31 Ocak 2014 Cuma

Sopranos'un yerlisi neden olmaz?

Olmaz. O kadar çok sebebi var ki, hangisinden başlamalı. Olmaz, çünkü bu dizi aslında onlarda da kolay kolay olmayacak bir şeydi; oldu. Çünkü yaptılar. Çünkü yapmalarına fırsat verildi. Çünkü bazen riziko alıp yenilikler, denemeler yapmaksızın bu işin sürdürülemeyeceğini bilen insanlar var orada. Yaptılar, çünkü yapabildiler. Çünkü senaryo-hikâye geliştirirken ayaklarını bastıkları zemin çok sağlam. Çünkü birileri, "TV dizisi" denen ürünün ve onun üretilme tarzının sınırlarını zorlamadan özgün bir şey yapılamayacağını biliyordu; ama bundan önce, özgün bir şey yapmak istiyorlardı.

Biz ise asla özgün bir şey yapmak istemiyoruz. Bize ortalamanın en ortalaması, daha önce başarılı olmuş formüllerin gelişigüzel, özensiz kopyaları lâzım. "Sopranos'un yerlisi" macerası -Allah'tan- başladığı gibi bittiğinde bu yazıyı yazmaya koyuldum. Sonra, o öfkeyle yazmayayım, diye erteledim. Şimdi bitirdim ve sunuyorum, çünkü o maceranın ortaya koyduğu hakikat de, bu bağlamda lafı edilmesi gerekenler de öyle güncelliği kaçacak cinsten değil.

27 Ocak 2014 Pazartesi

Vatan hainleri listemin küçük macerası

Kendimi başbakana göre hizaladım ve mahallede kimlerin hangi sebeple vatan haini olabileceklerini gözden geçirmeye giriştim. Bunlar kimse ortaya çıksın, hepimiz tedirgin yaşamayalım. Sonuçlar kendi imkânlarımla başa çıkabileceğimin çok ötesindeydi. Bu yüzden yakındaki emniyet amirliğinin yolunu tuttum.

Girişteki nöbetçi polise hangi taraftan olduğunu sordum. Gümüşhaneliyim, dedi. Sanırım apolitik bir memurdu. Odasına sızabildiğim ilk amire aynı soruyu sormaya kalkınca adam hemen üstümü arattı, palto düğmelerime tek tek baktılar. Elimdeki listeyi uzattım. "Ne bunlar?" diye sordu. Mahallede vatan haini olabilecek kimselerin listesi, dedim. Amir yüzüme uzun uzun baktı, kağıdı geri uzattı. "Basın bürosuna ver," dedi. "Onlar daha kolay yayarlar." Veremem, dedim. O bürodakilerin hangi tarafa çalıştığını bilmiyorum. Gürültüyle derin nefes aldı. "O zaman internete koy," dedi. "Bir örneğini de bana getir." Gidip evden halledeyim, diye düşündüm, "Öğleden sonra burada olur musunuz?" diye sordum. "Ne bileyim kardeşim!" diye bağırdı, masaya yumruk indirdi, vazo düşüp kırıldı.

Düpedüz pot kırmıştım. Hemen odadan dışarı fırladım. Üstelik yanlış yerdeydim. Alenen Paralel Devlet'in polisiydi bu amir. Paralel Devlet = PD. "Benim adım PD ama sen bana Police Department de." Bak sen! O kadar bağlantıyı kurabiliyoruz herhalde!

22 Ocak 2014 Çarşamba

Yukarısı çirkin, yukarısı hain...

Erkin Koray'ın "Hayat Katarı"ndaki gibi söylenmeli, başlıktaki laf. "Biliyorum ilerisi uçurum / Fakat sen yürü yavrum / Gerisi beter, gerisi malum / Gerisi beter, gerisi malum"daki gibi yani.

Ankara'nın şimdi emekli eski emniyet müdürü Cevdet Saral, A-Haber televizyonunun "60 Dakika" programında Mehmet Ali Önel'in konuğuydu (21 Ocak akşamı). Hükümet takımının ileri üçlüsünde yeralan A-HBR, 1999'da patlayan "Telekulak Skandalı"nın baş kahramanına mikrofonu vermişti, çünkü eski hasım şimdi müttefik sayılıyordu, daha geçen gün de YeniŞafak'taydı.

