19 Mayıs 2014 Pazartesi

Alman'ın gazetecisi bi Karagül değil

YeniŞafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, büyük bir hizmet yaparak, birçok şeyi birden anlamamızı sağlayacak bir yazı kaleme aldı ("Almanya ve Hürriyet hükümeti devirecek"). Kaleme aldı demek yetersiz; ördü, işledi, nakşetti, bina etti, yükseltti, var etti... Bu yazıdan yararlanarak, millî zihniyet dünyamızın, birbirine diş bileyenlerce bile paylaşılan ortak ve derin dehlizlerinde kısa bir gezinti yapalım.

Yazar soruyor:
Almanya'nın, özellikle son bir yıldır, Türkiye'nin içişlerine müdahalede aşırı istekliliği sizin de dikkatinizi çekiyor mu?
Hayır, çekmiyor. Çünkü böyle bir durum yok. Türkiye, oradaki üç milyonluk Türk nüfusu nedeniyle, Almanya'yı zaten yakından ilgilendiren bir ülke. Ayrıca, AKP ve Erdoğan'ın gelişi, iktidarının ilk yılları, sırf Almanya'nın değil bütün dünyanın dikkatini fazlasıyla çektiği için, burada olup biteni herkes daha bir yakından izlemeye başlamıştı. İktidar eliti ve partinin nitelik değiştirmesi, giderek dozu artan otoriterleşme ve başbakanın herhangi bir diplomasi, siyasî nezaket şu bu tanımayan tavırları, Türkiye'yi basbayağı ilgi odağı haline getirdi. Mesele bu.

Kendisine bir gazete emanet edilmiş okuryazar kişi, şöyle sürdürüyor:
Önceden de böyleydi, aslında hep böyleydi. Ama bir takım siyasi, toplumsal operasyonlar, sermaye hareketlilikleri inanılmaz bir gizlilik içinde yürütülürdü. Türkiye toplumu Almanya'nın faaliyetlerinden neredeyse habersizdi. ABD, İngiltere ve İsrail'in Türkiye'ye yönelik çalışmaları yoğun tartışmalara neden olurken, Almanya konusunda kimse hiçbir şey söylemezdi.
Türk entelijansiyası, STK'ları, iş dünyası Almanya söz konusu olduğunda şaşırtıcı bir suskunluğa gömülür, yaşanan trajik olaylar bile alalacele kamuoyunun dikkatinden uzaklaştırılırdı. Garip biçimde Almanya'nın masumiyeti konusunda Türkiye'de sessiz bir koalisyon, zımni bir ortaklık vardı. Hala da var.
Vay vay vay! Bizim bilmediğimiz neler dönüyor, hoca! Böyle anlatınca muhteşem oluyor. İnsanın içi ürperiyor, bir gizem havası sarıyor etrafı... İş dünyasını bir şekilde maddî çıkarla şununla bununla açıklayabilir diyelim, "Türk entelijensiyası" ve "STK'ları" niye Almanya'yı kayırıyormuş? Meselâ İnsan Hakları Vakfı'yla kadın dayanışması dernekleri elele verip Almanya'nın gizli faaliyetlerine paravanlık ediyorlar falan mı? Elbette bu bir yalan, böyle bir durum yok. Yine de neye dayandırıyor acaba? Belki aşağıda öğreneceğiz. Okumayı sürdürelim:
Ama artık son bir yıldır böyle olmuyor. Geleneksel tarzına çok zıt biçimde Almanya, bütün kurumlarıyla Türkiye içindeki operasyonlarını gizleme gereği duymuyor. Dahası bu operasyonlar bizzat Alman yetkililerinin aşırı abartılı açıklamalarıyla öne çıkıyor.
Alman siyaseti, Alman medyası ve sivil toplum örgütleri adı altında faaliyet gösteren 'birimler' hep birlikte Türkiye'ye ayar vermeye çalışıyor. Toplumsal uyumu bozacak, çatışma alanlarını derinleştirecek, Türkiye'yi kendi sorunlarından başını kaldıramayacak hale getirmek için var güçleriyle çalışıyor.
Bütün bunlar nerede oluyor? Almanya anlaşılan basbayağı, Türkiye'yi yıkmaya çalışıyor. Yazar diyor ki:
Almanya Türkiye'ye karşı kendini yeni bir vesayet ülkesi gibi konumlamış sanki. Başka türlü de bu tür aşırı çıkışları anlamak mümkün değil.
Gördünüz mü? Kendisi ancak bu şekilde anlayabiliyormuş, bizim de öyle anlamamızı istiyor. Ve kararlı, bize bunu anlatacak; gelsin kanıtlar:
Bütün toplumsal kargaşalarda, sokak hareketlerinde Alman etkisi öne çıkıyor. Gezi olaylarında, 1 Mayıs olaylarında, Türkiye'nin acıları üzerine muhalefet inşa etme projelerinde hep Almanya öne çıkıyor.
Normal, çünkü:
Bir nevi örtülü istihbarat operasyonu yürütüyorlar ve Türkiye için gerçekten baş ağrısı olmaya başladılar.
Peki, nasıl öne çıkıyormuş Gezi'de, 1 Mayıs'ta "Alman etkisi"? Gençlerin gaz maskeleri mi Alman malı? "Acılar üzerine muhalefet inşa etme projeleri"nden kasıt ne? Soma mı? Buna Almanların ne gibi bir katkısı oldu? Yani ne diyor bu aslan yürekli yayın yönetmeni? Düpedüz saçmalıyor mu, sallıyor mu, ne diyor?

