CNN Türk'teki "Türkiye'nin Gündemi" programı, 4 Ağustos'u 5'ine bağlayan geceki bölümüyle, bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin ne olup ne olmadığını ayrıntısıyla ortaya koyan bir sunum yerine geçti. Laf askeriyeye bir türlü gelemediği için daha çok polis içerisinde birbiriyle mücadele eden gruplar, bu kirli mücadeleler ve çevrilen dümenler ve resmî yetkilerini dümen çevirmek için kullanan amirler, müdürler, yöneticiler hakkında fikir sahibi olduk. Askeriye zaten iki hafta önce uygulamalı hızlandırılmış kurs yapmış, bizi bir miktar aydınlatmıştı.
Memuriyetleri -yani üst düzeyde yetkili polis müdürleri olarak sürdürdükleri yaşantıları- boyunca kapışmış polis müdürleri kapışmayı telefonla bağlandıkları programda da sürdürdüler ve biz bu harala gürele içerisinde şunları anladık:
Emniyet "teşkilat içinde Gülen örgütlenmesi yoktur" raporu hazırlamış. Kayıtlı kuyutlu resmî verilere göre böyle bir örgütlenmenin izi bile yokmuş. Bir ara, "birtakım isimler belirlesek atsak da hareket olsa" gibisinden gayretkeşliklere kalkışılmış, bunda da okul yıllıklarından isim ayıklama gibi muhteşem yöntemler kullanılmış. Eski Ankara Emniyet müdürü Cevdet Saral şunu dedi: "Bütün Emniyet Cemaat'i kurumsal olarak korudu"!
Cemaat hakkında tutanak dahi tutulmamış oluşu, tipik bir devlet uyanıklığı. Birşeyler biliniyor, biryerlere kaydediliyor, herkes birtakım bilgileri birbirine karşı koz olarak elde -ve tabiî başkalarının ulaşamadığı yerde- tutuyor, fakat resmî belge-bilgi yok, o düzeyde her şey tertemiz. Saral bir ara, belge var idiyse, diye sordu, "bu belgeleri devletin neresine koydunuz"? 15 Temmuz'dan beri herhalde hepimizin en çok merak ettiği hususlardan biri budur: Devletin neresine neler konmuş?
Fakat tartışmasız, programın baş aktörü eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür'dü. Büyük oyuncu, filmde beş dakika gözükür, ama akılda o kalır ya, Eymür'ün performansı böyle oldu. Yeşil'le, Perinçek'le, MİT'in tertiplediği suikastlerle ilgili ifşa ettikleri deprem yaratacak nitelikteydi, ama bir kısmı bilindiğinden ve bunlarla birlikte yaşanabildiğinden, ikincisi, burası normal insanların yaşadığı bir yer olmayıp Türkiye olduğundan, söylendi ve geçildi. Burada zikredip dikkat çekmek istediklerim, güncel konumuzla, Gülen Cemaati'yle ilgili olanlar.
İlkin, ben de dahil birçok insanın yana yakıla işaret etmek istediği bir olguya ışık tutabilecek sözler etti Eymür. Olgudan kastım, hernekadar AKP döneminde Cemaat'in devlet içindeki örgütlenmesi hızlandı, yayıldı, genişledi, etkinleştiyse de, Cemaat ile devlet arasındaki -bilmediğimiz- ilişkinin tarihinin epey gerilere gitmesi ve işin bu kısmının nedense herkesçe geçiştirilmesi. Eymür'ün ifadesine göre, Süleyman Demirel MİT'e Gülen'le "görüşmelerini" önermiş; "her tarafta okullar açıyorlar, görüşün, faydası olur" demiş (toparlayarak aktarıyorum, sözler bire bir değil). Eymür tarih vermedi. Kendisinin gerçekleri dolaylı veya ambalajlı halde sunma tarzını bilenler, bu işin Demirel'in "e, bi görüşün" demesinden ibaret olmayacağını rahatça anlarlar.
Programa katılan gazetecilerden biri -yanılmıyorsam İsmail Saymaz-, bunun üzerine, Cemaat'in MİT'le ilişkisine dair daha somut bir soru sordu Eymür'e; Gülen'in okullarında çalışmak üzere birtakım ülkelere gidenler MİT'e de çalıştılar mı, dedi. Eymür'ün, o sırada ne yazık ki başka birilerinin lafa girmesi sonucu karambole gelen cevabı şöyle oldu: "E, yasaklandı, kapatıldı ya bu okulların bazıları..." Eymür dilinde bu net bir cevap. (Bu arada, eski Sovyet coğrafyasında Gülen okullarıyla ilgili yaşananları Hakan Aksay T24'te güzelce anlatmış, okusanız iyi olur.)
İşte, karambole geldiği için dikkat çekeyim dedim. "FETÖ" simgesiyle küçültülmek, sınırlanmak istenen şeyin sadece ele geçirmek amacıyla devlet bünyesine "sızmış" yabancı bir unsur olmadığında ısrarlıyım. Bu, devletin âdetâ yarı-organik bir parçası veya organizmaya eklemlenen bir takviye unsur falanmış, öyle gözüküyor.