Radikal, 12.01.2015
Bu ülkenin beş-on sene sonraki halini hayal edebilen var mıdır?
Belki kendi tasavvuruna çok bağlanmış, hedefine kilitlenmiş radikal birileri, bu hedeflerini gelecek öngörüsü yerine geçirmişlerdir, “var!” diyebilirler. Ancak temenni değil öngörü ve tahmin istiyorsak, aslında yok. Beş-son sene sonrasını hayal edebilen kimse yok.
Baştakilerin beş-on sene gibi “ülke ömrü” için kısacık bir süre sonrasına dair planları, politikaları olacağı varsayılır. Bizi yönetenlerin böyle bir manevî ve operasyonel hazırlığı var mı?
Sadece bir tek konuda ne yaptıklarını az buçuk bildikleri görülüyor: Muhalefeti bertaraf etmek. Muhalefetsiz bir siyasî rejim istiyorlar. Yaygın, örgütlü toplumsal muhalefet falan değil, muhalif birey bile istemiyorlar. Her şey tekleştikçe mükemmelleşiyor gözlerinde; itiraz duyulmadıkça âhenk oluşuyor; onlara yaramayan ne varsa silinip süpürülüp saha dışına atıldıkça oyun güzelleşiyor. Hele hele rakip kalmayınca oyundan alınan zevk doruğuna varıyor.
Buna hâlâ oyun denir mi, umurlarında değil. Önceki gün hem cumhurbaşkanı hem başbakan bağımsız özgür basının nimetlerinden, kendilerinin bunun teminatı olduğundan falan sözettiler. Oyun varmış gibi yapmak da onlara keyif veriyor. Oysa farklı söz söyleyenle asla yüzyüze gelmiyorlar. Siyasetçileri gelmiyor, yazar-çizerleri gelmiyor. Kendi çalıp kendi dinlemekten böylesine zevk alan başka bir gruba modern siyaset tarihi sanırım rastlamadı.
Ruhsal geri planını deşmek gereken bu hal, bir başka insanî yoksunlukla birleşiyor: Dinlememe, duymama, farklı ne söylenirse söylensin savuşturma, bu amaçla demagoji demenin kibar kaçacağı manevralara, bazen düpedüz yalana, her hâlükârda inkâra başvurma, bunlardan ötürü en ufak bir hicap, ahlâkî sıkıntı duymama.
Diyanet İşleri'nin pedofiliye kapı açan skandal fetvası üzerine yaşananlar, bu ergenvarî hoyrat ve haşin tavrın nerelere varabileceğini gösteren son örnek. Hiçbiri ortadaki olayın muhtemel korkunç sonuçlarına dair beş saniye düşünmek istemiyor. Propaganda elemanı olarak da vazife yapan İslâmcı pop yıldızlarından biri, “Diyanet'in hedef alınması düşündürücü” yollu mesajlar sallıyor. İnfiale verebildiği tek anlam bu: komplo. Soruya, cevaba, dokuz yaşındaki kızı bekleyen tehlikeye filan bakmıyor bile. “Bize laf edildi, haydi saldıralım!” Bir başkası, üstelik kadın, “nikah düşerdi-düşmezdi” lagalugasıyla utanmazca üste çıkmaya çalışıyor.
En ufak farklılığa duyulan nefret ve şirretlikten oluşan tavırla, uzun süre ayakta kalacak bir yapı kurulamaz. Bütün dikkatlerini düşmanlarına hasrettiklerinden bu hastalıkların bünyelerini nasıl kemirdiğini anlayamıyorlar.
Muhtemelen hiç anlayamayacaklar. Çünkü bir tür asr-ı saadet yaratmakta olduklarını sanıyorlar. Ve işte tam da bu nedenle, üçüncü bir vahim hastalık daha devreye giriyor: hakikatle çarpık ilişki. Hayır, bunun için Diyanet'ten, çocuğun asgarî yaşına dair fetva almak lazım değil. Çarpık ilişki derken “millî değer”lerimizi alâkadar eden bir konudan bahsetmiyorum. Gerçeklik algısını çarpıtan bir yapısal arızayı kastediyorum.
Bakın, şunlar gerçek:
Ana karnında bebek vuruldu, öldü. 35 günlük bebek vuruldu, öldü. Üç aylık bebek vuruldu, öldü. Ufak çocuklar, analar, dedeler vuruldu, cenazeleri sokaklarda süründü. Sokaktaki cenazeyi almaya giden de vuruldu. Cenaze polis aracının arkasına bağlanıp sürüklendi. İnsanlar çocuklarının ölüsüyle günler geceler geçirmek durumunda kaldı. Organize linçle hedef yapılan Tahir Elçi’nin suikaste kurban gittiğine dair her gün yeni işaretler ortaya çıkıyor. Önceki gün, tam on iki insanın cenazesi önümüze serildi. Dokuzunun başından vurulduğu söyleniyor; yargısız infaz şüphesi güçlü. İnsanlara cenazelerini vermiyorlar ki gömsünler. Kaç ev, tank-top atışlarıyla yıkıldı? Bilmiyoruz. Kaç sokak, kaç mahalle oturulmaz hale geldi? Bilmiyoruz. Kışın ortasında, kıytırık bir denkle, büyükçe iki torbayla hayatlarını bırakıp birilerinin yanına sığındı insanlar. Beyaz bayraklarla ölü taşıdılar. Duvarlarına galiz sözler yazıldı.
