Ticaret, modern kapitalizmin anası değilse ebesi. Düzenin temel taşı olma payesini önce sanayiye sonra malî dalaveralara, para oyunlarına kaptırdıysa da, mekanizmanın hayatını sürdürebilmesinin hem önkoşulu hem bahanesi hem görünür izahı. Toplumsal ahlâkın omurgasını, sınırını, rengini, kuvvetini belirleyen bir varoluş tarzının adı.
Bu yüzden, ticaretin inananlara helâl kılındığını müjdeleyen İslâm peygamberi, bu müjdenin peşine bir sürü uyarı, kayıt kuyut takmış. Ancak, sonunda yapılan işin yapan insanı şekillendireceğini bildiğinden, "sözüne ve işine güvenilen, dürüst tüccar"ı, "nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraber" saymış. Çünkü pek az bulunacağını biliyor. “Ey tüccar topluluğu!" diye seslenmiş. "Hiç kuşkusuz, alış-verişe boş söz ve yalan yere yemin çokça karışır. Bu yüzden, bu eksikliği sadakalarınızla telafi ediniz!"
"Dürüst ticaret" nasıl olur? Ya da olur mu? Buradan girerseniz, kendinizi çocukların madende çalıştırılmasını onaylarken bile bulabilirsiniz. Ruhunuz verimlilik, kârlılık çamurlarına bulanmış, kirlenmiş olabilir. Ticareti helâl kılmakla "güzel ahlâk" bağdaşır mı? Buradan girerseniz de, dindar bir yöneticinin, "Ayaklar baş mı olsun!" diye haykırdığı bir dünyada açabilirsiniz gözlerinizi.
Ticaret... zor bir mevzu. Fotoğraf, muhtemelen inanmakta zorlanacaksınız ama, 1990'ların ortalarından, Kastamonu'dan. Refik Durbaş'la birlikte, Cumhuriyet'te yayımlanan "Küçülen Şehirler" dizisi için geziyorduk; o yazıyordu, ben çekiyordum.
Fotoğrafı daha büyük, doğru dürüst görmek için üzerine tıklayın. Ekonominin Unsurları dizisinin tamamına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.