Şunları:
Eskiden Kürt meselesinde Avrupa baskın bir güçtü. ABD'nin, özellikle Irak işgalinden sonra Kürt meselesini kendi denetimine alması üzerine Avrupa, özellikle de Almanya Türkiye Kürtlerine yatırım yapmaya başladı. Son Çözüm Süreci bu kartı da elinden aldı ya da zayıflattı. Çözüm sürecini başarısızlığa uğratma girişimlerine bu yönden de bakmakta fayda var.
İşte! Sevr hortluyormuş meğer. Yılmaz Özdil'e fazla esip gürlemesinler. TGB'den bir heyet Karagül'ü ziyaret edip üyelik kartı versin. Ben de farklı bir laf duyacağız sanıp telaşlandım. Neyse, ama gerisinde daha heyecanlı şeyler var, buyurun:
Bu kart zayıfladıkça Almanya'nın Aleviler üzerine çalışmaları hızla öne çıktı. Aynı dönemde Türkiye'de sokak hareketlerinde Alevi derneklerinin ön plana çıkması, Aleviler üzerinden bir toplumsal muhalefet inşa etme girişimleri ve iç çatışma tezleri rastlantı değildir. Almanya ve Avusturya istihbaratlarının bu yöndeki çalışmaları artık Türkiye toplumunun fazlasıyla dikkatini ve ilgisini çekmeye başladı.
Sanırım bu çevrelerin en büyük projesi, Kürt meselesinden sonra bir Alevi meselesi çıkarmak, Türkiye'yi yıllarını ve enerjisini bu meseleye harcamaya zorlamaktır.
Aa! Doğru. Türkiye Cumhuriyeti, özellikle bu hükümet ve arkasındaki toplumsal taban, Alevilerin en şahane şekilde yaşaması için elinden geleni yaptığı halde, bu nankörler, her an kışkırtılmaya hazır yaşıyorlar; haliyle, Neo-Sevr'ciler de onların üzerine oynuyor. Alevi açılımı bile yapıldı halbuki, Gezi isyanında sekiz Alevi gencinin manşetlere çıkması temin edildi, vs. Türkiye "yıllarını bu meseleye harcayacaksa", bunun nedeni Sünni çoğunluğun önyargıları, onun adına eyleyen siyasetçilerin ille de tahakküm, ille de eşitsizlik diye tutturması değildir; Almanların fenalığıdır. Alman işte! Hıristiyan! Alevi de onun gibi bişey zaten herhalde!

