Ermenek Cumhuriyet Başsavcılığı'nın açıklaması, madende işçilerin alenen öldürüldüğünü ortaya koyuyor. Resmî ifadeler çoğu defa gerçeğin çıplaklığını örtmeye yaradığından, ufak bir tercüme işlemi gerekiyor.
Üç kişilik bilirkişi heyeti, kazanın meydana geldiği yere yaklaşabildiğince yaklaşmış ve şüpheye yer götürmez şekilde tesbit etmiş ki, kazaya yolaçan, eski imalat bölgesinde birikmiş sudur. (İşin uzmanları başından beri zaten, en güçlü ihtimaldir, diye bunu söylüyorlar.)
Açalım: Bir yerde maden çıkarılmış, bitmiş, orası terk edilmiş. Öbür tarafa dönülmüş, çalışmaya devam ediliyor. Bulunulan bölgede, yeraltı sularının maden işlerinde sorun çıkarabileceği biliniyor; bu yönde raporlar hazırlanmış. Bu bir. İki de şu: Terk edilen madende suların birikeceği de biliniyor. Nitekim birikiyor. Öbür tarafta maden çıkarılıyor. Çalışılıyor. İşçiler orada yaşıyor, çalışıyor, giriyor çıkıyor. İşçiler yemek yiyor, soluk alıyor, çalışıyor, öbür tarafta sular birikiyor...
Terk edilen bölümdeki su seviyesinin, basıncının kontrol edilmesi, gerekirse o suyu tutan duvara, sete, her neyse artık, takviye yapılması ve tehlike görüldüğünde madenin boşaltılması, tedbir alındıktan sonra çalışmaya devam edilmesi halinde böyle bir kazanın meydana gelmesi, işçilerin ölmesi mümkün değil. İhtimal değil. Değildi...
Bu yapılmamış ve şu ikisinden biri denmiş: (1) Olmaz bişey, (2) Ölürlerse yenilerini buluruz. Bu alçaklık nasıl yapılabilmiş? Nasılsa bize, patronlara hesap sorulmaz, diye düşünülmüş. Bu özgüven nereden geliyor? Çünkü gelmiş geçmiş bütün hükümetler, devlet, hep bizi korudu, diye düşünüyor patronlar. İlaveten, AKP'nin maden sahiplerine özel yakınlığı var. Haydi haydi korurlar, denmiş belli ki.
Bu işte. Bu kadar, bir katliamın özeti.