Halep vilayetindeki en güçlü silahlı muhalif gruplardan Nureddin el-Zengi Hareketi, bazı mevzilerinden çekiliyor. Örgüt, Halep'te gidişatı etkileyebilecek güce sahip kuvvetlerden. Kararına askerî yardım alamamasını, silah ve cephane eksiğini gerekçe gösterdi. Nureddin el-Zengi Hareketi, CIA denetiminde çalışan, Türkiye'deki Askerî Operasyon Odası'nca finanse ediliyor ve silahlandırılıyordu.
Now.'un haberine ("Major Aleppo rebel faction relinquishing armed posts") göre, örgütün sözcüsü Yüzbaşı Abdülselam Abdülrezzak, El-Bric cephesindeki mevzilerini terk etme kararını "haftalar önce" aldıklarını ileri sürdü. Abdürrezzak böyle bir açıklama yapmak zorunda kaldı, çünkü Nureddin el-Zengi örgütünün çekilme kararından yalnız bir gün önce, El-Nusra Cephesi'nin 200 konvoyluk bir kuvveti harekete geçirdiği görülmüştü. Dolayısıyla, "mevziler Nusra'ya mı terk ediliyor?" sorusu doğdu. Abdürrezzak, bu seferberliğin kendi kararlarıyla herhangi bir ilişkisi olmadığını ileri sürdü.
28 Ocak 2016 Perşembe
Mekanizmanın dişlileri
Radikal, 26.01.2015
Elimizden bir şey gelmediği, önleyemediğimiz için kalbimiz onların istediği ritmle atacak, ruhumuzu dilediklerince kullansınlar diye teslim edeceğiz sanıyorlar.
Etmeyeceğiz. Böyle olmayacak. Bu da onlara dert olacak. Dert etmezlermiş gibi yapıyorlar, ama fena halde ediyorlar. Haksız olduğunu bilmek az yük değildir, bakmayın.
Öyle görünüyor ki, bu topraklarda birkaç kuşak daha, sonrakilere, “bizi şöyle öldürmüşlerdi” hikâyeleri anlatacak.
Sanırım bu bize artık dert bile olmayacak.
Acıyla yatıp acıyla kalkmıştık, kalmak istememiştik, akşam yatarken o üç gündür bekleyen genç de kan kaybından ölmüştü, sabah yüzümü yıkarken yirmi yedi yaralı bodrumdaydı… Anlatacaklar işte…
Vahşet ortamı, sürdürülebilir midir?
25 Ocak 2016 Pazartesi
Prensip sahibi havayolu: Pegasus
Pegasus Havayolları ile ilgili pek çok şey işitiyor, bunların kısmen abartılı olduğunu sanıyordum. "Su bile vermeme" işine duyduğum antipatiden ötürü, bu şirketin uçaklarıyla pek yolculuk yapmıyorum. Fakat geçen gün onlara muhtaç oldum ve kendilerinin son derece "prensip sahibi" diye nitelenmesi gerektiğine hükmettim.
Tecrübemi nakletmeden, bu deyimin Türkiye'deki manasına dair küçük bir izahat yapmamda fayda var. Bunun kullanımı biraz "profesyonelce"yi andırır. "Profesyonelce" tabiri, maç spikerleri tarafından, futbolcuların hakemi kandırmaya, vakit geçirmeye, rakibi oyunun kuralları dışında kalan, gayrimeşru yollardan yıpratmaya yönelik hareketleri için sarf edilir. Yani aslında bütün dünyanın "profesyonellik" dediği şeyin tam tersini gösteren bir tabir olarak. "Prensip sahibi" de, çoğunlukla, tafrasından yanına yanaşılmayan, asık suratla kendilerine koruma kalkanı yaratan kibirli tipler için kullanılır. Ehliyetsizliklerini abuslukla örten, anca astlarını korkutarak otorite sağlayan yöneticilerle aynı sınıftandırlar. Aslında burunlarından kıl aldırmamak dışında herhangi bir "prensip"leri yoktur.