Tevekkeli, "Almanya ve Avusturya istihbaratlarının çalışmaları toplumumuzun fazlasıyla dikkatini çekiyor"! Hele Avusturya istihbaratı! Mazallah! Avusturya istihbaratı bir yere el attı mı, bitti orası artık. Allah göstermesin...

Bakın ne korkunç işler yürütülüyor yalnız ve güzel ülkemizde:
Alman derin devletinin finanse ettiği dernekler üzerinden yürütülen faaliyetler dışında, bu merkezlerin Türkiye'deki STK'lar üzerindeki finansal etkisi ortada. Almanya'daki Türklere ait dernek ve vakıflar üzerindeki istihbarat yönetimi, Türk ekonomisi üzerindeki operasyonlar gibi daha bir çok faktör, son bir yıldır harıl harıl ülkemizde adeta bir siyaset dizaynına odaklandı.
Bir nevi rejim değişikliği, siyasi yapının dönüştürülmesi, şu anki siyasi kadroların tasfiyesine yönelik bir müdahaledir bu. Ciddi bir ulusal tehdit olarak nitelendirilebilir.
Halbuki, bizzat koskoca genel yayın yönetmenimiz belirtiyor ki, biz onlara ne kadar iyi davranıyoruz. Hakaret etmiyoruz, parmak sallamıyoruz, tokat atmıyoruz. Buna karşılık onlar hainlikten geri durmuyorlar:
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın son Almanya ziyaretinde Berlin'deydik. Angela Merkel ile Erdoğan arasında mükemmel bir görüşme gerçekleşti. Karşılıklı jestler ve uyum, iki müttefik ve ortak ülke arasında olması gerektiği gibiydi. Ancak Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Türkiye ziyaretinde öyle sözler söyledi ki, Türkiye kamuoyunda ciddi bir reaksiyona yol açtı. Almanya ve Türkiye'de bazı çevrelerin duygularına tercüman olmuş olabilir ama Türkiye'yi kaybettirecek sözlerdi bunlar. Oysa iki ülke, sadece uluslararası sistemde müttefik ilişkilerinin ötesinde tarihin trajik hatıralarına da sahipti ve duygusal olarak da birbirine yakındı.
Önceki ziyaretinde Erdoğan'ın Alman dışişleri yetkilileri ve diplomatlarını dumura uğratan tavırlarından kmisenin haberi yok nasıl olsa; salla gitsin! Zaten burada şimdiki zaman değil geçmiş önemli. Özellikle "trajik hatıralarımız". İttihatçılar, Alman danışmanların gözetiminde sekiz yüz bin kadar Ermeni'yi katletti, sürdü. Daha sonra Almanlar bunu bir çeşit staj olarak kabul edip geliştirdiler, Yahudilere daha Avrupa-işi ve sistematik biçimde uyguladılar. Şimdi bize kötü davranıp bizi "kaybederlerse" bir daha kiminle böyle şeyler yapacaklar? Duygusal olarak yakınız, neden böyle yapıyorlar?

Şöyle bir düzeltme yapalım yazarımıza: Gauck'un sözleri "bazı çevrelerin" duygularına tercüman olup "Türkiye kamuoyunda" tepkiye yolaçmadı. Kamuoyunun bir kısmına tercüman oldu, öbür kısmının tepkisine yolaçtı. Bu memlekette İbrahim Karagül & Co. "kamuoyu", onlara katılmayanlar da "bazı çevreler" değil. Burası bizim de memleketimiz. Hükümet burayı işgal etmedi. Biz esir veya yabancı değiliz. Anlatabildim mi bilemiyorum ama uzatamayacağım.

