor. İncelikten geçtim, yapılan işe siyaset denebilmesi için, attığın adımın ya kısa vadede birşeyleri değiştirmesi ya da uzun vade için farklı yönelişlerin temelini atması, birtakım birikimler yaratması gerekir. Oysa bizde siyaset, genel olarak, tarafını belli etmek, kimliğini haykırmak, konumunu korumak demek - tabiî rant üretme ve bunu dağıtma mekanizması anlamına gelmediği hallerde.
Basitçe: Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde "boykot yapıyorum" diyen, sadece kendisinin hepimizden ne kadar farklı, özgün, radikal ve şüphesiz daha değerli olduğunu göstermek dışında hiçbir halt etmeyecektir. Çünkü sandığa gitmeyen her seçmen, daha fazla oy alacağı belli olan adaya hizmet eder. Tayyip Erdoğan'ı cumhurbaşkanı görmek isteyen hiç kimse sandığı boykot etmez. Etmeyi düşünenler, Erdoğan'a şiddetle karşı olanlardır. Boykot yoluyla kendisine en büyük hizmeti yapacaklar. Tabiî muhtemelen, boykotçuların oy toplamı yüzde 0.1'i zor bulacağından, bu hizmetin büyüklüğünden sözetmek de abartılı. (Bizim sol içi seçim tartışmalarında, adı anılmayan, hesaba katılmayan tek etken, tartışanların toplam oy oranıdır; zira konu buraya uzansa, tartışma... nasıl desem... azıcık anlamsız kalabilir.)
Endişeli CHP'liler, Ekmeleddin İhsanoğlu ulusalcı değil diye gidip oy atmazlarsa, yine Erdoğan'a oy atmış gibi olacaklar. Milliyetçi ve devletçi takıntılarından ötürü Demirtaş'ı da seçmeyecekleri bilindiğinden, oylama öncesi dengeyi zaten bütünüyle Erdoğan'dan yana bozmakla meşguller.
Bir kısım Erdoğan-sevmez, Demirtaş'a sempati duymasına rağmen, "oylar bölünmesin" mantığıyla gidip İhsanoğlu'na oy atacak muhtemelen. Çünkü bizim gibi ülkelerde siyasetin öbür yüzü, alışkanlıklar, sorumsuzluk ve cehalettir. Giderelim. (Evet, ukalalık ediyorum, çünkü büyükşehirde yaşayan, üniversite bitirmiş insanın "oylar bölünmesin" safsatasına kapılması sinir bozucu.) İki turlu seçimde, gönlünüzün çektiği adaya oy atabilirsiniz. Çünkü sonuçta en çok oyu alan iki aday ikinci tura kalacak. Eğer amacınız Erdoğan'ın ilk turda seçilmemesi ise, İhsanoğlu veya Demirtaş'a oy atmak arasında en ufak fark yok.
"Ama ben ikinci tura, Erdoğan'ın karşısına Demirtaş değil İhsanoğlu kalsın istiyorum!" Bunu diyene "neden?" diye sorulur haliyle. Cevap, 'ama BDP, Kürtler, vatan, çakıl taşı' vs. ise, buyur kardeşim, İhsanoğlu'na at oyunu. Ama derdin daha geniş özgürlükler, daha derin insan hakları, daha çok demokrasi ise, başka bir siyaseti geliştirmek zorundasın.
İhsanoğlu veya Demirtaş'a oy atmak arasında, büyük siyasî fark var: Eğer Demirtaş yüzde onu geçerse, bu Türkiye siyasetinde köklü bir değişim anlamına gelecek. (Muhtemelen Kürt siyasetinde de.) Türkiye'nin en temel sorununun çözümüne giden yolda müthiş bir adım olacak. Üstelik, sonuçları sadece Kürt meselesini değil, genel olarak memleketteki demokrasi meselesini ilgilendirecek.
Şu anda fantezi görünen ihtimali daha ileri götürelim: Demirtaş'ın cumhurbaşkanı seçildiğini düşünelim. AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan varken bile Türkiye kaçınılmaz olarak daha demokratikleşecek, çünkü hükümeti -demokrasi ölçütleri açısından- denetleyecek bir cumhurbaşkanı Çankaya'da oturuyor olacak. Devlet kurumlarının Kürt kompleksi kaçınılmaz olarak geri plana itilecek. Buna karşılık Kürt siyasetçilerin Türkiye'ye ilişkin "global" bir sorumluluk duygusuyla hareket etmeleri gerekecek. Sırf Demirtaş'ın adaylığı bile bu iki yönde de gelişme sağladı çaktırmadan.
Peki, tamam, bu kadar ileri gitmeyelim; sadece Demirtaş'ın çok yüksek bir oy alması ihtimalini hayal edelim. Bu, doğrudan doğruya, ilk genel seçimlerde, bu defa yalıtılmış bir "Kürt siyaseti"nin değil, bütün Türkiye'den güç ve destek alan, birleşik bir demokrasi gücünün Meclis'e taşınması anlamına gelecek. Türklerle Kürtlerin birbirine yaklaşmasının kaçınılmaz sonucu demokrasidir, insan haklarının gelişmesidir, daha fazla özgürlüktür. Aksi halde yaklaşamazlar zaten. Gerçek "sıcak temas" budur.
Bunlara karşılık, İhsanoğlu'nun az ya da çok oy almasının değiştireceği hiçbir şey yok. Cumhurbaşkanı seçilirse, Çankaya'dan azarlar, küfürler, hakaretler işitmeyeceğiz, tek fark bu olacak. Erdoğan'ın performansı elbette insana, buna da şükür, dedirtebilir; ancak bu açıdan da Demirtaş daha avantajlı: gülüyor, güldürüyor, bir dostunuz, ahbabınız gibi, samimi konuşuyor, kimseye hakaret etmiyor, kimseyi azarlamıyor; güç sahibi olursa Erdoğan gibi bir şeye dönüşeceğine dair hiçbir tehlike belirtisi yok. İhsanoğlu'nun bütün nezaketinin arkasında, devletin sadece soğukkanlı olmayıp gayet soğuk da olan bütün gelenekleri kendilerini her an hissettiriyor, ezber dışına çıkılan her durumda, İhsanoğlu bir tür "kırmızı çizgiler" temsilcisi gibi kalıyor.
Türkiye'de daha fazla insan hakları ve özgürlük, demokrasi isteyen insanların bu seçimin ilk turunda Demirtaş'a oy atmaması için bu tavrın gerisinde ancak "borç aldı, ödemedi" vs. türünden kişisel bir kızgınlık falan olması lazım. Demokratım, solcuyum diyen için başka hiçbir mâkûl gerekçesi olamaz Demirtaş'a oy atmamanın. Tekrar edeyim: Eğer Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını istemiyorsanız ilk turda mutlaka oy kullanmanız şart, bu bir. "Oylar bölünmesin"in hiçbir mantığı yok; Erdoğan yüzde elliyi geçemezse her hâlükârda ikinci tur yapılacak, bu iki.
Demirtaş ve arkasındaki demokrasi ve özgürlük ihtimalinden korkuyorsanız, aracıya lüzum yok, sizi direkman Başkan Erdoğan yönetsin.