Charlie Hebdo katliamı, ne kadar inkâr ederlerse etsinler, Müslümanların bir yol ayrımında olduğunu herkesin gözüne soktu. Tanıdığım, güvendiğim, birçok yönden kefil olacağım az sayıdaki insanı tenzih ederek, kısa, açık ve net konuşmaya çalışacağım.
"Gerçek İslâm bu değil"cileri anlıyorum. Hem insanın hakikati kabullenmesi çoğu zaman kolay değildir hem de sahiden, gerçek İslâm bu olmayabilirdi. Ne yazık ki, artık bunu söylemeye hakları yok, çünkü vahamet, gerçek İslâm'ın ne olduğunun tartışılabileceği aşamaları çoktan geçti. Kendilerini kandırabilirler belki, ama dönüp dolaşıp bin dört yüz yıl önceki kısacık bir Asr-ı Saadet'i hikâye etmekle başka kimseyi kandıramayacaklarının sanırım onlar da farkındadırlar. Tabiî ki uçuruma giden bu yoldan dönüş mümkün; ama böyle bir gayret, sanırım hiç bilmedikleri ve alışık olmadıkları cinsten bir cesaret gerektiriyor.
Daha fecisi, ötekiler. Müslümanların işlediği her korkunç suça, üstelik dinî bahane ve gerekçeler üretenler. On iki insanın öldürüldüğü bir olayda, Batı'daki İslâmofobi şu bu diye ortaya atlayanlar bile ehveni şer kalıyor. Çünkü öldürülenlerin bunu hak ettiğini, başkalarına da aynı muamelenin yapılabileceğini gerine gerine savunanlar var. Bu insanlar, Kahramanmaraş'ta komşusunu kesen, Sivas'ta insanlar yakılırken kafirlerin cehennem ateşinde yanmakta olduğunu çocuğuna anlatanlardır. Daha fenası, kendisi sokağa çıkıp kimseyi öldürmeyecek, elini asla kirletmeyecekken başkalarını bu işlere kışkırtanlardır. Bugün gazeteci, siyasetçi kisvesi altında karşımızda boy gösterenlerin bir kısmı, bu katliam organizatörleridir.
Yine de öncelikli meselem bu değil.
Şahsen, dinden ve dindarlardan, başta ahlâk ve dürüstlük, biraz da toplumsal adalet bekledim. Onlara böyle şeyler vehmettim. Şimdi her şeyi yeniden düşünüyorum. Ama mesele Kur'an'ı mızrağına takıp zengin olan tahakkümcü siyasetçiler veya hükmetme duygusunun en aşağılık tarzıyla tatmin olan kelle avcıları değil. Tuhaf görünmesin; mesele Paris katliamını yapanlar da değil. Dünyada ne güzel düşünceler uğruna ne korkunç işler yapıldı. Mesele, bir inanç adına yapılan katliama veya hırsızlığa o inanç sahiplerinin nasıl tepki gösterdiği.
Şunu açıklıkla söylemeliyim ki, bugünlere (son bir-iki yılı kastediyorum) kadar değer verdiğim birçok Müslüman insanın Türkiye'de, Irak'ta, Nijerya'da, son olarak Paris'te olan biten karşısındaki tavrı bende moral bırakmadığı gibi, giderek içimde öfke büyütüyor. O laf dolandırmalar, o kınayamamalar, o kaçınmalar, o pısırıklıklar, o ufak hileler, o yüreksizlikler, kalpsizlikler... niye bunlar? Affedemeyeceğimi ve yüzlerine bakmak istemeyeceğimi hissediyorum. Bir zehir akıyor içime.
Niyesinden de vazgeçtim. Bütün bu hileli oyundan sonra Allah'ın kendilerinden razı olacağını sanabiliyorlarsa, işte orada dinden de şüphelenmenin sınırına gelinmesi gerekmez mi? Benim anladığım, din size sadece, çok geniş manada söylüyorum, bir muhit temininden başka bir şeye yaramıyor. Tabiî rastgele bir muhit değil bu; çoğunluğun muhiti. Şöyle bir silkinip dürüstçe aynaya bakmayacaksanız, buyurun, saraylarınızla, para dolu kutularınızla, göz çıkaran, çocuk öldüren polisinizle, kafa kesen mücahitinizle, katliamcı profesyonelinizle, ölmüş çocukların annelerini yuhalayarak, Batı'nın İslâmofobisindan bahsederek birlikte yaşayın. Ve işlenen günahlara, sırf Müslümanlar işlediği için meşruiyet bahaneleri üretin.
Şu iki basit gerçeğin üstünü kimse örtemez, yaratacağı sonuçları kimse önleyemez:
Bir inanç, görüş, vs. adına yapılan katliam, o inancı, görüşü vs. kirletir.
Ve işlenen günah karşısındaki tavır, topluca o inanç sahiplerinin cibiliyetini ortaya koyar.