21 Ocak 2014 Salı

Müjde, paralel devlet en fazla iki yaşında!

Her şeyi devletten beklemedim ve MİT'in TIR'larına musallat olan paralel yapının bilemedin iki yaşında olduğunu, yani kolayca tepelenebileceğini saptadım. Söyler söylemez huzursuz oldum; düzeltiyorum: Bunu aslında devletten her şeyi beklediğim için yaptım.

20 Ocak 2014 Pazartesi

Galiba Haşhaşi de benim Yezid de

Değerli internet gezgini, şu anda açıklayamayacağım bir yerde, uzun süre barınılamayacak koşullar altında ve korku içindeyim. Lütfen bana yardım edin! Zira zannederim hükümet de Cemaat de beni ağır şekilde suçluyor ve ellerine geçirirlerse ne yapacaklarını kestiremiyorum.

16 Ocak 2014 Perşembe

Hrant'a gelince kavgayı keserler

Umur Talu 6 Ocak Pazartesi günkü yazısında, "Bu savaşın bir muharebesini özellikle bekliyorum," diye yazmıştı. "Bunca şey arasındaki önemli, ama çok çok örtülü bir cephe: Dink Suikastı! Özellikle, Trabzon Emniyeti'nin o zamanki iki üst düzey amirinin nasıl olup da daha sonra Emniyet İstihbarat'ın başına kadar gelebildiği 'Ne istediler de vermedik' süreci. Bunu isterse Cemaat da izah edebilir ama özellikle Başbakan'ın, hükümetin izahına muhtaç. Nitekim Erhan Tuncel'in çıtlattığı, bir bakıma iç transfer yaşadığı süreç. 'Hayal'i hamburgerci bombalanmasına yönlendiren ağabeyi gizleyen ve Hayal'den adeta bir suikast planı yaratan mekanizmanın ne olduğu izaha muhtaç. 'Bomba işi münferit, örgüt yok' denerek nasıl adım adım gidildiği, bu sayede tahliye olan ve sonra mahkumiyetine rağmen Yargıtay'ı beklerken serbest kalan Hayal'in nasıl kullanıldığı, suikasttan önce içeri girmesini önleyen 'rastlantı'nın, yani avukatını bile şaşırtacak şekilde, dosyasının Yargıtay'da adeta uyutulmasının nasıl mümkün olduğu filan. Çünkü öyle bir suikast ki... Ergenekon, iktidar, cemaat, yargı, Emniyet, Jandarma, istihbarat... bir Türkiye defilesi adeta. 'Paralel devletler'in hakikaten paralel seyrettiği bir geometri. Bekliyorum yani: Kim tam orada bir bomba patlatacak?"

Ben de, haksız çıkmayı bütün benliğimle dileyerek cevap veriyorum ki: Kimse patlatmayacak. Ne hükümet ne Cemaat ne eski devlet ne yenisi ne Ergenekoncular ne Balyozcular... hiç kimse. MİT'in cinayet davası adlı müsamerenin sürdürüldüğü mahkemeye yolladığı yazıyı hatırlıyor musunuz? Şöyleydi: "Elimizde Hrant Dink cinayeti ile ilgili herhangi bir bilgi yoktur." İşte Cemaat'in ham yapmaya çalıştığı, hükümetin sevgili MİT'i - bu bir sevgi yumağı değil de nedir?

10 Ocak 2014 Cuma

Bu kadarını biz de görmemiştik

Biz meşhur "12 Eylül öncesi" kuşağının bile şu yaşadıklarımız gibisini görmediği doğru. Yassıada süreciyle İmralı sürecini ömürlerine sığdırmaya çabalayan kuşak daha mı az şaşkındır acaba?.. Şu anda dünyada hatırı sayılır büyüklükte bir ekonomiye, bölgesel etkiye ve 60 küsur yıllık çok partili hayata sahip, AB ile üyelik görüşmeleri yapan, 75 milyonluk bir ülke, geçerli bir devlet rejiminin olup olmadığına dair derin şüpheler yaratıyor. Çünkü bu ülkede günaşırı ya birtakım anayasal suçlar işleniyor ya da sahici bir anayasal rejime sahip herhangi bir ülkede asla görülmeyecek şeyler yaşanıyor. Hükümetin kargaşadan çıkış için bulduğu formül, amatör küme kulüpleri ve yoga kursları hariç, kurum-kuruluşa benzer ne varsa direkman kendine bağlamak. Her şeyi ve herkesi tornaya sokarak meseleler halledilseydi zaten Kemalistler çoktan hayallerine kavuşmuş olurdu, AKP iktidarı diye bir şey de varolmazdı.


