6 Ocak 2014 Pazartesi

İyi yok, Kötü ile Çirkin var

İyi, Kötü ve Çirkin filmi, sinema seyircisinin ufkunu genişletmiş, milyonlarca insana, hayatlarında bulunmayan bir incelik armağan etmişti. İyi'nin pek önemli bir özelliği yoktu; üstüne ne söylenebilirdi? Hele daha önce söylenmemiş ne söylenebilirdi? Onun karşısında bulunmasına alışılan Kötü de, beyaz'ın siyah'ı, masum'un suçlu'su olarak tek boyutlu bir varoluşa sahipti. Sinemanın, edebiyatın, genel olarak sanatın, İyi'yi allayıp pullayarak bir yere varabildiği görülmemişti. Hepsinin işi Kötü ileydi; onu tek boyutluluktan kurtarabildikleri oranda derinlik ve nitelik kazanabiliyorlardı. Yine de, tarafı, işlevi belliydi Kötü'nün. Sinema gibi, sanatın popüler kılıklara bürünmeden arzı endam edemediği bir ortam, Kötü'yü ister istemez tek boyutluluğa itiyordu. Hem böylelikle İyi'den daha göz alıcı olması da önleniyordu.

Popüler sanatın ilelebet bu ikisiyle idare edeceği sanılırken, İtalyan işi "Spagetti Western"in aşçıları devreye girdi. Normal olarak gözbebeklerimize pinpon oynatacak düello sahnesine, geçerken uğramamız kaçınılmaz olan bir üçüncü durak koydular. İyi, Kötü ve Çirkin, İyi ile Kötü arasına bir Çirkin yerleştirdi, daha önce akla gelmeyecek soruları zihnimize soktu. (Sergio Leone ve senaristlerin, bunu, zaten fazlasıyla kitsch'leşmiş, popüler bir türü taklide çalışırken becermiş olmaları ayrıca ilginçti, ama ne yazık ki şu anda konu bu değil.) Üçüncü durağın varlığı yüzünden, bir uçtan öbür uca gidip gelerek sergilediğimiz alışıldık hareket sekteye uğramış, reflekslerimiz işe yaramaz hale gelmişti.

İyi, hakikaten pek renksiz kalmıştı. Evet, şüphesiz onun yanındaydık ama gözümüzü karşıya dikmiştik. Sinema tarihindeki en iyi oyuncu seçimlerinden birinin de katkısıyla, Kötü ile Çirkin arasında ikincil bir tercih yapmaya zorlanıyorduk. Lee Van Cleef'e kurban gitmek daha temiz olabilirdi; tak, vururdu. Kesindi. Kurtulmanız da imkânsızdı zaten. Eli Wallach muhtemelen gereksiz eziyet eder, sizi çamurlara bular, belki sırf pislik olsun diye ağır yaralı halde bırakır giderdi. Buna karşılık, sanki ondan kurtulabilirdiniz. Bir ihtimal... Hangisi?

Daha önce böyle bir soruyla yüzyüze kalmamıştık. Aslına bakarsanız, gereksiz bir soruydu: Biz Clint Eastwood'la birlikte yürüyüp gidecektik. Ama işte, cevaplanmamış bir soruyu arkada bırakır giderseniz, onun vereceği rahatsızlığı hep hissedersiniz. Huzursuzluk kurdu içimize düşmüş oldu bir defa.

Durumu sakin sakin değerlendirirsek, sevinebilirdik: ufkumuz genişlemiş, düşüncemiz zenginleşmişti. Öbür taraftan, Kötü ile Çirkin arasında seçme yapmaya zorlanmak çok tatsızdı; hem kötüydü hem çirkin. Üstelik, görüldüğü üzre, İyi'den yana olmak kimseyi bu işten kurtarmıyordu. Hele İyi diye biri yoksa ve İyi'den yana olacaksanız onu bizzat yaratmanız gerekiyorsa ve bu işte yardım almayı umduğunuz herkes Kötü ya da Çirkin'den birinin esasında İyi olduğu teranesini size sokuşturmaya çalışıyorsa.

Kötü-Çirkin yelpazesine mahkûm olmak kötü. Yürüyüp gitmiş, giderken bizi bunlarla başbaşa bırakmış bir Clint Eastwood olsa... bütün o sorularla morularla koşalım peşinden, ama...