Radikal, 26.01.2015
Elimizden bir şey gelmediği, önleyemediğimiz için kalbimiz onların istediği ritmle atacak, ruhumuzu dilediklerince kullansınlar diye teslim edeceğiz sanıyorlar.
Etmeyeceğiz. Böyle olmayacak. Bu da onlara dert olacak. Dert etmezlermiş gibi yapıyorlar, ama fena halde ediyorlar. Haksız olduğunu bilmek az yük değildir, bakmayın.
Öyle görünüyor ki, bu topraklarda birkaç kuşak daha, sonrakilere, “bizi şöyle öldürmüşlerdi” hikâyeleri anlatacak.
Sanırım bu bize artık dert bile olmayacak.
Acıyla yatıp acıyla kalkmıştık, kalmak istememiştik, akşam yatarken o üç gündür bekleyen genç de kan kaybından ölmüştü, sabah yüzümü yıkarken yirmi yedi yaralı bodrumdaydı… Anlatacaklar işte…
Vahşet ortamı, sürdürülebilir midir?
Sürdürüyorlar. Sürüyor. Bizimki, bir savaş hali rejimiydi, aslına rücû etti.
Tepedekilerle ilgili olarak merak ettiğim iki şeyden birini daha önce sormaya çalışmıştım: “Sonra” ne olmasını umuyorlar? Ne hedefliyorlar? Kürtleri çıldırtmak gibi bir devlet politikası olabilir mi? Ya Kürtleri topyekûn isyana teşvik etmek gibi bir şey? Koca koca adamlar oturup, “ne yapsak da Kürtler bizden iflah olmayacak raddede nefret etse” diye planlar kuruyor olabilirler mi?
Merak ettiğim öbür husus, operasyon ve karar odalarında herhangi bir vicdan ve sağduyu esintisinin usulca da olsa dolaşıp dolaşmadığı. Yani kimse çıkıp, “Ama efendim, on binlerce insan perişan olur” veya “Ama efendim, kuşaklar boyu dinmeyecek bir öfke ve tepki doğar” veya “Ama efendim, çok sivil ölür” veya “Ama efendim, çok askerimiz polisimiz ölür” veya, hiç olmadı, “Ama efendim, çok personel kaybımız olur” dememiş midir? Demiyorlar mı? Demezler mi? “Askerden polisten bol ne var?” mı demişlerdir? “Halktan insan ölür” dendiğinde dudak büzerek, birbirlerini dürterek gülmüşler midir?
Şimdi size aktarırken fark ettim ki, bunların cevabını o kadar da merak ediyor değilmişim. Bizi yönetenlerle ilgili bütün hislerim kayboldu sanırım. Hissim yok. Öfke bile yok.
Fakat yönetenler seviyesinden aşağı indikçe merak duygum her zamanki gibi münasebetsiz bir şekilde kabarıyor. Cevabının iç karartıcı, insanlık hakkında umut kırıcı olabileceğini kestirmeme rağmen soruyu tekrarlamaktan kendimi alamıyorum.
Meşum soru şu: Kim, nasıl karar veriyor?
Ve bir sürü soru daha var, kuyruğuna takılmış tenekeler gibi gürültü çıkara çıkara bunun peşinden gelen.
Açıklamaya çalışayım.
Özel Tim, polis, jandarma, artık her kimse, hendekli barikatlı bir ilçeye girerken, su depoları ve klima cihazlarına ateş edilmesi önce kimin aklına geliyor? “Amirim su depolarını vursun arkadaşlar.” Kim diyor? “Klimaları vuralım komutanım.” Kim öneriyor? Yoksa genelkurmay başkanıyla generaller harita önlerinde bunları mı ele alıyor?
Başından vurulup ölen o kadar çok sivil oldu ki. Kim o sabah o sokakta göreve çıkacak silahlı devlet memurlarına, “Sağda solda sivil görürseniz onları da vurun,” diyor? Hamile kadının karnına ateş eden, devlet memurlarına hemen hiçbir konuda tanınmayan bir kişisel inisiyatif imkânından mı yararlanıyor? Buna ne zaman nasıl karar veriyor? “Şu hamile kadının karnına ateş edeyim hele,” demeye onu yönelten şey nedir? Yanındakine söylüyor mu meselâ, “Bak şimdi n’apacam,” diyor mu?
Yaralı oğlan var evde, yatıyor, ambulans gidiyor, oğlan çıkıp ona ulaşmaya çalışıyor, o sırada ateş açılıyor, oğlan geri dönüyor, beklemeye devam ediyor, seriliyor, halsizleşiyor, baygınlaşıyor, kendinden geçiyor, ölüyor. Bu sırada kim, “Dursun, göndermeyin!” diyor. Oğlanı ambulansa giderken görüp ateş açan, bu işi kendi inisiyatifiyle mi yapıyor yoksa o sırada karar veren bir amir var mı? Bu kararı neye dayanarak nasıl veriyor? Önceden belirlenmiş, “vurulan olursa bırakacaksınız, kan kaybından ölecek” mi denmiş? Bu kararı kimler hangi toplantıda almış?
Bodruma saklanmış yaralılar için ambulans gönderilmemesi kararı nerede, kimler arasında alınıyor?
Salakça mı bu sorular? Koca ilçelerin boşaltılması, resmen bir “zorunlu nüfus hareketi” yaratılması, sürekli savaş hali yaratma gibi kararlar varken, su deposuna ateş etmeyi kimin kararlaştırdığını sorgulamak aptalca mı? Sivil cenazeleri için, “Bırakın, kalsın sokakta!” emrini vereni merak etmek hıyarlık mı?
Gerçi bana yakışır. İslâmcılardan ahlâk beklemiş adamım.
Üstelik bunları burada da bırakamıyorum. Gerisini de merak ediyorum.
“Ne yaptın bugün?”
“İşte, ne olsun, birini vurduk, sokak ortasında bıraktık öyle. Almaya kalktıklarında arkadaşlar tarıyor, alamıyorlar.”
Herkesin içi rahat mıdır? Herkes görevini mi yapıyor?
“Haydi şu duvara ‘Kurdun dişine kan değdi’ yazalım!” Bu bireysel inisiyatif eseri midir? Okullarda harap edilmiş sınıflara girip tahtalara “biz devlet değiliz” anlamına gelen o lafları yazıp önünde fotoğraf çektirme, tesadüfen birden çok polisin jandarmanın aklına esivermiş bir münasebetsizlik midir yoksa birileri “yapın” mı demiş? Bu da “görev” kapsamında mıdır?
Cenazeler için “bırakın, kalsın sokakta!”, yaralılar için “bırakın, ölsünler!” buyrukları, kimlere aittir?
“Nasıl geçti bugün?”
“Hiç. Bodrumda yaralılar vardı, bırakın ölsünler, dedim.”
Herkesin içi rahat mıdır? Görevler mi yapılmaktadır?
* * *
İMC TV kameramanı Refik Tekin için şimdi de “Bölücü Terör Örgütü” üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltı kararı çıkarılmış, yarası azıcık iyileşip de hastaneden taburcu edileceği zaman gözaltına alınacakmış. Manası olmayacağını bilsem de protesto ediyor ve kayıt düşüyorum. Gazeteci kimliği taşıyıp da bu tür zulümleri savunanların başına bin beterinin gelmesini diliyorum.