Tecrübemi nakletmeden, bu deyimin Türkiye'deki manasına dair küçük bir izahat yapmamda fayda var. Bunun kullanımı biraz "profesyonelce"yi andırır. "Profesyonelce" tabiri, maç spikerleri tarafından, futbolcuların hakemi kandırmaya, vakit geçirmeye, rakibi oyunun kuralları dışında kalan, gayrimeşru yollardan yıpratmaya yönelik hareketleri için sarf edilir. Yani aslında bütün dünyanın "profesyonellik" dediği şeyin tam tersini gösteren bir tabir olarak. "Prensip sahibi" de, çoğunlukla, tafrasından yanına yanaşılmayan, asık suratla kendilerine koruma kalkanı yaratan kibirli tipler için kullanılır. Ehliyetsizliklerini abuslukla örten, anca astlarını korkutarak otorite sağlayan yöneticilerle aynı sınıftandırlar. Aslında burunlarından kıl aldırmamak dışında herhangi bir "prensip"leri yoktur.
21 Ocak 2016 Perşembe
Refik Tekin gazeteci, AA değil
Anadolu Ajansı, bir "resmî ajans" olmanın bütün icaplarını yerlere saçmıştı, şimdi üzerlerinde tepiniyor. Bütünüyle parti-devletinin içe yönelik propaganda aygıtının parçası haline gelen resmî ajans, bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası itibarına darbe üzerine darbe vuruyor. Eğer dünyada hâlâ AA'yı izleyen gazeteciler, yayın kuruluşları, dışişleri görevlileri, akademik çevreler şunlar bunlar kaldıysa, muhtemelen bizim adımıza büyük utanç duyuyorlardır.
Kürtlere karşı savaşta cephe yayıncılığı yapan AA'nın son marifeti, Cizre'de İMC televizyonunun kameramanı Refik Tekin'in de vurulduğu olayda ortaya çıktı. AA, Refik Tekin için "kameraman olduğu öne sürülen" ifadesini kullandı.
Tekin'in de aralarında bulunduğu bir grup insan, sokaktan yaralıları ve daha önce -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin tedbir kararına rağmen- hastaneye götürülemediği için can veren Serhat Altun'un cenazesini almaya gidiyordu ve bu sırada tarandılar. Grupta HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, Cizre Belediye eşbaşkanları ve İMC televizyonu muhabiri Saadet Yıldız da vardı. Refik Tekin bacağından vuruldu.
Kürtlere karşı savaşta cephe yayıncılığı yapan AA'nın son marifeti, Cizre'de İMC televizyonunun kameramanı Refik Tekin'in de vurulduğu olayda ortaya çıktı. AA, Refik Tekin için "kameraman olduğu öne sürülen" ifadesini kullandı.
Tekin'in de aralarında bulunduğu bir grup insan, sokaktan yaralıları ve daha önce -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin tedbir kararına rağmen- hastaneye götürülemediği için can veren Serhat Altun'un cenazesini almaya gidiyordu ve bu sırada tarandılar. Grupta HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, Cizre Belediye eşbaşkanları ve İMC televizyonu muhabiri Saadet Yıldız da vardı. Refik Tekin bacağından vuruldu.