Şu da bütün bunların izahı: “Ama hendekler!”.
Oysa çoğulcu bir muhalefetin seksen milletvekiliyle Meclis'e girdiği seçimi tanımayarak, siyasetin yolunu tıkayarak darbe gibi bir şey yaptılar, şimdi hiç sözü edilmeyen.
Bu kadar bariz bir gerçek nasıl “yürürlükten kaldırıldı”? Çünkü yarattıkları iklim, muktedirlerin davranış bozukluklarını meşru toplumsal vasat haline getirdi. Bizde hakikat zaten hep ölüm döşeğindedir; ilacını kestiler. Bastırma-susturma, yani politik mesele, işin yalnız bir yönü.
Baştaki mevzuya dönersek: Yüzde birini çalakalem özetlediğim şu korkunç işler yapıldıktan sonra, nereye varılması umuluyor? Kürtler diz çöküp, “biz ettik sen etme” mi diyecek? Yoksa PKK, bir defa daha “bitecek” mi? Yoksa o kadar çok insan öldürülecek, o kadar çok ev yıkılacak, o kadar çok şehir yaşanmaz hale getirilecek ki, bir Kürt isyanı daha bastırılmış mı olacak?
Aklını peynir ekmekle yememiş veya dolgun gelir, güzel ev, şöhret vs. için satmamış herkesin soracağı soru değil midir: Peki sonra ne olacak? İktidar propaganda aygıtındaki vazifelilerin çoğunun da mâlûmu bu soru. Henüz birkaç yıl önce yazıp çizdikleri ortada. Fakat kimse böyle bir soru sormuyor!
O halde ben yolu kısaltayım: Kürt-Türk bütün muhalifleri içeri mi atacaksınız yoksa öldürecek misiniz? Kaç kişi hapsedeceksiniz? Kaç kişi öldüreceksiniz?
Cevapladınız sayıyor ve üstüne soruyorum: Sonra ne olacak? Nereye varacaksınız?
Yeterince hıyar durumuna düştüm, boyumun ölçüsünü aldım, yaptıklarınızın ve varacağınız yerin Allah'la peygamberle münasebetini aramayacağım. Din sizin elinizde hükmetme aracı; başka şey değil. Ahlâkı, vicdanı, merhameti öldüren din olmaz; cenazelerini karda kışta sokak ortasında bırakan, hiç olmaz. Bugün gözünüzü bürümüş kin, kalbinizi esir almış tahakküm tutkusu anlamanıza meydan vermiyor, ama gözünü sizin yönettiğiniz ülkeye açmış çocuklar -öldürmedikleriniz-, foyanızı anlamaya başladı bile. Herkesin beynine, yüreğine tamamen hükmedebileceğiniz bir çağda yaşamıyoruz. Sayenizde İmam Hatip'lerden ne ateistler çıkacak.
Beyaz'ın programına bağlanıp gayet naif iki cümle söyleyen bir insan nasıl dengenizi bozdu. Paniğe kapılmanıza yolaçan, çocukları öldürdüğünüzün yüzünüze vurulmasından çok, zorbalık ve hileyle sıvadığınızı sandığınız duvarda hakikatin sızacak çatlak bulmuş olmasıydı. Hapsederek, öldürerek yetişemezsiniz. Aşınan meşruiyetin zorbalıkla geri getirilemeyeceğini bizzat baş aktörlerinden biri olduğunuz yakın tarih gösterdi işte.
Belki de aşırı gerilimli halinize sebep şunu bilmeniz: İnsanların size açtığı kredi, büyük ölçüde, işlediğiniz suçların görmezden gelinmesine bağlı. Bu muydu istediğiniz ve kutsallığı zırh gibi sarınarak ulaşmayı hedeflediğiniz, bu lanetli denklem miydi?
Bütün muhaliflerinizi yok etseniz de, hepsi yukarıdan gelen sesi taklit eden, farklı en ufak fikir karşısında histeri krizleri geçiren insanlar olarak birarada uyum içinde yaşamanız mümkün değil. Hiçbir zaman son şüphe kırıntısını da yok edecek ölçüde birörnek olamayacaksınız. Olunamaz çünkü. Birbirinize şüpheyle bakacak, hep aranızda hain arayacaksınız. Kurabileceğiniz, bir paranoya rejimidir.
Hükmettiğiniz yerde kimse huzur bulamayacak artık. Siz de bulamayacaksınız. İşlediğiniz suçları örtmek için yığdığınız molozun altında kaldı.