Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, "İslâm Devleti" örgütünün Irak'taki hızlı yayılması ve son marifetleri üzerine, Türkiye için ilginç sonuçları olabilecek bir karar aldı. On beş üyeli konseyin kararı, birkaç unsurdan oluşuyor:
1. İD ile El Nusra Cephesi'nin finansörü, silah veya eleman tedarikçisi olduklarına hükmedilen altı kişiye uluslararası seyahat yasağı kondu, banka hesapları donduruldu. Bunlar, "İslâm Devleti" lideri Ebubekir'e en yakın emirlerden olan, örgüt sözcüsü Abu Muhammad al-Adnani; 2013'te ev hapsinde bulunduğu Fransa'dan kaçıp Suriye'de El Nusra Cephesi'ne katılmış eski Cezayir subayı Said Arif; Nusra'nın Lazkiye bölgesi yöneticilerinden ve öndegelen internet propagandacılarından, Suudi Arabistanlı Abdul Muhsin Abdullah İbrahim al Şarık; Nusra'nın malî destekçilerinden iki Kuveytli, Hamid Hamad Hamid al-Ali ve Haccac bin Fahd al-Acmi; Nusra Cephesi'ne eleman sağlayan yabancı savaşçı şebekesini yöneten Suudi Arabistanlı Abdelrahman Muhammed Zafir al Dabidi al Cahani. (İsimlerin yazılışlarını İngilizce'den aktarırken yanlışlık yapmış olabilirim.)
2. Karar, adı geçen bu altı kişi dışında, yabancı savaşçıların örgütlere katılımını finanse eden veya bu trafiğe yardımcı olanlar tesbit edilirse onların da kara listeye eklenmesini öngörüyor.
3. Güvenlik Konseyi kararında, İslâmcı terör örgütlerinin, ele geçirdikleri kuyulardan çıkan petrolü satarak ticaret yaptıklarına, bu işten para kazandıklarına işaret ediliyor, "İslâm Devleti" veya El Nusra ile doğrudan veya dolaylı ticarî ilişki içerisine girenler uyarılıyor, bu tür girişimlere yaptırımlarla karşılık verileceği bildiriliyor.
4. Güvenlik Konseyi, sadece "İslâm Devleti"nin "terörist eylemlerini" ve örgütün "insan hakları ile uluslararası yasaları sistematik şekilde ve geniş ölçüde çiğnemesini" kınamakla yetinmiyor. Örgütün "şiddete dayalı aşırı ideolojisini" de "en sert şekilde lanetliyor". "İslâm Devleti" bir noktada bugün uyguladığı çapta vahşete son verse bile BM nezdinde kendini meşrulaştıramaz; buradan çıkan sonuç bu.
Bu karar, BM Sözleşmesi'ne dayanıyor ve bütün üye devletler için bağlayıcı. Ayrıca, Güvenlik Konseyi'ne ekonomik yaptırım uygulama ve zor kullanma yetkisi tanıyor. Ancak bu, isyan bastırma amacıyla askerî güç kullanmayı, örgütlerle doğrudan çatışmayı kapsamıyor.
Der Spiegel'in aktardığına göre, Britanya'nın BM Temsilcisi, Konsey'in de dönem başkanı Mark Lyall Grant, "Gaddarca eylemlerini dehşetle izliyoruz," demiş. "İnfazlar, insan kaçırmalar, kitlesel cinsel şiddet..." ABD'nin BM Temsilcisi Samantha Power da, "İslâm Devleti"nin, İslâm'a dönmeyenlerin "gırtlağını kestiğini" söylemiş. Grant, Konsey'in bütün yapacağı işin bu karardan ibaret olmadığını vurgulamış, "kararlı ve yaratıcı olmalıyız" demiş. Konsey başkanının "doğrudan sivilleri hedef alıyorlar" sözüyse, İD ve Nusra'ya karşı tavizsiz davranılacağının belirtisi. Ağustos sonunda çıkması beklenen kararın bu kadar öne alınması da İD'i durdurmanın Güvenlik Konseyi'nde temsil edilen devletler için acil mesele olduğuna delalet.
Bu Güvenlik Konseyi kararı, Ankara'nın başını derde sokabilir. Çünkü "Eyy Birleşmiş Milletler!" diye bağırmak başka şey, bütün üye devletleri bağlayan bir karara aykırı davranarak topluca BM ile karşı karşıya gelmek başka şey. Dünya çapında infial ve kınamaların hedefi olmak bir yana, resmen yaptırımlarla yüzyüze kalınabilir. Çünkü şimdilik sözkonusu olan altı kişi ile Türkiye'nin hiç alâkası bulunmasa bile, İD veya El Nusra'ya eleman ya da malî destek sağlayan birileri Türkiye sınırları içinde faaliyet gösteriyor/gösterecek olabilir. Türkiye hükümeti başına bela almamak için bunlara göz açtırmama yoluna giderse, bu defa da örgütlerle -şüphesiz hakiki mahiyetini bilemediğimiz- ilişkileri bozulabilir, uyarı veya ikna eylemlerinin hedefi haline gelebilir. BM şemsiyesi altında yürütülecek araştırma-soruşturmalar, İD ve El Nusra'ya silah ve eleman tedarikinin "yakın tarihi"ne uzanırsa, Türkiye'den yürütülmüş pek çok faaliyet ortaya çıkacaktır. Bunların bırakacağı lekeleri temizlemek çok büyük diplomatik çabalar gerektirecektir.
Aynı şey, İD petrolünün pazarlanması mevzuunda da geçerli olabilir. İD petrolünün en azından bir bölümü, çeşitli aracılar vasıtasıyla Türkiye'ye getiriliyor, burada pazarlanıyor, belli. Bu ilişkinin sürmesi de BM kararına aykırı hareket olacak. Kesilmesiyse, hem bu işten çıkar sağlayan yerel unsurları hem örgütleri kızdıracak.
Kafa kesen İslâmcı örgütlerin "şiddete dayalı aşırı ideolojisinin" de lanetlenmiş oluşu, şu anda öngörülemeyecek başka çapraşık durumlarda da bırakabilir Ankara'yı. Batılılarla birlikte "İslâmcı teröristleri" kınamanın, Ortadoğu'da bir Sünni etki alanı yaratma çabalarına faydası olmayacağı kesin. Öte yandan el altından palazlandırdığı örgütün dehşetinden kaçanlar topraklarına doluşurken dünyanın gözünde katliamcıların hâmisi gibi bir konumda kalmak şüphesiz garabet yaratacak. Türkiye'nin "başkanı" olmaya soyunmuş Tayyip Erdoğan'ın Birleşmiş Milletler hakkındaki esip savurmalarına, bu Güvenlik Konseyi kararından sonra, bambaşka bir ışık altında bakılacak. Erdoğan'ın şüphesiz haklı unsurlar da barındıran eleştirileri, şimdi "İslâmcı teröristlerin hâmisi" konumundaki bir yönetimin uluslararası denetimden kaçmak için sığındığı, suçunu örtmek için öne sürdüğü bahaneler gibi görülecek.