21 Nisan 2014 Pazartesi

Yılmazer'i izliyorum, gözlerim açık

Eski istihbaratçı polis müdürü Ali Fuat Yılmazer'in sanal âlem faaliyetini takip ediyor musunuz? Ben olabildiğince ediyorum. Kendisini, âdetâ bir reality show dizisi gibi üç defa ardarda çıktığı televizyon ekranında izledikten sonra, haliyle, bundan geri duramazdım.
Çünkü arkadaşım öldürüldüğünde İstanbul polisinin üst düzey yetkililerinden biriydi. Hrant'ın, katillerinin önüne doğru itildiği, öldürtüldüğü, cinayet anındaki kamera kayıtlarının yok edildiği, sahte evraklar düzenlendiği, devlet içindeki katiller ve emir vericiler saklandığı, kollandığı, mahkeme adı altında müsamereler yürütüldüğü sırada bu şahıs üst düzey bir istihbaratçıydı. Belki hiç günahı yoktur; bilemem. Ama televizyon ekranlarında kırk değişik konuda kırk saat konuşup da Hrant Dink "operasyonu" hakkında tek laf etmediğini görünce, bütün projektörlerimi kendisine doğru çevirmiş bulunuyorum.

Ancak Ali Fuat Yılmazer'i izlememin tek sebebi bu değil. Cemaat-hükümet kapışmasında, dediklerine, yaptıklarına bakarak birşeyleri biraz daha anlayabileceğimiz kimselerden olduğunu sanıyorum. E, haliyle çok şey bilen biri, falan.

Ancak, ne yalan söyleyeyim, performansı beni hayal kırıklığına uğratıyor.

Sendromlar, sendromlar...

Sanırım bir zaman büyük güce sahip olup sonra bunu birden kaybeden kişilerde görülen o sendromlarla mâlûl: Hem her an ağlayacak gibi ("ah, kıymetim bilinmedi" sendromu herhalde) hem çağırsalar hemen göreve dönecek gibi ("emeklilik bana göre değil" sendromu herhalde) hem hâlâ bütün o yetkiye, güce sahipmiş gibi ("hoca, bilmediğiniz ne işler dönüyor" sendromu olmalı bu da).

Üstüne üstlük, şahsen, polislerin meslekî hayatlarında da ufuklarını hiç açmadığına, aksine bakışlarını daralttığına inandığım, "polis kafası" diye bir şey var ki, Yılmazer gibi kimselerin basbayağı dünyayı anlamasını engelliyor. Olmadık bağlantılar kurmaya takılır kalırsanız olanı da göremezsiniz haliyle. Özellikle son yıllar için konuşursak, buna yolaçan sebeplerden birinin, ellerindeki muazzam dinleme-gözetleme imkânları olduğunu sanıyorum. Onca olgu-bilgi avcunda toplandığında, düşünmek, bağlantılar kurmak, sonuçlara varmak için fazla gayret göstermiyorsun haliyle. Ya da bulduğun herhangi bir bağlantı senin için dünyayı açıklayan bir anahtar konumuna yükselebiliyor - diyelim anahtar şeklinde bir gazoz açacağıyken.

Ali Fuat Yılmazer bugün (21 Nisan), Ruşen Çakır'ın hükümet-Cemaat kavgasının "hasar tesbit raporu"nu çıkarmaya soyunduğu yazısına ("Hasar tesbit raporu 7 - Savaş bitti ve Cemaat kayıp mı etti?") takılmış ve hep yaptığı üzre, numaralı-sıralı tweet'ler atmıştı. Hepsini aktaracağım ki, maraza çıkmasın:

1/ Ruşen Çakır, eskiden beri dini gruplar konusunda iddialı değerlendirmelerde bulunuyor; en sevdiği konu da cemaat. • 2/ Eskiden beri dini konulara yaklaşımı sorunlu olan devletin bazı gizli raporlarına vakıf olabilmek, bu uzmanlık için yeterli mi acaba? • 3/ Çakır’ın çok özgün olmadığını düşündüğüm bu değerlendirmelerinin, neden bu kadar ilgi gördüğünü, eskiden beri anlamakta güçlük çekerim. • 4/ Türkiye’de yaşananları sadece AKP-Cemaat düzleminde ele almaya çalışan ısrarcı yaklaşımı, bazı takıntılara sahip olduğuna işaret ediyor. • 5/ ‘Takıntılar’ kelimesi doğru oldu mu bilmiyorum; belki de ayak bağı olan, bir türlü kendini kurtaramadığı geçmişin iltisaklarıdır. • 6/ Türkiye’deki yeni ittifakları ve sonuçlarını görmezden gelip, sırf cemaat düzleminde kalmak sorunlu olmakla beraber maksatlı bir yaklaşım • 7/ Hele ki ortada hiçbir delil yokken, hukuksuz görevden almaları teşvik eden bu yaklaşım, neredeyse benim uzmanlık alanıma girecek türden. • 8/ AP Yeşiller Grubu Eşbaşkanı Cohn-Bendit’in konuya yaklaşımı, tam da bu Çakır-keyf’lerin durumuna işaret ediyor. • 9/ Bunlar tatlı sarhoşluklar içerisinde vaziyeti idare ettiklerini sana dursunlar, Türkiye ciddi bir demokrasi mücadelesi veriyor…
Önce Daniel Cohn-Bendit meselesini aradan çıkarayım. Cohn-Bendit, Samanyoluhaber TV'de yayınlanan "Avrupa Masası" programında Selçuk Gültaşlı'nın sorularını cevaplamış, Zaman gazetesi tarafından da aktarılan bu görüşmede ("Erdoğan sizi hain ilan etmediyse demokrat değilsiniz"), başta başbakan Erdoğan, Türkiye'nin gidişatını eleştirmiş. Türkiye'yi AB'de görmek isteyen kendisi gibi siyasetçilerin, demokratikleşme umuduyla AKP'ye destek çıktığını, ama şimdi Erdoğan'ın tipik bir otoriter lider olarak davrandığını vs. anlatıyor, eleştiriyor, "Erdoğan size hain demiyorsa demokrat değilsiniz," diyor. Bunlardan Yılmazer kendine nasıl bir dayanak, Çakır'a karşı öne süreceği nasıl bir görüş çıkarıyor, anlamak mümkün değil. Yoksa memleketin demokrasiden uzaklaştığını gören, söyleyen sadece kendisi mi sanıyor? Ama yok, o kadar olamaz… değil mi?

Yani mesele neymiş...


Artık sorabiliriz herhalde: Gazeteci ne yazmış da, eski polis müdürü, şimdiki "yorumcu-siyasetçi" bu kadar kızmış? Bence Çakır'ın yazısında Yılmazer'in özel olarak takıldığı kısım şudur:
17 Aralık sürecinde Cemaat bir sürü hata yaptı. Örneğin kendi güçlerini abartıp Erdoğan’ı küçümsediler. Cemaat’le irtibatlı polis şefleri ve yargı mensupları, emekliye ayrıldıktan veya kızağa çekildikten sonra güçlerini nerdeyse tümüyle kaybettiler, "yaptığımız her şeyden Başbakan’ın haberi vardı" cümlesinin ötesinde pek bir söz edemediler.
Burada kastedilen açıkça Yılmazer'in TV performansı. Çakır'ın şu cümlesinde de eski polis müdürünün üstüne alınacağı bir suçlama var şüphesiz:
Cemaat’in bir diğer stratejik hatası, kendisini nerdeyse "sütten çıkmış ak kaşık" gibi gösterip hafızalarda hâlâ taze olan yanlış uygulamalarıyla yüzleşmeye yanaşmamasıdır. Benzer bir şekilde, özellikle tapelerin yayınlanması hakkında hem "Bizimle ilgisi yok, var diyorsanız kanıtlayın" deyip, hem de bunları hükümete ve Erdoğan’a karşı propaganda malzemesi olarak kullanmaları da Cemaat’in samimiyeti konusunda derin şüphelere yol açtı.
Sanırım ortadaki meseleyi anladık. O halde buradaki meselemize gelelim. Eski polis müdürü, gazetecinin değerlendirmesine kızıyor ve… gerisi "onu eleştiriyor" diye gelmeliydi, değil mi? Hayır, öyle gelmiyor.

