20 Eylül 2015 Pazar

Karayılan'ın mesajları • Bir anlama gayreti

Olan biteni anlamaya, neler olabileceğini kestirmeye çalışan herkesin ilk ortak sorusu: PKK, iktidarın savaş teklifini neden çabucak kabul etti? Zihinleri meşgul eden başka sorular da var: Şehirlerdeki silahlı direnişlerin hedefi nedir? Silahlar eşliğinde ilan ediliveren “özyönetim”lerle nereye varılmaya çalışılıyor?

ANF'nin kendisiyle yaptığı, 17 Eylül günü yayımlanan görüşmede PKK Yürütme Konseyi üyesi Murat Karayılan, bazı başka PKK yöneticilerinin aksine, onu bunu azarlamak, HDP'yi aşağılamak yerine, mevcut durumu anlamaya yarayacak açıklamalar yaptı. Karayılan'ın dediklerinden çıkarabildiklerimi toparlamaya çalışacağım. Şu an için, PKK'nin amacı, yaklaşımı, nihaî hedefi konusunda, günün bazı sorularının cevaplarını da bulabileceğimiz en güncel kaynak bu. Her şeyi bütünüyle yerli yerine oturtmamızı sağlamasa da, bazı noktalarda gerçeğe uzanmamıza elvermese de en derli toplu kaynak.

Başlık başlık ilerleyelim.

SAVAŞ NEDEN ÇIKTI?

Karayılan'ın bu soruya cevabı, bütün görüşmedeki en önemli unsurlardan biri. Net ifadeyle, “esas olarak Erdoğan 400 milletvekili için bu savaşı yürütüyor” diyor. Bu tesbit savaşın muhtemel gidişatını Türkiye'deki siyasî gelişmeye bağlıyor.

Karayılan'ın buna eklediği bir olgu daha var: “Devlet içindeki birtakım inkârcı-imhacı eğilim taşıyan kesimler”in de “ittifak halinde” savaş sürecine katıldığını belirtiyor. Yani hasmı sadece Erdoğan ve/veya AKP'den ibaret saymıyor; yine de, savaş iradesinin esas olarak AKP'de cisimleştiğine inanıyor. Zira, “Biz de biliyoruz ki,” diyor, “bu savaş böyle sürerse seçimler olmaz.” AKP'nin, oyları düşerse seçim olamasın diye savaşı sürdüreceğini, eğer savaşla oy yükseltirse de bu yüzden devam edeceğini, dolayısıyla, seçime kadar AKP'nin savaşı sürdürmek isteyeceğini ileri sürüyor.

AKP'NİN SAVAŞINA NEDEN KATILDINIZ?

Bu durumda akla gelen soruyu ANF muhabiri Karayılan'a sormuş, “madem savaşı AKP kendi hesapları için çıkardı, siz de katılarak onların planına hizmet etmiş olmuyor musunuz?” demiş.

Karayılan'ın cevabı önce “savaş mantığını” izah ederek, saldırıya karşılık vermenin kendileri için “hayatî mesele” olduğunu söyleyerek başlıyor:

“...Darbe yememek için misilleme yapmak durumundayız. O her uçak kaldırıp bizim alanlarımıza saldırı yaptığında, biz farklı gerilla yöntemleriyle onun misillemesini yapmak durumundayız. Yine şehirlerde gerçekleştirdikleri her sivil katliamına karşı biz de güvenlik kuvvetlerine dönük misilleme yapmak durumundayız. Böyle yapmazsak saldırıları daha fazla gelişir ve bizi zorlar noktaya gelir.”

Eylemlerini “misilleme” ile sınırlı tuttuklarına dair ikna edici olmak için şunu ekliyor:

“Hattâ biz bunu yaparken, saldırıya geçmeyen, sürece aktif girmeyen başta ordu olmak üzere değişik güçlere de yönelme gibi bir durumumuzun olmayacağını belirtiyoruz."

(Hemen akla gelebilecek olan, Dağlıca'da birçok askerin öldürüldüğü pusu üzerine Karayılan, orada çatışmaların günlerce devam ettiğini, olayın bir tek bombalı tuzaktan ibaret olmadığını, gerçekler yansıtılmadığı için yanlış algılandığını iddia ediyor.)

