Ne güzel olurdu, herkese mutlu, iyi yeni yıllar dileyebilmek... Bu cümle bile fazla vanilyalı, aşırı kaymaklı gözüküyor.
Türkiye'de yeni yıla Aralık'tan geçilerek ulaşılır. Her yerde öyle, demeyin; bizim Aralık ayı başka bir aralıktır. Katliamlar, operasyonlar, devlet ve millet–i hakimenin elele gerçekleştirdiği kıyımlar ayıdır. Hangi ay öyle değil ki! Evet. Yine de yeni bir yılı başlatarak son bulması, bu ayı özel kılıyor. Yeni yıla doğru ilerlerken, Erdal Eren'i görmezden gelsen Hayata Dönüş'e, Kahramanmaraş'ı bu seferlik atlasan Roboski'ye çarpıyorsun. Yılbaşının ertesi günü de, 19 Ocak'a, Hrant'ın katlinin yıldönümüne gün sayacaksın.
30 Aralık 2014 Salı
16 Aralık 2014 Salı
Akşam vakti iki haber
Benim için bugünün iki rastgele olayı. İlki, internette gördüğüm bir haber, ikincisi TV'de rastgeldiğim bir konuşma.
Haber, İnsan Hakları Derneği'nin "toplu mezarlar" listesini güncellemesine ilişkin. İHD Diyarbakır Şubesi basın toplantısı, yapıp, 2011'de hazırladığı bir listeyi güncellediğini duyurmuş, yeni rakamlar vermiş. İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici'nin verdiği rakamlara göre, Türkiye'nin 25 ayrı ilinde 348 toplu mezar var. Buralarda 4 bin 201 insanın cesetleri bulundu. Kurbanlar, 1990'lardaki kirli savaş sürecinde öldürülen Kürtler. Devlet, JİTEM başta, kurduğu cinayet şebekeleri aracılığıyla Kürtleri topluca ve gizlice öldürüp cesetlerini kaybetmeyi bir politika olarak yürütmüştü.
Haber, İnsan Hakları Derneği'nin "toplu mezarlar" listesini güncellemesine ilişkin. İHD Diyarbakır Şubesi basın toplantısı, yapıp, 2011'de hazırladığı bir listeyi güncellediğini duyurmuş, yeni rakamlar vermiş. İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici'nin verdiği rakamlara göre, Türkiye'nin 25 ayrı ilinde 348 toplu mezar var. Buralarda 4 bin 201 insanın cesetleri bulundu. Kurbanlar, 1990'lardaki kirli savaş sürecinde öldürülen Kürtler. Devlet, JİTEM başta, kurduğu cinayet şebekeleri aracılığıyla Kürtleri topluca ve gizlice öldürüp cesetlerini kaybetmeyi bir politika olarak yürütmüştü.
Cemaat hakkında üç yazı
Bu blogta, 2014 yılı içerisinde Cemaat üstüne yazılmış veya bir şekilde Cemaat'i konu alan çok yazı var. Blogun arama kutusuna "Cemaat" yazarak ararsanız bulabilirsiniz. Bunlardan üçü özellikle kapsayıcı ve genel bir bakış için işe yarar nitelikte. Bu üç yazının başlıklarını, linklerini, içlerinden birkaç cümleyle birlikte burada ayrıca vitrine koymayı faydalı gördüm.
Cemaat dışarıdan nasıl görünüyor?
Cemaat'e dışarıdan bakanlar, orada, ciddî maddî imkânları ve kadro kapasitesi olan, devletin kritik kurumları yargı ve poliste belirleyici güç ele geçirmiş ve bunu kendi siyasî tercihleri doğrultusunda kullanmış bir grup, bir hareket görüyorlar. İç örgütlenmesine dair hiçbir şey bilmedikleri ama örgütlü hareket ettiğini sezdikleri, başbakanı tukuklamaya -haklı veya haksız diye tartışmıyoruz şu anda- kalkışabilecek yoğunlukta operasyon gücüne sahip bir bünye görüyorlar.Cemaat ile aynı dünyada mı yaşıyoruz?