20 Ocak 2016 Çarşamba
Türkiye’nin anahtarı
Radikal, 19.01.2016
Hrant Dink cinayeti, Türkiye’nin anahtarıdır. Dilimizin sunduğu güzel oyunbazlık imkânı sayesinde “kilididir” de diyebiliriz. Bu cinayeti anlamak Türkiye’yi anlamaktır. Cinayet sonrasını anlamak Türkiye’yi anlamaktır. Cinayete nasıl geldiğimizi, ortamın nasıl hazırlandığını, “iş”in nasıl örgütlendiğini, nasıl “uygulandığını”, ortalık ayağa kalktıktan sonra katilin nasıl da hemen yakalandığını ve eline bayrak tutuşturulup ayağa kalkmış ne varsa bir güzel yerine oturtulduğunu, ama daha fazla yaralı bereli, yüreği daha fazla tükenmiş, daha fazla kan kaybetmiş olarak oturtulduğunu... Toplumun “yazık adama”dan, “Tamam da, öyle ‘hepimiz Ermeni’yiz’ falan demesinler”e getirilişi... Dünyanın gözleri, artık bu devirde, bunca şeyden sonra, hâlâ ve yine böyle bir suçun işlenebilmesine hayretten açılmış bütün gözlerin önünde bütün devlet marifetleri sergilenerek oynanan adalet oyunu... Teşkilat-ı Mahsusa koalisyonunun tepeden, jandarmanın polisin alttan, siyasetçilerin yandan katıldığı organize suç şebekesinin adalet kavramıyla, hak kavramıyla, hepimizle, na şu kadarcık haysiyeti olan herkesle alay ede ede... “katilimi yedirmem”i kafamıza vura vura...
Hrant’ı vurdurdukları cahil delikanlı ile genç yaşta devletin eline düşen, kullanıp atmalık ağabeyi mahkemede, kurbanın eşinin çocuklarının yüzüne baka baka, “Yok ya, Jennifer Lopez’i aramıştım!” falan diye dalga geçtiler. Vali MİT’çileri korudu, öbür vali jandarmayı polisi. Bütün mahkemeler bütün polisleri. Emniyet İstihbarat Daire Başkanı olacak şahıs, elemanını. Katili. Devlet hepsini. Hükümet hepsini.
Sabiha Gökçen’in yetim Ermeni kızı olduğunu bilsek ne olurdu? Bildik. Ne oldu?
16 Ocak 2016 Cumartesi
Sultanahmet kavşağı
Radikal, 14.01.2016
Bu defa Kürtler ve onlarla birlikte memleketin demokrasi mücadelesi veren sair ahalisi değil Alman turistler katledildi. Kurban profili bundan böyle daha da çeşitlenecek. Benzer eylemler sürecek, öyle görünüyor. Ne olacak, daha ne gibi felaketler yaşayacağız?
Güçlü öngörülerde bulunamam; bazı sorular sorabilir, bazı olgulara işaret edebilirim.
Önce, uzmanların da cevap bulamadığı şu mahut soruyu tekrarlamak istiyorum: Bu İD (“İslâm Devleti”; IŞİD’in gerçek adı), neden Türkiye’de kendisine atfedilen hiçbir eylemi açıktan üstlenmiyor?
Bu sorunun kendisi zaten yeterince şüphe uyandırıcı, üstüne, bizi yönetenlerin soruyu ısrarla duymazdan gelmesi şüpheleri artırıyor.
Sultanahmet katliamı soruyu cevaplamayı çok zorlaştırdı. Adana-Mersin eşzamanlı denemelerinde katil adaylarının, Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da katillerin birilerinin hesabına iş tuttuğu mâkûl şekilde açıklanabilir. Peki Sultanahmet neyin nesi?
14 Ocak 2016 Perşembe
Peki sonra ne olacak?
Radikal, 12.01.2015
Bu ülkenin beş-on sene sonraki halini hayal edebilen var mıdır?
Belki kendi tasavvuruna çok bağlanmış, hedefine kilitlenmiş radikal birileri, bu hedeflerini gelecek öngörüsü yerine geçirmişlerdir, “var!” diyebilirler. Ancak temenni değil öngörü ve tahmin istiyorsak, aslında yok. Beş-son sene sonrasını hayal edebilen kimse yok.
Baştakilerin beş-on sene gibi “ülke ömrü” için kısacık bir süre sonrasına dair planları, politikaları olacağı varsayılır. Bizi yönetenlerin böyle bir manevî ve operasyonel hazırlığı var mı?
