Duvar gazetesinde, İrfan Aktan'ın CHP Genel Başkan Yardımcısı ve parti sözcüsü Selin Sayek Böke ile yaptığı görüşme yayımlandı. Başlığa Böke'nin "yeni bir hikâye yazmamız lazım" sözü çıkarılmıştı, ama, çağrıştırdığının aksine, Böke yazılacak hikâyeden bahsetmeye ekonomi dolayımından girişmişti. Olsun. Yeni hikâye yeni hikâyedir. Hele CHP'nin yeni bir şey yapması, üstelik hikâye yazması vaat ediliyorsa, ne kadar heyecan verici!
Heyecan ve CHP kavramlarının birbirine mesafesi ne kadardır? Heyecan nãmına neyimiz kaldıysa ağır yaralamaya aday bu soruyu derhal kenara atalım. Yaralı tedavisiyle uğraşmayalım boşuna; nasılsa heyecan nâmına herhangi bir şeyimiz kaldıysa bu görüşmeden birkaç soru-cevabı ardarda okuduktan sonra o da feci şekilde can verecek. Buyurun, İrfan Aktan soruyor:
"...Dış politikadan sorumlu genel başkan yardımcınız Öztürk Yılmaz, 'Türk askerleri Suriye El Bab’da şehit olurken, Türkiye’de askere alınabilecek yaşta Suriyeliler Türk kızlarıyla geziyor' demişti. Bu tür sözleri nasıl izah ediyorsunuz?"
Selin Sayek Böke cevaben şunları anlatıyor:
"CHP’nin bir göç raporu var. Partinin pozisyonunu o rapordaki yaklaşım tarif eder. Biz nasıl ki kendi vatanımızda bir hayat hayal ediyorsak, bütün dünya vatandaşlarının da bu hakka sahip olduğu bir düzen istiyoruz. Onun için Suriye’deki savaşın bir an önce bitirilmesi ve göç etmek zorunda kalmış olanların kendi vatanlarına gidebileceği bir yarının inşa edilmesi gerekiyor. Milyonlarca insan Türkiye’de yıllardır ekmek sofrasına ortak oldular. Toplumdan kaynaklı sıkıntılar görmedik biz. Türk toplumunun gönlü çok açık."
"Toplumdan kaynaklı sıkıntı görmedik" deyince, gazeteci mecburen hatırlatıyor: "Antep gibi yerlerde ırkçı saldırılar oldu, kamplar yakıldı..."
CHP sözcüsü mâkûl bir şey söylüyor: "Fakat onu beslemiş olan da siyaset. Toplumun kendi doğasından gelen bir düşmanlaşma değil, ötekileştiren siyasetin ortaya çıkardığı ve yurdunu terk etmek zorunda kalanları topluma dahil edecek işler yapılmadığı için de bu sorunlar artıyor."
Gazeteci haliyle yeniden hatırlatmak zorunda kalıyor: "Peki bunu besleyen bir siyasetçi olarak Öztürk Yılmaz’ın beyanatına parti olarak tepki gösterdiniz mi?"
Böke, "CHP belediyeleri Suriyeli mültecilerin hayata ortak edilebilmesi için ve bu ortaklığın toplumun kendi dinamiklerini zedelememesi için belli sosyal politikalar geliştiriyor," dedikten sonra şöyle sürdürüyor: "Meseleyi bir söylemi tekzip etmenin ötesinde yaptıklarımızla tarif etmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Buradaki Suriyeli gençlere, çocuklara imkân yaratarak nasıl bir siyaset öngördüğümüzü ortaya koyuyoruz. Dolayısıyla o cümleyi tekzip etmek... Olur tabiî ama demokrat bir biçimde fikirler beyan edilmiş. Her fikri takip etme yükümlülüğünün siyaseti doğru yere evriltmediğini düşünüyorum."
Aktan insaflı davranarak "demokrat bir biçimde"ye takılmıyor, haklı olarak, "ama" diyor: "Yılmaz’ın beyanatına değil belediyelerin icraatlarına bakalım diyorsunuz ama o sözü herhangi bir milletvekili değil, partinizin genel başkan yardımcısı söylüyor. Siz meselâ şu anda da Yılmaz’ın açıklamasını düzeltmekten neden imtina ediyorsunuz?"
Böke itiraz ediyor: "Düzeltmekten imtina ettiğimiz doğru değil. Eğer yanlış bir siyasi söylem varsa, partinin uyguladığı siyasetin ilkesel temellere dayanması gerektiğini düşünenler mutlaka itiraz eder ve gerekli düzeltmeleri yaparız."
Fakat gazeteci de biz de böyle bir hadiseye şahit olamıyoruz!? Aktan, bakıyor ki muhatabı kelimeleri biraraya getirip sesli olarak ağzından çıkarmakta fakat bunların birarada bir mânâ ifade etmemesinde ısrarlı, başa dönüp basit soruyu tekrar soruyor: "Yılmaz’ın bu açıklamasını yanlış buluyor musunuz?"
Böke, "Israrla bu açıklamaya dair bir yorum mu alacaksınız benden?" diye çıkışıyor. Sonra kime niçin söylendiği belli olmayan şu sözü ediyor: "CHP bir kitle partisi olduğu için, her konuyu her yönüyle tartışmakla ve bazen bu tartışmayı toplumu içine alacak biçimde kamuoyu önünde yapmakla yükümlüdür." İlk şaşkınlığı attıktan sonra, "Ee?" diyoruz. Değil mi, madem öyle... "Ama," diye karşımıza dikiliyor CHP genel başkan yardımcısı, "bu tartışmalar yapılırken fikir ayrılıkları ve kimimizin yanlış bulduğu şeyler olabilir. Mesele, bundan harmanlanmış bir ortak akla dayalı siyaset oluşturmak."
Konuşan, cevaplanmayıp kıvırtılmış sorusunu ortada bırakmayan, peşini kovalayan, kaynayıp gitmesine izin vermeyen -yani aslında basitçe hep olması gerekeni yapan- gazeteci, konuşulan, ana muhalefet partisi genel başkan yardımcısı, partinin gelecek vaat eden, yeni, genç, parlak beyinlerinden biri diye sunulan siyasetçi.
Harmanlanmış olabilir, harmanlanmamış olabilir, ortak olabilir, olmayabilir, siyasete yarar, yaramaz, her hâlükârda akla dayalı birşeylere hayatî -veya ölümcül- ihtiyaç yok mu sizce de?