Bu konuda söylenebilecek en basit ve en derin laf şudur bence: Eğer Erkan Oğur'u "millî değer" saymıyorsan, senin millî değerin nedir? Uğur Işılak veya İsmail Türüt, senin ulaşabileceğin sanatsal doruklardır demek. 1400 senelik İslâm, 600 senelik Osmanlı, 100 senelik Cumhuriyet kültürü, hepsi beraber, Erkan Oğur'un müziği ve tarzının derinliğine yaklaşan pek az ürün çıkarabildi ortaya. Ama sen bunu nasıl fark edeceksin? Ayrıca, fark etsen kaç yazar? İD'ciler, yıktıkları anıtların, camilerin, türbelerin tarihini, anlamını, değerini bilmiyorlar mı? "ilteris.k" takma adlı bir Twitter trolünün ihbarının Erkan Oğur konseri yasaklattırabildiği, bunun üzerine, "bundan sonra bizim belediyelerde size ekmek yok" tehditlerinin "nasıl geçirdik" havasında yayıldığı bir ortam, İD'in tekbirlerle kafa kesip anıt-türbe yıktığı ortamın çok uzağında değil. Özü bu. (Trolün hesabındaki ismin İlteriş Kağan oluşu da Türk-İslâm sentezi muhabbetinden herhalde: faşistsem sebebi var. :)
Erkan Oğur, "bu toprakların" müziğini, ancak buralardan çıkabilecek son derece özgün bir usûl ve sesle, aynı zamanda bütünüyle evrensel standartlarda, evrenselleştirerek, zamansızlaştırarak yapıyor. Yani bugün bizim üzerimizde tahakküm kurup âleme kendi çıkarlarına göre nizam vermeye kalkışan küstah zalimler sürüsünün kemikleri bile kalmadığında Erkan'ın sesi hâlâ bu âlemde tınlıyor olacak; meraklı genç insanlar, çoğunu kendi imal ettiği perdesiz gitarlarının, sazlarının tellerine parmaklarını nasıl dokundurmuş diye -çoğu çaresizce- araştırmalar yapacaklar. Yani gözü dönmüş AKP militanlarının Oğur'u bombalayıp yıkma ve yok etme şansları yok. Anıtlar türbeler böyle yok edilebiliyor, hiç varolmamışlar gibi bir durum yaratılabiliyor. Şunu bilin ki alçaklar, toprağıyla, tarihiyle, kültürüyle ilişkisini müziğin diliyle anlatmış bir insanı silemezsiniz. O müzik kalacak. Hepiniz cehenneme doğru yol alırken o müzik yaşayacak. Bu çoktan kaybettiğiniz bir mücadele.
Aşağıdaki yazım, altı yıl önce, 2 Temmuz 2008 Çarşamba günü Taraf'ta yayımlanmıştı. Niye buraya aldığımı ve yazıya konu olan olayları ilaveten açıklamıyorum, yazıyı okuyunca hepsini anlayacaksınız.
Birşeyler diyeyim mi? Gerek var mı? Tek bir şey diyeyim: Erkan Oğur kim siz kimsiniz ulan!Latife’ye karşı Karabük’ün Kurtuluşu
Latife Tekin’in maruz kaldığı muameleden haberiniz oldu, değil mi: Karabük Belediyesi kültür sanat vs. festivali düzenler, Latife’yi de konuşmacı olarak çağırır. Ne güzel! Lâkin, Latife önemli bir yanlış yapar, yazar sıfatıyla çağrıldığım bir yerde herhalde benden düşüncelerimi söylemem, insanların eleştirel ufkunu açmam bekleniyor, diye düşünür ve “kentleşme, sanayi ve edebiyat” başlıklı konuşmasında hükümetin enerji politikasına verip veriştirir.
Tam o esnada... In-ı-nıınnn! Hükümet partisi mensubu belediye başkanı yerinden fırlayıp platformun önüne dikilir ve festivale davet ettikleri yazarı şöyle azarlar: “Bu belediye sayesinde burada oturuyorsun. Benden para alıp beni eleştiremezsin, politika yapamazsın.”
Muhterem bir kimse olduğu anlaşılan başkanın sözlerini ele alalım:
1. “Bu belediye sayesinde”.
