14 Nisan 2014 Pazartesi

"Utanılacak hal"in sözlük anlamı

Seymour Hersh'ün "Şam'daki sarin saldırısına Türkiye katıldı" iddiası o kadar göz alıcıydı ki, aynı yazıda bununla birlikte yeralan başka birçok olgu hiç sözü edilmeden kaldı. Oysa Hersh ABD'nin Suriye politikasına ilişkin bir çerçeve çiziyor, Libya'dan Kaddafi'nin silahlarının Suriyeli muhaliflere aktarılması hattında Türkiye'nin rolünü anlatıyordu. Hersh'ün kurduğu mantık ve tasvir ettiği yapı, sözkonusu saldırıyı Suriye rejim güçlerinin yapmış olması halinde bile sarsılacak cinsten değil. Bizde işin bu tarafı neredeyse bütünüyle ihmal ediliyor.

Oysa The Independent'te yazan Ortadoğu uzmanı, yine tecrübeli, bol ödüllü gazeteci Patrick Cockburn, tam da işin bu yönü üzerinde duruyor ve Libya'dan Suriye'ye silah aktarılması operasyonunun, ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar arasındaki bir anlaşmaya dayandığını belirtiyor: "MI6, the CIA and Turkey's rogue game in Syria".

Anlaşma 2012'nin ilk aylarında yapılmış. İşin içinde İngiltere de var. Gizli servis MI6'in varlığı ve yardımı, CIA'i doğrudan operasyon yapıyor olmaktan, dolayısıyla Kongre'ye hesap vermekten kurtarıyor. Güzel tezgah.

Fakat tezgah 11 Eylül 2012'de Bingazi'de Amerikalı "diplomatların" saldırıya uğraması ve büyükelçi Christopher Stevens'in öldürülmesiyle bozuluyor. Bu arada, "diplomatlar"ı tırnak içine almamın sebebi, Cockburn'ün verdiği bir ayrıntı. Saldırı sonrasında Bingazi dışından tahliye edilen bu görevlilerin sadece yedisi dışişleri bakanlığından, 23'ü CIA mensubuymuş!

Bingazi'deki saldırı bütün bu mevzu açısından hayati önemde, çünkü Cockburn'ün aktardığı bilgiler de, bu olaya dair ABD Senato İstihbarat Komitesi'nin hazırladığı raporun "çok gizli" sınıfından ekine dayanıyor.

Cockburn, bizim genellikle "ABD politikası" deyip geçtiğimiz şeyin aslında hiç de öyle kendinden emin, çelişkisiz, Washington'un bütün unsurlarınca aynı içerik ve üslupta benimsenip yürütülen bir politika olmadığını anlatıyor. Meselâ, Beyaz Saray'ın sivil yöneticileri Suriye'de de işin içine daha fazla girmeye ve daha fazla riziko almaya hazırken, askerlerin Afganistan ve Irak maceralarından çok daha sıkı ve etkili dersler çıkarmış olduklarını, Washington'un Suriye işinde de attığı-atamadığı birtakım adımların bu çelişkiyle alâkası olduğunu ileri sürüyor Cockburn.

Başka bir yerde de değil de, herkesin -elbette ben dahil- bir şekilde kafayı yemiş olduğu bir memlekette bu mevzuları tartıştığımız için, son kısma geçmeden, "kimdir-nedir" konusunda bilgi vereyim: Patrick Oliver Cockburn, İrlandalı bir gazeteci. Bizdeki sınıflamaya göre "dış haberler" yazarı. Uluslararası politika, diplomasi, gizli servis işleri vs. konularında uzman biliniyor. Çalışmaları özellikle Ortadoğu üzerine yoğunlaşıyor. Irak üzerine dört kitabı var. 1979'da Financial Times için çalışmaya başladı, şimdi de The Independent'da yazıyor. (Daha fazlası için tıklayın.)

Cockburn'ün yazısının sonu, şu anda Suriye sorunu üzerinden Türkiye'ye bakan aklı başında -ayrıca uzman- kimselerin paylaştığı, Türkiye'de özellikle kaderini hükümeti gözü kapalı savunmaya bağlamış sözde okuryazar tayfasının duymak bile istemediği izlenimi pek güzel ortaya koyuyor. Cockburn mealen şöyle diyor: ABD, Suriye gibi karmaşık ve şiddet dolu bir krize kenarından bile bulaştığında, eğer sahadaki bütün oyuncuları denetleyemiyorsa neler olabileceğini, Bingazi'de büyükelçisinin öldürülmesiyle anladı.

Hemen ardından şu son paragraf geliyor:
Bu arada, Türkiye'nin Şam'daki sarin gazı saldırısını yönettiği iddiasına karşı belirleyici bir argüman, bu işi yapmanın, Türkiye'nin geçen üç yıl boyunca Suriye'de kalkıştığı savrukça işlerle bağdaşmayan bir beceri gerektirdiği.
"Utanılacak halde olma"nın sözlük anlamı budur herhalde.