12 Haziran 2014 Perşembe

IŞİD Karaman'ı ne zaman alır?

Haber bültenlerinin yeni kahramanı IŞİD ne yapıyor? En büyük infiali uyandıran marifetinden başlayalım: Kafa kesiyor. Bakmaktan titizlikle kaçındığım ama geçen gün bir-ikisine yakalandığım videolarda gördüğüm kadarıyla, sadece kafa da kesmiyor. IŞİD'in geçtiği yer, kolu bacağı kesilip öldürülmeden kaldırımlara atılmış insan "kalıntıları"yla kaplanıyor. Ve herkesin gözünü bu vahşet alıyor.

Midemiz kaldırırsa, vahşetin gerisindekine bakmaya çalışalım. Çünkü hiçbir siyasî veya silahlı hareket, saf vahşet yapma amacıyla kurulmaz, işlemez, yaşamaz. Bu vahşet bir gaye için yapılıyor. Bir IŞİD'çiye sorsak, muhtemelen şöyle diyecektir: "Allah'ın dininin egemenliğini sağlamak ve yerleştirmek için."

İşte bu nokta, siyah üniformalarını kana bulaya bulaya ilerleyen gözü dönmüş "cihatçı"larla, bir plaza veya "media center"daki odasından âleme nizam vermeye çalışan sözümona medenî İslâmcı yazarçizeri birden kankalaştıran çok tehlikeli bir ortak hattın üzerinde.


İslâm bilirkişisi ve kendinden menkûl fetvacı Hayrettin Karaman'ın, demokrasi, çoğulculuk ve laikliğe reddiyesi üzerine geçenlerde yazmıştım ("İslâm bilirkişisinden tahakküm manifestosu"). Karaman kabaca, "Allah'ın dininin müdahale etmediği" herhangi bir bireysel veya toplumsal alanın varolamayacağını, dolayısıyla, hem toplum yaşamının dinî gereklere göre tanzim edilmesi gerektiğini hem de bireylerin yaşamlarını bu disipline göre şekillendirmek zorunda olduklarını ileri sürüyor. İslâm'a uygun hayatı değerli, "diğerini" ise "adi, bayağı, terk edilmesi gereken bir şey" sayıyor.

Karaman, 2013 Kasım'ındaki bir yazısında, meseleyi "hayat tarzı" bağlamında ve bütünüyle bireysel çerçevede ele almıştı. Fetvacı, burada, çoğunluk tahakkümünü âdetâ bir toplumsal sözleşme şartı gibi meşrulaştırıyordu:
Bireyin ve azınlığın kendine hak olarak gördüğü şeyi toplumun çoğunluğu böyle görmüyor, hatta kendi hak ve özgürlükleri, değerleri bakımından zararlı buluyorsa korumaz ve engellemeye çalışır.
Bu yazıda Hayrettin Bey, evrensel siyasî literatüre muazzam katkı niteliğinde bir "gönüllü imtina" teorisi de geliştirmişti. Bireyler, "muhtaç oldukları çoğunluğun hatırı için", "bazı özgürlüklerini" kullanmaktan "gönüllü olarak" imtina etmeliymişler.

Ya vazgeçmezlerse?


Can alıcı soru tabiî ki bu: Etmezlerse ne olacak? Karaman'a göre şu:
İnadına kullanırlarsa en azından mahalle baskısı, değerleri çiğnenen çoğunluğun hakkı olur.
Peki bu "mahalle baskısı" veya "engelleme" nasıl icra edilecek? Çoğunluğun tasvip etmediği özgürlüklerini kullanmak isteyen azınlıklar bundan nasıl men edilecek? İmkânı yok vazgeçirilemiyorlarsa ne olacak?

Tahmin etmek zor değil: Büyük ihtimalle hapsedilecekler. Peki ya toplumun kayda değer bir bölümü bu şekilde direnecek ve sürekli, çok sayıda insanı cezalandırmak gerekecekse?

Hayrettin Karaman gibilerin dolambaçlı laflar, böyle başlayıp şöyle biten derme çatma cümlelerle bir türlü apaçık ifade edemedikleri, hattâ Karaman'ın "zorlama olmayacak", "gönüllü olarak yapacaklar" gibi ambalajlar içerisinde sunmaya çalıştığı niyet, bir çoğunluğa yaslanarak hükmedebildikleri her yerde insanların hayatını şekillendirmektir. Ve bu tabiî ki zorla yapılacaktır. "Mahalle baskısı... çoğunluğun hakkı olur" lafından nasıl bir hayat çıkacağı belli değil mi?