Şöyle geliyor: Onu "eskiden beri dini konulara yaklaşımı sorunlu olan devletin bazı gizli raporları"na dayanmakla suçlayıp -karalayıp- şüphelileştiriyor. Çakır'ın yazdıklarında, gizli raporlara dayanıyor olması gereken hiçbir ayrıntı yok ki. Saçma bu.

Emekli polis müdürü, gazeteciyi, "geçmiş iltisakları"na dayanarak değersizleştirmeye çalışıyor. Neymiş bu "takıntı"lara da yolaçabilecek "geçmiş iltisaklar"? Çakır'ın solculuğu. Yılmazer bunu da demiyor, lafı ortaya atıp öyle bırakıyor ki, herkes şüphelensin, "Ne varmış adamın geçmişinde?" diye eşelensin. Yılmazer kusura bakmasın, biz sivil insanlar bunlara "polis taktiği" deriz.

Devam. Yılmazer, "ortada hiçbir delil yokken, hukuksuz görevden almaları teşvik eden bu yaklaşım"dan sözediyor. Hangi yaklaşım? Gazeteci, hükümetin hukuksuz uygulamalarını savunmuyor ki. Hele bunların "neredeyse kendi alanına girecek türden" olduğunu söylerken Yılmazer ne kastediyor acaba? Gazetecinin yazdıklarını şaibeli kılmak için bir kalem darbesi daha.

İşte o madde!


Yılmazer, Çakır'ın "dini gruplar konusundaki" yazılarını "iddialı" buluyor, fakat "çok özgün olmadığını düşündüğü bu değerlendirmelerinin, neden bu kadar ilgi gördüğünü, eskiden beri anlamakta güçlük çekiyor". Evet, yine güya belli belirsiz havaya saçtığı şaibe zerreciklerine rağmen bu bir eleştiri olabilir. Meselâ kendisi, dinî veya başka türlü gruplar hakkında şüphesiz hepimizden fazlasına sahip olduğu "bilgi"lere dayanarak, gazetecinin görüşlerini geçersizleştirebilir.

Ama hayır, yapamaz. Sebebi, inanın, tweet'lerinden ilkini okur okumaz nerede karşıma çıkacak diye beklediğim ve tabiî çok geçmeden rastladığım o kavramda gizli: "maksatlı"! Gazeteci "maksatlı"ymış! İşte her Türk'ün düşünce dünyasını baştan ters yüz eden, idrakını sınırlayan, zihnini dumura uğratan zehirli madde, işte o mikrop!

Cemaat'ten niye daha zengin bir toplumsal hayata imkân sağlayacak, insanları geliştirecek daha derin bir dünya ve toplum kavrayışı çıkmaz; ya da haydi, basitleştirelim: Cemaat-hükümet kavgasından niye demokrasi çıkmaz, Yılmazer bunu bize pek güzel anlatıyor.

Polisiyelerde çok tekrarlanan bir söz vardır: Parayı izle, suçluyu bulursun. "Maksatlı" kelimesini izleyin, bütün kötülüklerin kaynağını bulursunuz. Cemaatçi polis müdürü ile Ergenekoncu generalin AKP'li din tüccarıyla buluştuğu, oyuna başlamak için CHP'den dördüncü çağırdığı, MHP'linin de sırasını beklediği yer orasıdır.