Karayılan'ın sözleriyle, örgüt yönetiminin akıl yürütmesi şöyle:

“Bu savunma temelinde verdiğimiz cevabın AKP’nin stratejisine en büyük katkıyı yaptığını da düşünmüyorum. Burası tartışmalı bir husustur. Örneğin onlar kontrollü bir savaşı geliştirerek ve Erdoğan’ın da dediği gibi bizi binlerle tasfiye ederek stratejilerinin gereklerini tamamlamak istiyorlar. Ama bizim kendimizi korumamız, darbe yemeden onları boşa çıkarmamız, kendi demokratik sistemimizi geliştirmemiz onların hesabını tümüyle boşa çıkarabilir. (...) O bizi öldürerek oy almak istemektedir ama bizim kendimizi savunmamız ve daha da güçlenerek çıkmamız Saray’ın hesaplarını tümüyle boşa çıkaracaktır. Eğer böyle olursa evdeki hesapları çarşıdakine uymayacak, onlar kaybedecek, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ve Türkiye demokrasi güçleri kazanacaktır.”

Burada iki önemli ayrıntı göze çarpıyor. İlkin, Karayılan, öncelikle bunu vurgulamasına rağmen sadece askerî denge hesaplarından sözetmiyor. Askerî alanda yenilmemeyi “demokratik sistemimizi geliştirme” gibi bir başka amaçla birlikte anıyor. İkincisi, Kürt hareketinin başarısıyla Türkiye'deki demokrasi mücadelesini de birlikte anıyor.

Karayılan, cinayeti siyaset aracı saymayan, askerî mantığa yabancı insanlara çelişkili görünen bu bileşimin rahatlatıcı bir izahını yapmıyor. Anladığımız, PKK'nin askerî hamlesiz bir siyaseti öngörmediği. Devlet zaten mücadelenin siyasî alanda değil daha çok şehitlerin geleceği savaş meydanında geçmesi için elinden geleni yapıyor. Topluca demokrasi mücadelesi, böylece, savaş koşullarına tâbi hale geliyor. Askerî bir örgüt burada haliyle sorun görmüyor.

PKK ÇÖZÜM SÜRECİ’NDE SAVAŞA HAZIRLANDI MI?

İktidarın HDP'ye karşı koz haline getirmeye çabaladığı, askerî vesayet özlemcileri ile güvenlik bürokrasisinden tasfiye edilmiş Cemaat'çilerin, “biz olsaydık yapamazlardı” edâsıyla AKP'yi eleştirme gerekçesi kıldığı mâlûm soru: PKK Çözüm Süreci boyunca silah yığınağı yaptı mı?

Karayılan, “Çözüm Süreci'ne samimi yaklaştık, karşılık alamadık,” diyor ve “yığınak” iddiasını reddediyor: “Çözüm Süreci'nde herhangi bir yere herhangi bir cephane taşımış değiliz. Elimizde ne varsa eskiden varolandır. Gerçeklik budur.”

Bu iddiasını desteklemek için Karayılan, 2013 başlarında “esas büyük savaşı” başlatmayı planladıklarını ileri sürüyor, “hazırlıklarımız tamamdı” diyor. Şu iddiayı ortaya atıyor: “O zaman da birçok yerde devlet sistemi işlemez hale getirilmişti. 19 Haziran 2012’den bu yana Hakkari coğrafyasının yüzde 80’i gerillanın denetimindedir.”

Bunların ardından, PKK'nin son yıllardaki güçlenmesinin sebepleri olarak, örgütün Irak ve Suriye'de, “özellikle Şengal'de” oynadığı rolü, IŞİD'e karşı mücadelenin prestijini, “teveccüh ve katılımın” artmasını sıralıyor.

Çözüm Süreci dönemine dair Karayılan'ın sarf ettiği bir cümleyi ise, biz sıradan faniler anlayamıyoruz, ama muhtemelen Karayılan bununla önemlice bir iç meseleyi hatırlatıyor: "Çözüm Süreci boyunca kendimizi tasfiye, yozlaştırma vb. durumlara karşı da koruduk".

ŞEHİRLERDEKİ “GENÇLER” VE YDG-H

Eğer PKK geçtiğimiz iki buçuk yılda özel yığınaklar yapmadıysa, şehirlerde özel bir silahlı örgütlenmeye gitmediyse, hendekler kazan, mahalleleri “savunan” gençler nereden çıktı? YDG-H, zaten bizzat bu işler için kurulmuş bir örgütlenme değil mi?