Bir kere başladık, bu adamı dinlemeye devam edeceğiz mecburen:
İyi izleyenler Almanya'nın Türkiye'ye bakışının, faaliyetlerin, özellikle son yıllarda, Merkel-Erdoğan görüşmesindeki gibi değil, Alman Cumhurbaşkanı'nın açıklamalarındaki gibi olduğunu göreceklerdir.
Evet, çünkü Almanya'da değişik eğilimlerden politikacıların neredeyse tamamı böyle düşünüyor. Üstelik, sadece Almanya'da değil, az buçuk demokrasisi, parlamenter sistemi, hukuk düzeni filan olan bütün ülkelerin bütün yetkili-sorumlu insanları böyle düşünüyor. Niye biliyor musunuz? Çok feci bunun sebebi. Çünkü gerçek öyle! Ve şu sözler bütünüyle dayanaksız saçmalamalar değilse, düpedüz kara propagandadır:
Türkiye'deki her sorunu kaşıyan, her gerilimi krize dönüştüren, her olumsuzluktan sokak hareketleri çıkaran bir örgütlü istihbarat müdahalesi vardır ve bu müdahalede Almanya her yerdedir. Soma olaylarından sonra ülke geneline yayılmak istenen sokak hareketleri bunlardan bağımsız değildir.
İbrahim Karagül, Gezi isyanıyla birlikte sokaklara dökülen insanlara, iyi veya kötü, kendi eylemlerini yapıyor olma payesini bile çok görmüş. Meğer Almanya yaptırıyormuş her şeyi. Soma'ya bile müdahale etmişler. Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi, böyle şeyler yazanların nüfusa oranıyla ölçülebilir.

Bundan sonrasında, Hürriyet gazetesinin Türkiye'deki Alman örtülü operasyonları için bir Truva atı gibi çalıştığı iddialarıyla sürüyor. Doğan Grubu, "Türkiye'den çok Almanya'nın Türkiye projelerine angaje"ymiş. Karagül elbette grubun Almanya ile "iş ilişkilerini sorgulayacak değil"miş. Kapitalizm kutsal ya, iş para-pula gelince her şey mübah, yazarımız da işin o kısmına laf etmiyor. Fakat, "grubun konumlanması, Alman nüfuz operasyonunun Türkiye'deki merkezi algısını oluşturuyor"muş ve bu "tartışılmalı"ymış. Bakın bu müthiş iddianın asla tartışılamayacak kanıtları neler:
Gezi olaylarındaki tavırları da, Soma faciası ile ilgili yürüttükleri yayınlar da bu paralelliği ya da uyumu gözler önüne sermiştir. Faciadan sokak hareketleri çıkarmaya dönük projenin lokomotif gücü oldular, müthiş provokatif yayınlarıyla Gezi dönemlerini aratmadılar.
Erdoğan'ı ve hükümeti yıpratmaya yönelik algı/imaj operasyonlarının tamamı bu merkezden yapılmaktadır. Mesela Hürriyet gazetesi, 'Cehenneme git Erdoğan' diyen Der Spiegel dergisinin sözcülüğünü yapmaktadır. Aslında Alman hükümetinin sözcüsü gibi haberler, yorumlar yayınlamakta, bazen Türkiye'de yayın yapan gazete olduğunu unutmaktadır.
Bütün bu tesbitler, son derece nesnel, olgusal, hepsi birer kanıt niteliğinde… Meselâ "Türkiye'de yayın yapan gazete olduğunu unutmak". Bundan daha somut kanıt olur mu?

