Radikal, 19.01.2016
Hrant Dink cinayeti, Türkiye’nin anahtarıdır. Dilimizin sunduğu güzel oyunbazlık imkânı sayesinde “kilididir” de diyebiliriz. Bu cinayeti anlamak Türkiye’yi anlamaktır. Cinayet sonrasını anlamak Türkiye’yi anlamaktır. Cinayete nasıl geldiğimizi, ortamın nasıl hazırlandığını, “iş”in nasıl örgütlendiğini, nasıl “uygulandığını”, ortalık ayağa kalktıktan sonra katilin nasıl da hemen yakalandığını ve eline bayrak tutuşturulup ayağa kalkmış ne varsa bir güzel yerine oturtulduğunu, ama daha fazla yaralı bereli, yüreği daha fazla tükenmiş, daha fazla kan kaybetmiş olarak oturtulduğunu... Toplumun “yazık adama”dan, “Tamam da, öyle ‘hepimiz Ermeni’yiz’ falan demesinler”e getirilişi... Dünyanın gözleri, artık bu devirde, bunca şeyden sonra, hâlâ ve yine böyle bir suçun işlenebilmesine hayretten açılmış bütün gözlerin önünde bütün devlet marifetleri sergilenerek oynanan adalet oyunu... Teşkilat-ı Mahsusa koalisyonunun tepeden, jandarmanın polisin alttan, siyasetçilerin yandan katıldığı organize suç şebekesinin adalet kavramıyla, hak kavramıyla, hepimizle, na şu kadarcık haysiyeti olan herkesle alay ede ede... “katilimi yedirmem”i kafamıza vura vura...
Hrant’ı vurdurdukları cahil delikanlı ile genç yaşta devletin eline düşen, kullanıp atmalık ağabeyi mahkemede, kurbanın eşinin çocuklarının yüzüne baka baka, “Yok ya, Jennifer Lopez’i aramıştım!” falan diye dalga geçtiler. Vali MİT’çileri korudu, öbür vali jandarmayı polisi. Bütün mahkemeler bütün polisleri. Emniyet İstihbarat Daire Başkanı olacak şahıs, elemanını. Katili. Devlet hepsini. Hükümet hepsini.
Sabiha Gökçen’in yetim Ermeni kızı olduğunu bilsek ne olurdu? Bildik. Ne oldu?
Hiçbir şey olmadı sananlar var. Halbuki oldu. Çok daha büyüğü, çok daha derini, çok daha fazlası olabilirdi. Belki olur. Büyük bir sarsıntıydı bu. Siz anlamazsınız, devlet hisseder. Bir anahtar döndü usulca bir kilidin içinde. O kapının bulunduğu odanın çevresine korugan kalınlığında duvarlar örmüşler, gireni mahvetmişlerdi. Birden giriliverdi.
Hrant’tan sonra soykırım inkârı bile başka renge büründü. Eskisi gibi don paça salya sümük dolaşamadı ortalıkta. Giydirdiler, ağzını yüzünü temizlediler, “tamam, olmuş bişeyler” dediler. “Taziye”yi ağızlarına aldılar. Usulca, bir anahtar dönmüştü çünkü bir kilidin içerisinde. O ses tanınır; başka sesle karıştırılmaz. Duyulmuş, tanınmıştı.
Hrant’ın sıcak, samimi sesiyle sarılıydı. Bir dostluk vaadinin içerisine yerleşmişti. Bu yüzden, çok daha tedirgin edici, tehditkârdı ırkçılar, gaspçılar, katiller, zalimler için. “Demek onların dedeleri soykırım yapmış,” dedi, soykırımcılar adına bir siyasetçi pişkin pişkin.
Hrant’a kim neden düşman olmuştu? Cevap, bir Türkiye tablosudur. Azıcık grotesk, şematik, klişelerle dolu olsa da bir eserdir. Müzeye konamaz, sokakta sergilesen satılmaz. En münasibi, zengin birilerinin alıp pek kimsenin girmeyeceği bir bodruma kaldırmasıdır. Çünkü yok edemezsin. Yaksan alevi her şeyi gösterir, onu gizlesen kokusu her şeyi anlatır.
