21 Eylül 2017 günü, Türkiye baskılar-yasaklar tarihi ölçüleriyle bile hayli çapsız, düşüncesizce ve beklenmedik görünen bir icraatla karşılaştık: Beyoğlu Kaymakamlığı, evet, içişleri bakanlığı, vali değil, artık her şeye karar veren tek ağız da değil, kaymakamlık, Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Yarışması Ödül Töreni’ni yasakladı. Gerekçe… yok. Evet, yok. “Yasaklanmıştır” dediler.
Bunu da, ödül komitesine, ilgililere değil, törenin yapılacağı Taksim Hill Oteli’nin görevlilerine bildirdiler. “Gelirlerse içeri almayın” demiş olmalılar.
Bu yıl yirmi beşincisi düzenlenen Musa Anter ödülleri, çok zor şartlarda, canlarını ortaya koyarak gazetecilik yapmaya çalışan Kürt gazeteciler için olduğu kadar, gazetecilik faaliyetinin ülke çapındaki hayatiyeti ve namusunu önemseyen herkes için önemli ve simgeseldir.
Şahsen bilebildiğim kadarıyla hep hak edenlere giden bu ödüllerin verilmesinin bu şekilde, “borcunuz var, suyunuzu kesiyoruz” üslûbuyla, saygısızca, seviyesizce engellenmesi kabul edilebilir olmadığı gibi, tam da failin idrak, zekâ, öngörü seviyesini açığa vuran eylemlerden.
Yasaklanan tören yine de yapıldı. Başka yerde. Otelde, salonda yapılacak törene İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi evsahipliği yaptı. Oradaki ufak salonda, azıcık üstüste, düzenleyiciler de biz katılımcılar da hiç moralimizi bozmadan, bize bu muameleyi revâ gören, hak etmedikleri yetkilere, güçlere sahip çapsız kimselerin cibiliyeti üzerine düşünmemeye, böylece kendimizi küçültmemeye çabalayarak, ödül alanları alkışladık, cesareti takdir ettik, hakikat peşinde koşanlara şükranlarımızı sunduk.
Şahsî kısmı çok heyecan verici olduğu için, özellikle onu anlatmak istiyorum. Törenin yasaklanmasını öğrenip hiç değilse bir geçmiş olsun diyeyim diye gittiğim yerde, bana büyük onur veren bir şey yaşadım. Diyarbakır’da Newroz sabahı erken saatte polis tarafından vurularak öldürülen Kemal Kurkut’un son fotoğraflarını çeken Abdurrahman Gök’e ödülünü benim vermemi istediler. (Ödül alan öbür meslektaşlarımızı merak ederseniz, şuraya tıklayın.) DiHaber’den Abdurrahman’ın gazeteci refleksi, cesareti ve çektiği fotoğrafların inandırıcılığı olmasa, müzisyen olmayı hayal eden üniversite öğrencisinin, “oralarda” insan hayatının nasıl da kolay gözden çıkarılabildiğini kanıtlayan öldürülüşü üzerine şimdi kimbilir ne uyduruk hikâyeler dinliyorduk. Zavallı Kemal’in teröristliği en yüksek ağızlardan saçılan salyalar eşliğinde kırk defa haykırılmış olurdu. Nitekim Diyarbakır Valiliği ilk anda oğlanı canlı bomba ilan etmeye kalkışmıştı. Bu hunharca iftiranın ömrüne Abdurrahman'ın fotoğrafları son verdi. (Kemal Kurkut'un öldürülme öyküsünün bizzat Abdurrahman Gök'ün ağzından aktarıldığı bir yazıyı okuyasınız diye, bu paragrafın başında verdiğim linki bir de adıyla sanıyla tekrarlayayım: "Kemal Kurkut cinayeti ve o sekiz kare". Özlem Akarsu Çelik'in Duvar'daki yazısı.)
Bu “hayatî” gazetecilik başarısının sahibi Abdurrahman Gök’e, Musa Anter adına konmuş olan bir ödülü vermiş olmaktan ötürü çok onurlandım; her kim “bu ödülü bu adama verdirelim” diye önermiş, kimler de “olur” demişse hepsine çok teşekkür ediyorum. Bu vesileyle Abdurrahman ve cesaretle hakikat peşinde koşan öbür genç meslektaşlarımı kutluyor, gözlerinden öpüyorum.