Karayılan'ın bu sorulara cevapları, mâkûl unsurlar içermesine rağmen, bütünüyle tatmin edici değil.

YDG-H başta yasaldı, devletin yüzünden illegal hale geldi, diyor Karayılan. İddiasına göre, gençler kendilerini savunmak için silahlandı, hendek kazdı, vs. Karayılan, “İmralı heyeti” ile kendilerinin onları “zor bela ikna edip” hendekleri kapattırdıklarını söylüyor. Şöyle diyor:

“Sen bir kediyi kovalarsan kaçar gider ama köşeye sıkıştığında, son noktada geriye dönerek seni tırmalar. YDG-H’nin durumu da budur. Yani AKP devleti ile polisi bıktırırcasına bir yönelim içerisine girdi ve şiddeti sürdürdü. Bunun karşısında ise silahlı bir yapı şekillendi.”

Yani Karayılan YDG-H'nın kendilerinden bağımsız “şekillendiğini” ileri sürüyor:

“YDG-H bir irade olarak şekillendi ve kendisini hem bize hem devlete hem de topluma kabul ettirdi. Bugün YDG-H’nin toplumda ciddi bir itibarı vardır. Bu bizim ya da herhangi bir örgütün kararıyla olmamıştır. Gelişen süreç böyle bir şekillenmeyi ortaya çıkarmıştır. Sürekli şiddet ve baskıya yönelirsen böyle olur. ‘Yarı silahlı’ olarak da tanımlayabileceğimiz YDG-H’nin içerisinde herhangi bir dağ kadrosu yoktur. Üniversite öğrencileri, esnaf, köylü ve işçi gençlikten oluşmaktadır. Bu biçimde hareketimizin yörüngesi zemininde kendini örgütleyen, özerk yapıya sahip bir örgüttür. Bizimle bağı da bu çerçevededir. Yandaş basının ve hükümet çevrelerinin sanki gerilla şehirlere gelmiş, oralarda çatışıyormuş gibi yaydığı bilgilerin gerçekle alakası yoktur.”

Çizilen bu tabloya anlam vermemiz zor. (Altan Sancar'ın jiyan.org'daki yazısı aydınlatıcı. Mesut Yeğen'in basnews'taki yazısı da durum tahlili-tesbiti için elverişli zemin sunuyor.) Kolayca anlayabileceğimiz kısmı ise, devlet politikalarının her türlü silahlı örgütlenme için nasıl elverişli, meşrulaştırıcı zeminler sunduğu. Binlerce silahlı militanı olan gerilla örgütünün başındaki adama şunu söyletebilen bir devletin her şeyinin yanlış olduğunu teslim etmek gerekmez mi:

“Normal yasaların işlediği, güvenlik sorunlarının olmadığı bir ülkede gençlerin eli silahlı bir biçimde halkın arasında dolaşması onaylanacak bir şey değildir.”

Şöyle devam ediyor Karayılan, propaganda faslını da ihmal etmeyerek:

“Ama ülkemizde de görüldüğü gibi, eğer bir ülkede kanun, hukuk diye bir şey ciddiye alınmıyorsa, şiddet yöntemiyle insanlar hizaya çekilmek isteniyorsa, burada o toplumun kendini bu zulüm karşısında savunma ihtiyacı doğar. Eğer bir grup genç bu savunma ihtiyacından yola çıkarak öne atılıyor ve fedakarlık yapıyorsa, buna halk da sempati ile yaklaşıyorsa, bu, normal karşılanması gereken bir şeydir.”

Sonra da, olan biten hakkında düşünülürken, konuşulurken çoğunlukla ihmal edilen bir olguya dikkat çekiyor:

“Dikkat edelim; eğer halk benimsemeseydi, silahlı gençlerin orada bulunmasının koşulları da olmazdı. Halk niye benimsiyor? Çünkü bir ihtiyaçtır. Çünkü halk devletin zulmü ve faşizan uygulamalarından bıkmıştır. Dolayısıyla bu uygulamalar karşısında gençliğin tepkisel çıkışı ve savunma refleksi toplum tarafından da benimseniyor.”

