Biz burada, söyleşinin bir tek sorusu ve başbakanın buna verdiği cevapla ilgileneceğiz. Soru şu:
İlker Başbuğ, ‘Hrant Dink davası çözülürse bu yapı deşifre edilebilir’ şeklinde sözler söyledi. Siz de o dönemde kamuoyunda tepki yaratan cinayetlerin ve suikastların askeri dava süreçlerine kamuoyu desteği sağlamak için düzenlenmiş birer komplo olduğunu düşünüyor musunuz?Başbakanın buna verdiği cevap, AKP hükümetinin Hrant Dink cinayeti davasının büründüğü müsamere formatından ve geldiği noktadan doğrudan ve taammüden sorumlu olduğunun apaçık kanıtı:
Olayı Dink davasına indirgemek küçültmek olur. Hrant Dink davası bence kişiselleştirilmiş davadır. Dink’in yazılarını, onun düşünce dünyasını kabullenmemek gibi bir nedenle yapılmıştır. Parelel yapı meselesinde ise develeti ele geçirme, ulusal güvenliği tehdit gibi büyük bir amaç var. Dink’in bu amacı gerçekleştirmelerini kolaylaştıracak devlette bir konumu yoktu ki. Bu teoriler parelel yapıyla mücadelenin hedefini saptırmadır. Mesela bu yapının parasal boyutu var.Gördüğünüz gibi başbakan, Hrant'ın önce "Türk ve Türklük düşmanı" olarak takdimi ve öldürülmesi için gereken ortamın hazırlanması faaliyetlerini bütünüyle es geçiyor. Tayyip Erdoğan ve AKP'nin resmî tarihinde, Hrant'ı yazmadığı (aslında tersini yazdığı) şeyden ötürü mahsus mahkûm eden Türk yüksek yargısı (Yargıtay), Hrant'ı duruşmadan duruşmaya süründürerek linç öncesi ortamlar yaratan adalet mekanizması, mahkeme önlerindeki saldırılar, Veli Küçük ve benzerlerinin gövde gösterileri, faşist basının buna eşlik eden galiz hakaretleri, linç çağrıları, demek ki yeralmıyor. Dolayısıyla, bütün bunları önceleyen, uydurulmuş bir "misyonerler" sorunu üzerinden yürütülecek kanlı ve tuhaf politikanın kararlaştırıldığı MGK toplantıları da bu tarihte yok. Birileri Hrant'ın yazdıklarını beğenmemiş, gidip onu öldürmüş.
Sorun şu ki, bu "birileri" başından itibaren devletin kontrolunda. Yapıp ettikleri devletin gözetiminde. Cinayet ertesinde akla gelebilecek her türlü dümen çevrildi, "birileri"ni ellerine silahı tutuşturup bu işe sevk edenler ortaya çıkmasın diye.
Değerli okurlar, rica ediyorum, şu ana kadar seyretmediyseniz, lütfen 45 dakikanızı ayırın ve cinayet ertesindeki iki yılda edindiğimiz bilginin derlendiği filmi seyredin: 19 Ocak'tan 19 Ocak'a. Bu ayrıntıları herkes bilse, şu ana kadar çok daha büyük gürültü kopardı. Cinayet öncesinde ortamın hazırlanmasına dair derli toplu bilgi de 19Ocak.org sitesinde var; madde madde, kolay okunuyor, bir göz atın ona da.
Cinayetin işlendiği dönemde, hükümet daha çok, devlet içi hesaplaşmalar ve mücadeleler için uygun zaman kolluyor, bu konudaki taktik hesaplarını "bir Ermeni için" rizikoya sokmak istemiyor gibi görünüyordu. Yedinci yılın sonundaysa, bütün yapılanlar ve yapılmayanlarla, hükümetin bu cinayetin doğrudan sorumlusu konumuna geldiği bir veriydi. Şimdi başbakan bir adım daha attı ve Hrant Dink cinayetinin asla derinlemesine ve hakkınca soruşturulmayacağını ilân etmiş oldu. Önce bu cinayeti de "paralel yapı"nın üzerine yıkmaya kalkışacaklarını sanmıştık; anlaşılan bu da olmayacak. Erdoğan, paralel yapıyla alâkası yok, diyor. Acaba niye?
Çok basit. Kurcalansın istenmiyor. MİT'inden genelkurmayına, jandarmasından polisine, üstelik "eski devlet"in polis şefinden yenisininkine, ondan Cemaat'çisine... bu cinayete karışmayan yok. Sadece katille birlikte Türk bayraklı poster pozu kurcalansa altından kimler neler ("emri veren") çıkar. Dolayısıyla, bir defa daha aynı noktaya geliyoruz: Sahiden "eski Türkiye" diye bir şey varsa ve bundan kurtulunacaksa, yol belli, adres belli: Hrant Dink suikastının aydınlatılması. Bu bir devlet işiydi ve o devlet o yapısıyla aynen orada duruyor. Çerçeveyi ikna edici bulmayanlar için ufak bir hatırlatma: Cemaat'in gadrine uğrayanların başında gelen polis şefi Hanefi Avcı, Dink suikastinin aydınlatıldığını, başka ortaya çıkarılacak bir şey olmadığını söyleyip Cemaat'in has elemanı Ramazan Akyürek'i savunmuştu!?!?
(Yetvart Danzikyan da durumu bu şekilde tasvir ediyor: "Başbakan, Dink cinayetiyle ilgili neden ağız değiştirdi?")