Cemaat'tekilerin dünyayı algılamakla ilgili çok ciddî sorununun olduğundan şüpheleniyorum. Kendi yarattıkları gerçeklik gözlerini öylesine alıyor ki, sanıyorum, bundan başka hakikat göremiyorlar. Öbür ihtimal, çoğu zaman çocuk kandırma amacıyla yapılıyormuş gibi duran güdümlü izahatlarının, manipülatif yorumlarının ve özellikle gerekçelendirmelerinin sahiden bizi kandıracağını varsayıyor olmaları.Cemaat hakkında, 3,5 yıl önce
En tepedeki tek kişi o makama nasıl gelmiştir? İslâm dini, “takvası kuvvetli birine biat edin, o ne derse yapın” diyor mu? Böyle değilse, Pennsylvania’da birtakım şuralar, meclisler mi toplanıyor, bilmediğimiz? Haydi haddimi aşmayayım, bu kısmına ben karışmayayım, ama ilmi kuvvetli birileri çıksın, bu tür bir ilişkinin en azından “kabul edilebilir” olduğunu anlatsın, anlayalım.10 Aralık 2014 Çarşamba
Cinayeti Cemaat'e yıkma tezgâhı
Hrant'ın öldürülmesini Cemaat'in üstüne yıkma operasyonu başladı. Katil Ogün Samast'ı hapishaneden getirtip konuşturuyorlar. Olan biten zerre kadar güven uyandırmıyor.
İzlenimim, Ogün Samast'a birşeyler vaat edilip, talimata uygun şekilde konuşturulduğu. Cemaat'le bağlantılı bilinen Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer'i cinayetten önce tanıyıp tanımadığını falan sormuşlar. Samast'ın ifadesidir diye yayımlanan haberlere bakınca başka türlü düşünmek mümkün değil. Samast'ın ağzından yazılanlar fazlasıyla şüphe yaratıcı.
Ali Fuat Yılmazer'i televizyona çıkıp saatlerce konuştuğu programlarda izledim. Program esnasında sunucu Tarık Toros'a epeyce tweet gönderdim. Kezâ, Ramazan Akyürek'in, büyük ihtimalle ertesi gün gözaltına alınacağı varsayımıyla çıktığı programı da izledim. Bir sürü tweet de o esnada gönderdim. Her ikisine de sorulması gereken hayatî hiçbir soru ya sorulmadı ya da geçiştirici cevaplarının üstüne gidilmedi. Haliyle. Yılmazer twitter'da faaliyet gösterirken kendisine birçok tweet attım. Cevap vermedi. Belki görmedi, bilmiyorum. Ramazan Akyürek, zaten soru sorulabilecek, sorsan cevap verecek birine benzemiyor. Daha çok, birilerine söyleyip seni "aldırır" sanki.
Yılmazer'in, cinayet sürecinde ve sonrasında bulunduğu konum itibarıyla kritik bilgilere sahip olmaması imkânsız. Ramazan Akyürek'in ise, ancak işin az mı çok mu içinde olduğunu tartışabiliriz. Kendisini TV'de izlemeden önceki bilgilerimizle hakkında sahip olduğum izlenim, kendisinin zerrece güven yaratmadığı TV programıyla bin defa pekişti. Ali Fuat Yılmazer ile ilgili şüphelerimi büyüten de doğrudan doğruya kendisinin tutumu ve savcıya verdiği ifadede sokak dedikodusu düzeyini aşmayan şeyler söylemiş oluşu. O düzeyde bir polis, "Bunun Veli Küçük'ün işi olduğunu herkes söylüyordu, ben de oradan biliyorum" diye konuşuyorsa, bizimle alay ediyor demektir.