Karayılan'ın, “silahlı gençler”in kendilerinden bağımsız olduğunu ileri sürmesi karşısında, yine pek çoğumuzun aklına sık sık takılan başka bir soru ortaya geliyor.

“GENÇLER”İ KONTROL EDEBİLİYORLAR MI?

ANF muhabiri soruyor: Gençlere “eve dönün” diyebilir misiniz? Karayılan, “onları kontrol edemeyiz” demiyor, ancak, “O eşik aşıldı,” diye cevap veriyor. Bunu herhalde, “gençleri eve çağırma zamanı geçti” diye anlamamız gerekiyor. Zira Karayılan'a göre “...gelişen bu direniş, Kürt Özgürlük Mücadelesi'nde çok tarihî bir evreye dönüştü... Yani artık sıradanlığı aşmıştır. Kürt halkı toplumsal düzeyde öz savunmasını geliştirerek kendi kendini yönetme tarzını açığa çıkardı. Bu yeni bir durumdur.”

Karayılan bu sözlerin ardına yine, bu “yeni durum”un kendilerinden bağımsız geliştiği izlenimi yaratacak şu cümleyi ekliyor: “Biz de bunu görmeye, doğru yorumlamaya ve ona göre davranış geliştirmeye çaba gösteriyoruz.” Hattâ herkesin “bu yeni durumu” “doğru okumasını” ve “ona göre” çözüm formülü geliştirilmesini talep ediyor: “En önemli konu mevcut durumda budur... eski söylemlerle, çok bildik yaklaşımlarla bu yeni sürece yaklaşmak kesinlikle çözüm getirmez. Çünkü süreç bambaşka bir hal aldı ve yeni bir toplumsal direniş süreci şekillendi.”

Eğer savaş ağırlıkla seçime endeksli bir Erdoğan&AKP politikasından ibaretse “bambaşka bir hal” nedir?

SİLAHLA ÖZYÖNETİM İLAN EDİLMESİ DOĞRU MUYDU?

Karayılan “yanlıştı” diyor: “Özyönetimlerin ilanı silahlarla olmamalıydı denebilir, bu doğrudur... Aslında bu, bizce de yanlış oldu... silah bu kadar öne çıkmayabilirdi... silahlı bir kalkıştan ziyade, toplumsal bir çıkış olarak gelişmesi daha uygundu.”

O halde, silahın “o kadar öne çıkmayabileceği” şu “bambaşka hal” için başka işaretler arayalım. Bunu, günün en önemli sorusuna Karayılan'ın verdiği cevabı özetlerken bulabileceğiz.

ATEŞKES MÜMKÜN MÜ, SAVAŞ NASIL SONA ERECEK?

Karayılan, PKK'ye yönelik tek taraflı ateşkes çağrıları yapanları azarlamıyor, siyaset bilmemekle, toylukla, Polyanna'cılıkla suçlamıyor, bu çağrıların “özüne katıldıklarını” belirtiyor. Ancak devletin kendilerini “yok etmek üzere” saldırıya geçtiğini, gerillanın “savunma direnişi” konumunda olduğunu vurguluyor, savaşı AKP'nin seçim hesaplarına bağlarken etmediği bazı sözleri ediyor. “Son derece sert, savaşçı bir tutum ve yoğun bir saldırı durumu sözkonusudur” diyor.

Buradan sözü, tek taraflı ateşkesle sonuç alınmadığına getiriyor, “geçmiş pratik”i hatırlatıyor.

Karayılan'ın iddiasına göre, savaşı sona erdirebilecek olan, sadece ateşkes değil; bizzat savaşın gidişatı da bu sonuca götürebilir: “savaşla sonuç alamazsın tutumunu görürlerse vazgeçebilirler”. Siviller için kabulü zor bir görüş. Bizim aklımızın ereceği türden bir öneri olarak, Karayılan, “gözlemci aracıların da bulunduğu, tahkim edilmiş çift taraflı ateşkes”ten sözediyor.

Bunu da koşula bağlıyor. YDG-H ve “halk”a işaret edip, sadece PKK veya KCK olarak ateşkese karar veremeyiz, diyor. Saldırı olmayacağına dair garanti talep ediyor. Bugünkü durumun geçmişle farkını özellikle vurguluyor, şimdi sadece HPG ile ordu karşı karşıya değil, “direniş toplumsallaşmıştır”, diyor (= “bambaşka hal”).