Sadece bir tek konuda ne yaptıklarını az buçuk bildikleri görülüyor: Muhalefeti bertaraf etmek. Muhalefetsiz bir siyasî rejim istiyorlar. Yaygın, örgütlü toplumsal muhalefet falan değil, muhalif birey bile istemiyorlar. Her şey tekleştikçe mükemmelleşiyor gözlerinde; itiraz duyulmadıkça âhenk oluşuyor; onlara yaramayan ne varsa silinip süpürülüp saha dışına atıldıkça oyun güzelleşiyor. Hele hele rakip kalmayınca oyundan alınan zevk doruğuna varıyor.
9 Ocak 2016 Cumartesi
Hitler meselesi
Radikal, 07.01.2016
Gaf değildi. Dil sürçmesi değildi. Her cinsten Türk sağcısının her türden diktatörce yönetime gizli veya açık hayranlığı “millî değer”imizdir. Suda batmayı önlemeyen sahte canyeleği atelyesinde Suriyeli çocuk işçi çalıştırmak gibi falan.
Hitler hayranlığının şüphesiz şu andaki Türk-İslâmcı iktidarın dünya görüşüyle sınırlı olmayan, başka bir zemini daha var: Stratejicilik, jeopolitikçilik, millî güççülük. Yani bir ülkenin ahalisinden coğrafyasına, yaşayan insanlarınca üretilen maddî-manevî her ürününden her türlü tarihî mirasına her şeyini ama her şeyini, tek elden, yani devlet tarafından kullanılabilir “güç” olarak gören bakış tarzı. Bu güçle, işte, etkinlik sağlanacak, hegemonya kurulacak, birileri baskı altına alınacak vs. Böyle bir toplu gücü tek elden yönetebilmek için de bu maksada uygun bir siyasî-toplumsal düzen kurulacak.
Böyle düşünenler için Hitler, âdetâ bir rüyayı gerçekleştirmiş, büyük bir liderdir.
Bazılarınızın bildiği üzre, şu anda Türkiye’nin dış politikasına yön veren meşhur “stratejik derinlik” doktrininin ana kaynağı olan metin (Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik kitabı) üzerine bir eleştirel kitap yazdım. Pan-İslâmcının Macera Kılavuzu adlı kitabımda doktrin sahibi Ahmet Davutoğlu’nun sahiden ne demek istediğini, dediklerinde bir tutarlılık, bütünlük, iç mantık olup olmadığını ve bunların hakikatle ilişkisini değerlendirmeye çabaladım. (Karşımızdaki manzaranın bir facia olduğunu çıtlatayım.)
7 Ocak 2016 Perşembe
Sesler oradan nasıl duyuluyor
Radikal, 05.01.2016
Diyalog var, Allah için. Aşağı yukarı şöyle bir şey:
Annem ilk vurulduğunda, haber verdiler koştuk, biz daha varmadan amcam gitmek istemiş, onu da vurmuşlar.
Nereye koşuyorsun, sokağa çıkma yasağı var! Amcan niye çıkıyor? Devlet çıkma demiş, çıkmayacaksın. Ama hendek! Benim annemi kimse vuruyor mu? Seninki niye vuruluyor? Ama terörist! Devlet oraya keskin nişancı koymuş. Niye koymuş? Sırf su deposuyla klima vursun diye mi koymuş?
Gittiğimde amcamı taşıyordu komşular, annem dedim, sokakta kaldı dediler, ben gitmek istedim tuttular, ağladım ağladım ağladım…
Hep örgüt hep örgüt. Annesi vuruluyor, pat!, birileri haber veriyor. Amca vuruluyor, hemen birileri koyup taşıyor. Vurulsun da taşıyalım diye teröristler ayarlıyor bunları. Terörist! Terör yap, sonra ağla! Ya hendekler? Ama hendekler? Artık hep ağlayacaksın. Kurdun dişine kan değdi bir kere. Dur elimi de kurt yapayım... Üç hilal çizin şu duvara!
Annem sokağın ortasında kaldı öylece. Önce belli belirsiz kıpırdıyordu, sonra saatler geçtikçe hareketleri azaldı…
2 Ocak 2016 Cumartesi
"Eşcinsellere ölüm!" - bizimkiler hariç...