Uzun süre dış habercilik yapan Karagül'ün, dünyadan bîhaberlik olamayacağına göre ancak hakikati bile bile çarpıtma diyebileceğimiz, okurlarını aptal yerine koyan, gerçekten utanç verici satırlarına geldik:
Hürriyet gazetesinin hükümete karşı yürüttüğü savaşta kullandığı argümanların onda birini bir Alman gazetesi ya da gazetecisi Almanya'da yapsın bakalım ne oluyor. Yapsın da basın özgürlüğü kavramının ne olduğunu birlikte görelim. Yapmaz, yapamaz.
Hiç bir Alman gazetecisi Hürriyet grubunun Türkiye Başbakanı'na yönelik saldırılarını Alman Başbakanı'na yapmaz. Bir Alman gazeteciyle konuşun, sıra Almanya'ya geldiğinde tek cümle eleştiri yapmayacaktır. En azından size söylemeyecektir. Ama konu Türkiye olunca saatlerce konuşacaktır.
Evet. Ne olurmuş? Alman gazetecisi Alman siyasetçisini, başbakanı şunu bunu eleştirirse ne olurmuş? Ne varmış Almanya'daki basın özgürlüğünde? Alman gazetecilerin Almanya'yı "tek cümle" eleştiremeyeceğini söylemek, nasıl bir ahlâkın ürünüdür? Dikkatinizi çekerim, bunları yazan adam, dünyada neyin ne olduğunu gayet iyi bilen biri. En ufak bir saflığı, isteğini, temennisini gerçeğin yerine geçirme ihtimali falan yok. Alenen yalan söylüyor: Almanya'daki basın özgürlüğüne bizim ulaşmamız için kimbilir kaç kuşak gerekli. Alman gazeteciler başbakanı da başka siyasetçileri de yerin dibine batırır, kimse de bir şey diyemez. Türk başbakanının burada yaptıklarının gramını bir siyasetçi orada herhangi bir gazeteciye yapmaya kalksın, bak ne oluyor! İbrahim Karagül basın özgürlüğünü mü görüyor, başka bir şeyi mi görüyor, neyi... Bu kadarı artık çok ayıp, çok ayıbın da ötesi, gerçekten insanın başını belaya sokmadan adlandıramayacağı kadar kötü.

Alın buyurun, devam edelim, Hürriyet'e yükleniyor Karagül:
Türkiye'deki gazetecilerden bir kısmı ise, Alman gazetecileri fersah fersah geçecektir, onlar bile Almanya'ya tek cümle eleştiri getirmeyecektir.
Hükümete muhalif olmanın ölçüsünü kaçırıp nefret söylemine savrulan bu yayınların, hangi ulusal çıkarlara yakın olduğu ortadadır. Hal böyle iken, birilerinin çıkıp bu gazeteye, 'logosunun yanında duran Türk bayrağını çıkarıp Almanya bayrağı koymasını önermesi' şaşırtıcı olmayacaktır. Gazetenin İslamofobik yayınlarını tartışmıyoruz bile.
"Birileri" önerecekmiş. Bu pısırıklık da insanın sinirini bozuyor. Kendin söyle açıkça, madem düşündün: "Kaldır bayrağı, Alman bayrağı koy," de! Onu da diyemiyor.

İbrahim Karagül, genel olarak sağcı ve İslâmcı yazarçizerlerde çok rastladığımız "çocuk kandırma" yöntemini sürdürüyor, yazısının devamında: ciddi ciddi kanıtlanması gereken, bayağı büyük iddiaları, dünyanın en doğal haliymiş, "zaten öyle"ymiş gibi sunuyor:
Alman medyasının Türkiye'de hükümet değiştirmeye, yeni hükümet kurmaya dönük yayınlar yapması Alman derin devlet refleksidir ve gücünü buradan almaktadır. Peki bu yayınları Türkiye'de pazarlayanlar, servis edenler hangi güçten beslenmektedir?
Türkiye'deki birtakım gazeteler suçlanacak, anladık. Buna dayanak yaptığın büyük iddialar şunlar: (1) Almanya, Türkiye'de hükümet değiştirmeye uğraşıyor, (2) Bu işi Alman derin devleti yürütüyor; dolayısıyla, Almanya'nın parlamentosu, hükümeti, partileri, bu derin devletin hizmetinde, onun saptadığı politikayı uygulamak için çalışıyor. Karagül bu kadar dünya bilgisi-görgüsü içerisinde, bütün devletlerin bizimki gibi işlediğini öğrenebilmiş öğrene öğrene. Niye politika falan değil de "refleks", onu anlayamıyoruz haliyle. Belki burayı hâlâ Osmanlı İmparatorluğu sanıyor ve Avrupa'yı fethetmemize engel olmaya çalışıyorlar, Allah bilir artık. (3) Alman medyası da bu işin parçası. O da derin devletten emir alıyor.

