Tuzla Ermeni Yetimhanesi'nin arazisi, türlü katakullilerle Ermeni toplumunun elinden alındı, ondan ona, ondan ona satıldı, sahibi belirsizleştirildi, tarihi sisin pusun ardına itildi, sonunda bugün oraya dozer-kepçe sokuldu, yıkıma başlandı. Amaç, o değerli araziye lüks villalar yapmakmış. Apartman, gökdelen de olabilirdi; ya da fiyakalı isimli lüks site. Aslında cami veya İmam Hatip de fena gitmezdi. Bu defa tercih lüks villalar olmuş.
Bu konuda söylenebilecek uzun boylu laf yoktur. Yapılan, yapılmış her türlü zulmün üzerine bir onay damgası daha vurmak.
Aslına bakarsanız, bütün bir Cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülmüş politikanın pek bariz bir güncel örneğiyle karşılaştığımız için çoklarına şaşırtıcı gibi göründü. Bir de tabiî, Müslüman olmayan azınlıkların vakıflarının elkonmuş, gasp edilmiş, çalınmış bir kısım malı bu hükümet zamanında geri verildiği için, günahtan, ayıptan, insanlık suçundan, ne derseniz artık... ufak ufak geri dönülüyor, adı konmadan, utangaç bir şekilde, birtakım yaralar sarılmaya çalışılıyor havası yaratıldığı için. Hikâyeymiş. Aslolan, olduğu gibi duruyor.
Koca bir Cumhuriyet böyle kuruldu, yerleştirildi, sürdürüldü. Elkoyuyorsun, siliyorsun, dönüştürüyorsun, unutuluyor, onlar unutmuyor, senin oluyor, seninkiler senin sanıyor. 2015'te, Ermeni soykırımının yüzüncü yılında, yetimlerin inşaatında bizzat ter döktüğü yetimhane yıkılıyor. Lüks villa yapmak üzere. Şimdi birileri o villaları inşa edecek, o arada belediye yetkilileri ve müteahhitler paralar kazanacak; sonra birileri o villaların reklamlarını tasarlayacak, çekecek, birileri yayımlayacak, reklamcılarla televizyoncular paralar kazanacak; sonra birileri o villalara gelip yerleşecek, fazla babalarıya çocuklar, vaktiyle Ermeni yetimlerin arşınladığı bahçede, Hrant'ın, Rakel'in toprak eşelediği yerde fazla oyuncaklarıyla havuza atlayacak. Fazla babalar, müteahhitler, reklamcılar, hep beraber, "ortak acılar" falan diyecekler...