Başkan burada, Latife Tekin gibi bir yazarın hakkını ancak kendi partisinin teslim ettiğini, ilaveten, kendilerinin açtığı özgürlük ortamında Latife gibilerin söz hakkı bulabildiğini anlatıyor. Çok güzel. Tebrik ediyoruz. (Buradaki “söz hakkı”nı “orada bulunarak belediyenin açık fikirliliğini ispat mecburiyeti” olarak tercüme edebiliriz.)
2. “Beni eleştiremezsin, politika yapamazsın.”
İzahat gerekmiyor. Ancak itiraz olacaktır. Başkan diyecek ki: ‘Ben hiçbir şart altında yapamazsın, demedim.’ Doğru, öyle dememiş. O yüzden bakalım, hangi şartla yapamazsın demiş:
3. “Benden para alıp.”
İfade çirkin ama başkanın değerli görüşü anca bununla bütünleniyor. “Parasını verdim” deyince, çaldığı düdük meşrulaşacak insanların gözünde. İyi yerden vurmuş. Tutar bu!
Şu ayrıntıyı da ekleyeyim ki manzara tamam olsun: Latife’nin lafını ağzına tıkamaya karar verince, başkanımız, mikrofonları da kapattırmış. Yazar kendisiyle tartışmaya girecek olursa salondan sesi duyulmasın diye.
Şu ihtimali de dışlamamalıyız: Başkanla başbaşa sohbet etsek, belki de kendisinin eleştiriye itirazı olmadığını, ancak bu lafların “yukarıya” “çarpıtılarak taşınabileceğini”, “yanlış anlaşılabileceğini”, yukarıya karşı “zor durumda kalacağını” söyleyebilecektir. Doğrusu haklıdır da. Bunların bir dahaki seçimde listeler yapılırken parti liderliği tarafından dışlanmasına yolaçabileceğini hepimiz akıl edebiliyoruz.
Elbette hemen kendi başıma gelen olayı hatırladım, Latife’ye yaptıklarını öğrenince.
Fatih Belediyesi’yle Belgesel Sinemacılar Birliği iki yıl önce “açık havada belgesel” diye bir etkinlik düzenlemeye kalkışmıştı. Başladığı gece bitti. Benim “Kızlar ve Kökler” filmim gösteriliyordu. Siyasî içerik taşıyan bir film değil. Yoksulluk, hayat zorlukları var, siyasî sayarsanız. [ Film hakkında bilgi gecetreni sitesinde var. Filmi izlemek isterseniz tıklayın: Kızlar ve Kökler ] Bir yerinde, çok güzel sesli iki Vanlı kız Kürtçe türkü söylüyorlar. Aşk türküsü. Belediyeden birileri kalkıp filmin gösterimini durdurdu. Öyle, lank diye! Ben, ağzımdan bir kaza çıkmasın diye derhal uzadım. Belgesel Sinemacılar Birliği protesto etti ve hem özür dilenmesi hem de filmin tekrar gösterilmesi koşuluyla faaliyete devam edeceğini bildirdi. Tabiî yattı.
Belediye Başkanı beni arayıp gönlümü alma girişiminde bulundu. Bu nazik ortamda kendilerine anlayış göstermemi beklediğini söyledi. Ben de gösteremeyeceğimi, çünkü bu şekilde davranarak memleketi getirdiğimiz halin işte ortada olduğunu filan belirttim. Nezaketle konuştuk.
Tabiî şahane Türk medyası, “şeriatçıların özgür düşünceyi sansür etmesi” sınıfına soktuğu bu olaydan askeriye değirmenine su taşımak için yararlanmak istedi. Başka partinin belediyesinde böyle bir şey olamazmış gibi. Beni arayan arayana... Ben de onlara olayı kullandırtmamaya kararlıydım, kapadım çenemi, hayal kırıklığım ve moral bozukluğumla çöktüm bir kenara.
O akşam Fatih İtfaiye Meydanı’ndan Sirkeci’ye kadar son sürat yürürken atmaya, kurtulmaya çalıştığım şey, bir öfke değildi. Hayal kırıklığı ve acıma duygusuydu. Teşkilatı Mahsusa’dan, askerî ideoloji cenderesinden bu siyasetçilerle mi kurtulacaktık?
Latife’nin de kişisel öfke duymaktan çok bu tür bir hayal kırıklığı yaşadığını sanıyorum. Geçmiş olsun. O bu ülkenin değerli bir yazarıdır.
Başkan da herhalde kahramanca eylemiyle liderinin gözüne girmiştir. Kutlu olsun. O bu ülkenin siyasetçisidir.