Bu işi Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer üzerinden Cemaat'e yıkmayı planlayanlar inşallah göründüğü kadar tehlikeli bir oyun oynuyorlardır. Yılmazer veya Akyürek'in karşı hamle yapıp bildiklerini ortaya dökmeyeceklerine nasıl güvenebiliyorlar?
İzlenimim, Ogün Samast'a birşeyler vaat edilip, talimata uygun şekilde konuşturulduğu. Cemaat'le bağlantılı bilinen Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer'i cinayetten önce tanıyıp tanımadığını falan sormuşlar. Samast'ın ifadesidir diye yayımlanan haberlere bakınca başka türlü düşünmek mümkün değil. Samast'ın ağzından yazılanlar fazlasıyla şüphe yaratıcı.
Ali Fuat Yılmazer'i televizyona çıkıp saatlerce konuştuğu programlarda izledim. Program esnasında sunucu Tarık Toros'a epeyce tweet gönderdim. Kezâ, Ramazan Akyürek'in, büyük ihtimalle ertesi gün gözaltına alınacağı varsayımıyla çıktığı programı da izledim. Bir sürü tweet de o esnada gönderdim. Her ikisine de sorulması gereken hayatî hiçbir soru ya sorulmadı ya da geçiştirici cevaplarının üstüne gidilmedi. Haliyle. Yılmazer twitter'da faaliyet gösterirken kendisine birçok tweet attım. Cevap vermedi. Belki görmedi, bilmiyorum. Ramazan Akyürek, zaten soru sorulabilecek, sorsan cevap verecek birine benzemiyor. Daha çok, birilerine söyleyip seni "aldırır" sanki.
Yılmazer'in, cinayet sürecinde ve sonrasında bulunduğu konum itibarıyla kritik bilgilere sahip olmaması imkânsız. Ramazan Akyürek'in ise, ancak işin az mı çok mu içinde olduğunu tartışabiliriz. Kendisini TV'de izlemeden önceki bilgilerimizle hakkında sahip olduğum izlenim, kendisinin zerrece güven yaratmadığı TV programıyla bin defa pekişti. Ali Fuat Yılmazer ile ilgili şüphelerimi büyüten de doğrudan doğruya kendisinin tutumu ve savcıya verdiği ifadede sokak dedikodusu düzeyini aşmayan şeyler söylemiş oluşu. O düzeyde bir polis, "Bunun Veli Küçük'ün işi olduğunu herkes söylüyordu, ben de oradan biliyorum" diye konuşuyorsa, bizimle alay ediyor demektir.
Bu işi Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer üzerinden Cemaat'e yıkmayı planlayanlar inşallah göründüğü kadar tehlikeli bir oyun oynuyorlardır. Yılmazer veya Akyürek'in karşı hamle yapıp bildiklerini ortaya dökmeyeceklerine nasıl güvenebiliyorlar?
5 Aralık 2014 Cuma
Osmanlıca, AKP'den çok daha önemli konu
Hiçbir zaman ayrı ayrı ele alınması gereken şeyleri ayrı ayrı ele alıp konuşamayacak mıyız? Osmanlıca meselesinden bahsediyorum. İzninizle numaralayıp maddeleştireceğim diyeceklerimi. Böylesi daha güvenli.
1. Hükümetin Osmanlıca'yı zorunlu ders yapmaya kalkması, genel bir İslâmîleştirme hamlesinin parçası. İyi niyetli bir girişim değil. Eğitimi "dindar nesiller yetiştirme" amacına uyarlama işlemlerinin bir yenisi.
2. Türk Millî Eğitimi denen şey zaten korkunç bir aptallaştırma çarkı ve eğitimde bir nebze iyileşme yaratabilecek hiçbir adım atılmıyor, AKP dışından gelen her öneri reddediliyor. Ortaokullara felsefe dersi konması önerisi gibi.
3. Bizim Osmanlıca bilmiyor, özellikle okuyamıyor oluşumuz, akıl almaz bir durumdur, muazzam bir vahamettir, korkunçtur. Bu eksikliği hissetmeyen, boyutlarını kestiremeyen, cahildir veya kötü niyetlidir.