ÖCALAN ATEŞKES ÇAĞRISI YAPABİLİR Mİ?

Karayılan öncelikle, barış ve demokrasi isteyenleri kendilerine değil hükümete yüklenmeye çağırıyor. Öcalan niye ikide birde kendi liderlik konumunu tartışmaya açtıracak işler yapsın, diye soruyor. Böylece, şu an için Öcalan'dan gelecek ateşkes çağrısının işlevsiz kalabileceğini (bu yüzden de gelmeyeceğini) anlıyoruz. Ardından 2013'teki çağrıyı Öcalan'ın sunduğu projenin devletçe kabul edilmesi ve mutabakatın sağlanması “temelinde” yaptığını hatırlatıyor Karayılan:

“Sonra devlet caydı, kabul ettiğini yapmadı ve en son da her şeyi inkâr etti. Yani bu konuda AKP'nin yaptığı tahribat gerçekten çok büyük.”

Karayılan'ın doğan olumsuz durum hakkında “tahribat” kavramını, AKP'yi suçlarken “sorumsuzluk” kavramını kullanması özel bir anlam taşır mı? Bunlar örgütün nihaî hedefi konusunda işaretler sayılır mı?

NİHAÎ HEDEF DEĞİŞTİ Mİ?

“...biz bu sorunun birbirini yok etmekle ve silah kullanmakla değil, masa başında diyalogla çözülmesi gerektiğini düşünüyoruz ve öncelikli tercihimiz olarak bunu koyuyoruz.”

Karayılan'ın söylediği bu. Şu anda süren savaşa rağmen. Karayılan dikkatli ifadelerle, barış çağrısı yapan, çözüm arayan “barışçıl-demokratik çevre ve şahsiyet”lerin eleştirilerini gerekli gördüklerini belirtiyor, “çünkü son tahlilde Türkiye halkıyla birlikte yaşama tercihi”nde ısrarlı olduklarını vurguluyor. (BİA Haber Merkezi'nden Filiz Gazi'nin Hamit Bozarslan'la söyleşisini okumanızı tavsiye ederim.) Sonrası:

“Bunun yolu da Türkiye’nin demokratikleştirilmesinden, Demokratik Özerkliğin Kürdistan’da ve Türkiye’de geliştirilmesinden geçmektedir. Bu tercihimiz önemli bir tercihtir. Türkiye yetkilileri özünde bu tercihimizi takdir etmeliydiler. Çünkü bizim başka seçeneklerimiz de vardır ama dikkat edin şimdi onları hiç tartışmıyoruz. Çünkü öncelikli gündemimiz değildir. Fakat bütün barışçıl ve çözümcül yaklaşımlarımıza rağmen tek düze bir biçimde, ‘ya köle olacaksınız ve bunun için teslim olacaksınız; ya da sizi öldüreceğim’ derlerse o zaman biz de başımızın çaresine bakmaya yönelmek durumunda kalırız. Bu açıdan şu an gelişen savaş süreci ve buna yaklaşım biçimi çok çok önemlidir.”

Sonu “selam ve saygı” ileterek bitirilen bu görüşmenin bütünüyle bir mesaj olduğunu düşünmek için çok sebebimiz var. Şu son aktardığım sözlerin arasındaki ana mesajları herkes kolaylıkla görmüştür: “ayrılık seçeneğini tartışmıyoruz”, “diz çökeceğimiz seçeneğe razı olmayız”, “anlaşmak istiyoruz”. Ancak Karayılan'ın bunları bağladığı şart da gözlerden kaçmamalı: şu andaki sürece “yaklaşım biçimi”, “çok çok önemlidir”. Saflar belirlenecek, diyor sanırım.

*   *   *

“PKK Yürütme Komitesi Üyesi” sıfatıyla konuşan Murat Karayılan'ın söylediklerini, olan biteni anlamaya, yorumlamaya çalışan herkese hizmet olsun diye toparladım, aktardım. Keşke savaşan silahlı örgütün niyetini, planını anlamaya çalışmakla uğraşmayacağımız bir aşamaya geçebilmiş olsaydık. Barışçı, çoğulcu, demokratik -HDP'ninki gibi- bir siyasî çizginin daha çok yere, daha derine, daha kalıcı çizilebilmesi için ne yazık ki kat etmemiz gereken çok yol var daha.