IŞİD bu soruyu sormuyor bile. Bizzat varoluşuyla, buna bir cevap oluşturuyor. Sergiledikleri vahşet bizi iğrendirebilir, ama mantıken yanlışlık yok. Potansiyel günahkârları baştan ortadan kaldırıyorlar. Mezhepleri itibarıyla onların öngördüğü şekilde yaşamayacaklarını bildikleri insanları yok ediyorlar. İlle bu kadar korkunç yöntemler kullanmak zorundalar mı? Muhtemelen korku salmak, bir sonraki zaferleri için yıldırıcı etki yaratmak istiyorlar. Ve bunun imanlarıyla çelişmediğini varsayıyorlar - nasıl oluyorsa! Ama bu ayrı konu. İnsanları steril odalarda, İslâmî usullere uygun şekilde de yok edebilirlerdi, burada ele aldığımız sorun değişmezdi.

IŞİD tiksindirici olduğu kadar hayret verici de; evet. Fakat Hayrettin Karaman'ın 2014 Türkiye'sinde, "ne yapalım, özgürlükleriniz hoşumuza gitmiyorsa vazgeçeceksiniz" diyebilmesi de buna yakın ölçülerde hayret verici değil mi? Olabiliyor yani. Maksat, dayanağını, sanki sana özel bir temsil hakkı, bir seçilmişlik "verilmişçesine", Allah'tan al! (Bu da şu demek: kendi hüsnü kuruntun tek meşruiyet kaynağın olsun.)

Hükmetme veya yok etme dışında yol var mı?


"IŞİD kafa kesiyor!" diye atıp tutmak, atıp tutana bir tür medenîlik imajı sağlıyor olabilir. Halbuki, hiçbir zaman eline satır veya kılıç alıp herhangi bir kafa kesmeyeceğine bahse girebileceğimiz Hayrettin Karaman gibilerin söylediklerini mantıkî sonucuna vardırmaktan öte bir iş yapmıyor bu şiddet örgütü. Karaman muhtemelen mahalle baskısını kafa kesmeye kadar vardırmayı öngörmüyordur. Peki, nereye kadar vardırmayı öngörüyor? Topluca namaz kılan IŞİD mensuplarını izlerken yüreği titreşiyor mu, ne oluyor, ne hissediyor, o heriflerin az evvel neler yaptıkları aklına geliyor mu? Karaman'ın, "Alevi'nin ayrı ibadethanesi olmaz, onunki de camidir" diye kestirip atmasıyla, Şii'leri bulduğu anda ortadan kaldıran IŞİD'in "pratikliği" arasındaki mesafe ne kadardır?

(Zorunlu bir ara not: Alevi evlerine çarpılar koyup, her tarafa "Allah için savaşa" yazıp, komşularını çoluk çocuk katledebilmiş, bir otele kıstırdığı insanları cayır cayır yakabilmiş ve karşısına geçip seyrine bakabilmiş bir ahalinin, bu işin hesabını hiçbir şekilde -yani Allah'a karşı da- vermediği bir yerde konuşuyorsak, bu sorunun, "Ama IŞİD'çiler vahabî, selefî!" diye geçiştirilemeyeceği o kadar açık ki, hiç kalkışılmasa iyi olur.)

Bu yazıyı okuyacak dindar insan bana çok kızabilir. Eyvallah. Fakat bu, meseleyi halletmeyecek. "Müslümanlar başkalarıyla nasıl beraber yaşayacak?" sorusuna bugüne kadar verilen cevaplar bizi getire getire 21. yüzyılda IŞİD'e getirdi. Hayrettin Karaman gibilerin ateşe benzin dökmeyi andıran formülleriyle başka yere da varılamazdı zaten. Müslümanlar, "beraber nasıl yaşanacak?" sorusuna, "hepiniz bize tâbi olacaksınız"dan başka bir cevap veremeyecekse, bu durum bir süre sonra bütün insanlığın sorunu halini alacak. Bu da, uhrevî olanı tâlî kılıp bu dünyada herkese hükmetme hırsına kapılan Müslümanların kaderini -mecburen- başka birilerinin çizmesi anlamına gelecek. Sizi yok etmek isteyenle birarada yaşamazsınız; haliyle...

Müslümanlar adına birilerinin, başkalarına, ötekilere, "illâ sizi yok etmemiz veya size hükmetmemiz gerekmiyor, sizinle beraber yaşayabiliriz" demesi lazım. İnandırıcı ve güven verici bir şekilde. Tabiî önce, bunu isteyip istemediklerine ve nasıl yapacaklarına karar vermeleri lazım.

* * *

[ Şükrü Hanioğlu'nun, Karaman'ın faşizan fantezilerine temelden, İslâm, İslâmcılık ve Osmanlı tarihine dayalı referanslarla karşı çıktığı yazısını okumanızı tavsiye ederim: "İslâm siyasal tasavvuru çoğulculuk ve demokrasiyle bağdaşamaz mı?" ]