(Üstüne tıklarsanız kolajı büyük görebilirsiniz.)

8 Ocak 2014 Çarşamba

Kim yaptı, belliymiş işte...

Roboski katliamı için sahiden de kovuşturmaya yer yokmuş. Böylece anladık. Emri genelkurmay başkanı vermiş. Başbakandan daha önce aldığı yetkiye dayanarak. E zaten biz de böyle olduğunu sanıyorduk. Daha ne bekliyoruz askerî savcıdan? Başka neyi soruşturacaklar? "Devlet yaptı, biz yaptık, olur öyle," diyorlar.


6 Ocak 2014 Pazartesi

İyi yok, Kötü ile Çirkin var

İyi, Kötü ve Çirkin filmi, sinema seyircisinin ufkunu genişletmiş, milyonlarca insana, hayatlarında bulunmayan bir incelik armağan etmişti. İyi'nin pek önemli bir özelliği yoktu; üstüne ne söylenebilirdi? Hele daha önce söylenmemiş ne söylenebilirdi? Onun karşısında bulunmasına alışılan Kötü de, beyaz'ın siyah'ı, masum'un suçlu'su olarak tek boyutlu bir varoluşa sahipti. Sinemanın, edebiyatın, genel olarak sanatın, İyi'yi allayıp pullayarak bir yere varabildiği görülmemişti. Hepsinin işi Kötü ileydi; onu tek boyutluluktan kurtarabildikleri oranda derinlik ve nitelik kazanabiliyorlardı. Yine de, tarafı, işlevi belliydi Kötü'nün. Sinema gibi, sanatın popüler kılıklara bürünmeden arzı endam edemediği bir ortam, Kötü'yü ister istemez tek boyutluluğa itiyordu. Hem böylelikle İyi'den daha göz alıcı olması da önleniyordu.

4 Ocak 2014 Cumartesi

Cemil Abi nerede, ona bakacağız

(...) Bir hüzün bir acı bu ayrılık esnasında
Çok yoğun olarak yaşanıyor...
Bir görsen, bir bilsen
Ah! Cemil ağabey...
Halil Aydın, "Cemil Abi! 2", antoloji.com
Telaşa mahal yok, bitsin panik! Hem Deniz Baykal meselesini ("Baykal Strikes Back") çözdüm hem de yaşanan kargaşada yolunuzu bulabilmeniz için en sağlam pusulayı takdim ediyorum. Kulağınız bende, gözünüz Baykal'da olsun. Daha doğrusu Cemil Abi'de.

Oradan Rambo çıktı, buradan Baykal

İyi ki bu blog var. Gece başıma gelenlerden ötürü kaçıp buraya saklandım.
Bir arkadaşım haber verdi, cumhurbaşkanı konuşuyor diye koşup televizyonu açtım. Allahtan başbakanın herhangi bir konuşması yoktu, aradığım kanalı kolayca buldum. Başbakan konuşuyorsa zor oluyor, çünkü ardarda sekiz kanalda aynı görüntü çıkıyor, kumanda bozuldu zannediyorum, bas bas dur. Cumhurbaşkanına niye koştum? Çünkü kendisi tatlı dille, sükûnetle konuşuyor, her şey yolunda sanıyorum.

2 Ocak 2014 Perşembe

Amansız hastalık: Osmanlı humması

Birisi kalkıp Osmanlı'yı şöyle tarif etse ne halt edeceksiniz: Padişahlarının büyük kısmı yarı Hıristiyan, yöneticilerinin epeycesi Hıristiyan olan, ordusu küçük yaşta devşirilmiş Hıristiyan çocuklarından meydana gelen devlet.