Buradaki olgusal sakatlık, bir daha Karagül'ün yazdığı tek satırı dahi okumamanın haklı sebebidir. Çünkü bunları yazan insan ya çok kötü niyetlidir ve yalan söylüyordur ya da dünyadan haberi yoktur. Karagül'ün bu yazısının İngilizce'ye de çevrilip yayımlandığını belirtmenin tam yeri. Bunu okuyan herhangi bir aklı başında insan acaba ne düşünecek? Türklerin çıldırmış olduğuna kanaat getirirse, İslâmcı genel yayın yönetmeni ulusalcılarla "şu çılgın Türkler" muhabbeti üzerinden bir bağ daha kurabilir. İyi olur.

Yazının son kısmını da aktarayım ki, arada özetlediğim tek paragraf hariç tamamını sunmuş olayım:
Türkiye toplumunun, Almanya ile duygusal bağları vardır. Bu ülkeye saygı duyarlar. Tarihi acılar ortak yaşanmıştır. Ancak son bir yıldır Almanya'nın Türkiye içi operasyonları ciddi rahatsızlık uyandırmaktadır. Türkiye'deki ortakların şımarıklığa, pervasızlığa varan tavırları da öyle.
Maceracı ve ırkçı yöneticileri tarafından Almanların yanında savaşa sokulmuş olmaktan ötürü Türklerin çektiği acılar tamam da, bu "ortak acılar" sahiden merak konusu. Yine de geçelim, buna takılmayalım. "Ciddî rahatsızlık" durumu varken. Karagül, Alman devletine ayarı veriyor:
Bu durumu düzeltecek olan Almanya'nın kendisidir. Güven zedelenmesinin önüne geçmeli, her sokak hareketinde, her hükümet karşıtı faaliyette, her toplumsal isyan projesinde yer almaktan, öne çıkmaktan kaçınmalıdır.
Adamlar soracak korkarım: Yahu ne yapalım da öne çıkmayalım? Gezi isyanı Taksim merkezliydi, Alman Konsolosluğu da orada! Bak sen! Filan… böyle midir? Taşınsınlar oradan bari.

Karagül, devam:
Şu anki görüntü şudur: Birileri, Almanya'yı bir dalgakıran olarak Türkiye'nin önüne sürdü. Onlar da bunu içtenlikle kabul etti. Bütün siyasi, ekonomik, diplomatik ve istihbarat gücünü bu yönde seferber etti. Tabii Türkiye'deki ortaklarını da.
Kanıt? Delil? Hiç değilse işaret? Gauck eleştirdi. Bu mu? Der Spiegel eleştiriyor. Bu mu? Frankfurter Allgemeine, başbakan için, "Atatürk'ten sonra ülkenin ikinci kurucu lideri olabilirdi, bu şansı harcadı" diye yazdı. Bu mu? Böyle iddialar uluorta savrulamaz ki! Kahvede savrulur, gazetede değil. Dış haberci bir genel yayın yönetmeni bunları savuruyorsa, ne dış haberden ne yayından sözedilir. Bir tek genel ve yönetmen kalır geriye. O da ne işe yarar, her şeyin en genel ve en yönetmeni tek kişi varken?

Almanya'ya ayar vermeye:
Ama unutmasınlar; Türkiye o zayıf dönemlerini geride bıraktı. Batı başkentlerinden birkaç mesajla hükümet devrildiği günler yok artık. Bu tür operasyonlara da oldukça bağışıklıdır. Üstelik Türkiye'nin hızla yükselip güçlendiği dönemlerde Almanya bu rolün altından kalkamaz.
Kaybeder. Tabii Türkiye'deki ortakları da...
Hayır, cümle düşüklüğüne takılmayacağım, "bağışıklı ne?" diye sormayacağım. AKP kurmaylarının yerinde olsam, yatıp kalkıp böyle bir yazının Almanya veya başka herhangi bir ülkede hiç okunmamış ve okunmayacak olmasını dilerdim. Zaafiyetinizi, dünyaya aklı ermezliğinizi, iktidarınızı hangi entipüften laf salataları ve uyduruk teorilerle sürdürmeye çabaladığınızı başkalarına bundan daha açık gösteremezsiniz.