Hrant’ın öldürülmesi emrini kim vermiştir? Bakın, ne kadar kolay yoldan “Türkiye’de egemenlik” tahlili imkânı! Bu emir hangi silsile içerisinde iletilmiştir? Bakın, ne kadar kısa yoldan, “Türkiye’de devlet nasıl işler” kursu.
Bir kolaylık: Cinayetin öncesini ve cinayet anını bırakın, bugünden başlamak zahmetli gelirse, bir-iki yıl sonrasından başlayın, geriye doğru gidin. Kim hangi delili yok etti? Kim neyin veya kimin soruşturulmasına izin vermedi? Kim mahkemeden neyi gizledi? Hangi mahkeme neyi asla sormadı? Savcılar neyi asla araştırmadı soruşturmadı? Geniş bir kumsala yanyana dizilmiş bütün kabinlerin anahtarları aynı anda dönüyor. Mahmutpaşa’nın bütün işhanlarının bütün zevksiz odalarındaki bütün kasaların kilitleri aynı anda tıkırdıyor. Ankara’nın dehlizleri tıkırdayan anahtar sesleriyle sarsılıyor. Dehliz görevlileri kulaklarını tıkamış, hızla amirlerine koşuyorlar. Öfkeliler. Kamera kayıtları yok ediliyor, sahte evraklar hazırlanıyor, dinleme kayıtları siliniyor, ifadeler alınıyor veriliyor, müfettişler geliyor gidiyor. “Ama devlete katil dediler” diye bizi yargılamaya kalkıyor bir savcı. Devlet devlete işlemiyor, bize işliyor.
Devlet Denetleme Kurulu rapor hazırlıyor. Diyor ki: Bu devlet bu mevzuatla kendi memurlarını asla adilâne yargılayamaz. Diyor ki: Bu adaletsizlik İttihatçılardan beri sürüyor. Diyor ki: Dink cinayetine bulaşmış polisler, askerler, aynı cinayete bulaşmış sivillerle birlikte yargılanmalılar. Diyor ki... Demesin. Çünkü yaptırımı yok. Nasıl DDK’ya görev verip bu raporu hazırlatan dönemin cumhurbaşkanının yaptırım gücü yoksa raporun da yok. Bazı sayfalarını sansürlüyorlar. Gördüğümüz bize yeter. Lâkin biz sıradan insanlar, icabında jandarma istihbaratçılarının gözetiminde milliyetçi delikanlılara öldürtülebilecek olanlar, nasıl işlevsizsek, ancak söyleyebilir ama eyleyemezsek, rapor da öyle. Rafa kondu. Haysiyetini kurtarmak için devletin eline bir şans geçmişti, istemedi. “Ne münasebet!” dedi.
Sonra, biliyorsunuz, hükümet-Cemaat kavgası çıktı. Böylece, yıllardır dilimizde biten tüylerin bir kısmı ortalığa saçıldı. Olan bitenin yine haysiyetle adaletle alâkası yoktu. İktidar meselesiydi. Sonra bir savcı meseleyi ele alıp hepimizi şaşırtarak ilerlemeye başladı. Anahtar döndü kilidin içinde. Tık diye ses çıktı. Başsavcı sesi duydu. Savcıyı aldılar. Mazallah adalet!..
Hrant’ı “devlet” deyince aklınıza kim geliyorsa hepsi beraber öldürdü. Cinayeti hepsi beraber kararttılar. Şu anda da, barsakları ortaya dökülmüş olmasına rağmen takım elbiseleriyle, hiçbir şey olmamış gibi afra tafra yapanlar, hemen hemen aynı koalisyondur. Aralarından bazılarını gözden çıkarmış, bazılarını şimdi daha bir sevmiş filan olabilirler. Aynı koalisyondur. Türkiye’ye özgü bir müessese olarak, devletin sivil kanadı da bu işin içindedir. Şu anda da içindedir. Kadro ve mevkiler değişti, oyun aynı oyun. Türkiye’de devletin sivil kanadı vardır. Devlet toplumun uzuvlarını gasp etmiştir.
Sizi Hrant Dink cinayetine biraz daha yakından bakmaya davet ediyorum. O anahtarı elinize almanız güzel olmaz mıydı?
Umuyorum ki, 19 Ocak günü, vurulduğu saatte, 15:00’te, vurulduğu yerde, Agos’un önünde bizimle beraber olacaksınızdır.