"İslâm Devleti" Deyr el-Zor'da 15 yaşında bir çocuğu eşcinsel olduğu gerekçesiyle yüksek bina çatısından atarak öldürdü. Bu kimbilir aynı sebeple kıydıkları kaçıncı can. Yalnız Ara News'un haberine bakılırsa, bu seferki olay sadece gaddarlıkla sınırlı değil, başka boyutları da var. Eyaz Ciziri imzalı habere geçmeden, olaydan Kyle Orton’ın bir tweet'i sayesinde haberdar olduğumu, kaynağı da ona sorup öğrendiğimi belirtmeliyim.)
Deyr ez-Zor Şeriat Mahkemesi, 15 yaşındaki oğlan hakkındaki kararını tereddütsüz verdi. Çocuk eşcinseldi ve yüksekten atılarak öldürülecekti. "İslâm Devleti" âleminde buraya kadar kimse için sorun yoktu. Nitekim çocuk Cuma günü, kalabalık bir seyirci kitlesinin önünde öldürüldü.
Ancak oğlan İD’in yöredeki öndegelen adamlarından Ebu Zayit el-Cezrevi’nin evinde yakalanmıştı! Zaten suçlandığı şey, onunla cinsel ilişki kurmuş olmaktı. İD'in Şeriat Mahkemesi mecburen Suudi Arabistan'dan gelme İD komutanına da aynı şekilde idam cezası verdi.
İD'in kaldıramayacağı nitelik ve çapta bir rezalet anlamına gelecek bu idam, şeriatın siyasete uydurulmasıyla önlendi. İD'in üst düzey komutanları mahkemeye baskı yaptılar, ceza kaldırılıverdi. Yine de, Ebu Zayit yöreden uzaklaştırıldı. Kuzeybatı Irak'taki İD saflarına, savaşmaya gönderildi.
Şeriatın siyasetin hizmetine koşulması geleneği asırlardır sürüyor. Ancak tuhaftır ki, eşcinsellerin yüksek yerlerden atılarak cezalandırılması hiç de öyle asırlardır süren bir gelenek değil. Çok fazla insan öldürmeyi gerektireceğinden mi? Yoksa kimi yöneticileri, komutanları da atıp paramparça etmeyi gerektireceğinden mi?
Deyr ez-Zor Şeriat Mahkemesi, 15 yaşındaki oğlan hakkındaki kararını tereddütsüz verdi. Çocuk eşcinseldi ve yüksekten atılarak öldürülecekti. "İslâm Devleti" âleminde buraya kadar kimse için sorun yoktu. Nitekim çocuk Cuma günü, kalabalık bir seyirci kitlesinin önünde öldürüldü.
Ancak oğlan İD’in yöredeki öndegelen adamlarından Ebu Zayit el-Cezrevi’nin evinde yakalanmıştı! Zaten suçlandığı şey, onunla cinsel ilişki kurmuş olmaktı. İD'in Şeriat Mahkemesi mecburen Suudi Arabistan'dan gelme İD komutanına da aynı şekilde idam cezası verdi.
İD'in kaldıramayacağı nitelik ve çapta bir rezalet anlamına gelecek bu idam, şeriatın siyasete uydurulmasıyla önlendi. İD'in üst düzey komutanları mahkemeye baskı yaptılar, ceza kaldırılıverdi. Yine de, Ebu Zayit yöreden uzaklaştırıldı. Kuzeybatı Irak'taki İD saflarına, savaşmaya gönderildi.
Şeriatın siyasetin hizmetine koşulması geleneği asırlardır sürüyor. Ancak tuhaftır ki, eşcinsellerin yüksek yerlerden atılarak cezalandırılması hiç de öyle asırlardır süren bir gelenek değil. Çok fazla insan öldürmeyi gerektireceğinden mi? Yoksa kimi yöneticileri, komutanları da atıp paramparça etmeyi gerektireceğinden mi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)