1. Hükümetin Osmanlıca'yı zorunlu ders yapmaya kalkması, genel bir İslâmîleştirme hamlesinin parçası. İyi niyetli bir girişim değil. Eğitimi "dindar nesiller yetiştirme" amacına uyarlama işlemlerinin bir yenisi.
2. Türk Millî Eğitimi denen şey zaten korkunç bir aptallaştırma çarkı ve eğitimde bir nebze iyileşme yaratabilecek hiçbir adım atılmıyor, AKP dışından gelen her öneri reddediliyor. Ortaokullara felsefe dersi konması önerisi gibi.
3. Bizim Osmanlıca bilmiyor, özellikle okuyamıyor oluşumuz, akıl almaz bir durumdur, muazzam bir vahamettir, korkunçtur. Bu eksikliği hissetmeyen, boyutlarını kestiremeyen, cahildir veya kötü niyetlidir.
1 Aralık 2014 Pazartesi
İD'in Kobani'ye Türkiye topraklarından saldırısı
"İslâm Devleti" militanlarının 29 Kasım 2014 günü Türkiye topraklarını kullanarak Kobani'ye saldırdığı artık kesin. Bilmediğimiz, TC hükümetinin veya birtakım devlet kurumlarının bu işe dahlinin olup olmadığı.
TC bu saldırıdan haberdar idiyse ve yapılmasına göz yumduysa, bu elbette sadece ciddi bir suç değil, sanki özel olarak Kürtleri ayaklanmaya kışkırtmak için planlanmış bir sinsi eylem gibi. Fiilen yardım edilmemiş olabilir. Biliniyor ve engellenmediyse, şimdiye kadar olan bitenin bir adım ötesine geçilmiş, bir eşik aşılmış oluyor.
İkinci ihtimal, İD'in bu saldırıyı TC'nin boşluğundan yararlanıp ustaca örgütlemiş olması. İnanmak zor olsa da, bu ihtimal ortadan kalkmış değil. Bu aşamadan sonra hâlâ İD'in Kobani'yi kısa sürede ele geçirebileceğine dair planlar yapılıyor olabilir mi? "İnsaf artık!" dedirtecek bir ihtimal. İD'e saldırı imkânını bilerek vermek, getirisine bakıldığında göze alınabilir bir eylem midir? Şüpheli. Yine de, "olsun, YPG'ye zayiat verdirelim" mantığıyla böyle bir saldırıya devlet yardım etmiş olabilir mi? Akıl, mantık ve izanın hüküm sürdüğü bir ülkede yaşasaydık, bu ihtimali ciddiye almazdık, ne yazık ki burada bu mümkün değil. Şahsî fikrim: zayıf ihtimal.
Sorular, veriler
Şu anda sözkonusu topraklarda (demiryolu, TMO silosu, Mürşitpınar sınır kapısı ve yakın çevresini kapsayan dar alan) herhangi bir insanın, devletin gözetimine yakalanmaksızın dolaşması, hele ellerinde silahları, bomba yüklü araçlarıyla bir sürü İD'çinin devlete gözükmeden gelip geçmesi mümkün müdür? Olmaması gerekir. Mümkünse, başka bir açıdan da vahamet sözkonusu. Yetkililerin, "Yardım etmedik," diye kestirip atmak yerine, bizi insan yerine koyarlarsa açıklamaları gereken ilk husus bu.
Şimdi linkini de vereceğim, tamamen açık kaynaklardan derlediği bilgilerle problemi çözmeye girişen Aaron Stein (turkeywonk.wordpress.com), Türkiye'nin bu saldırıda İD'e yardımcı olacağını hiç sanmadığını belirtmesine karşılık, çeşitli görüntüleri değerlendirerek İD'in Türkiye topraklarını kullandığını ortaya koyuyor. Fiilen, saldırının başka türlü gerçekleştirilebilmesi zaten mümkün değil.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)