Eğer 1991 yılının 6 Kasım günü Türkiye Cumhuriyeti'nin parlamentosu, o güzel yüzlü genç kadının ne demeye, ne yapmaya çalıştığını azıcık kavrayabilse ve bu memlekette devleti yönetenler halk çocuklarının beşer onar ölmesi karşısında azıcık üzüntü duyabilse, bugünümüz bambaşka olacaktı. Leyla Zana sadece "biz varız" demek istemişti. Devlet ve millet-i hakime zulümle karşılık verdi; "hayır, yoksunuz" dedi. Görüldü ki, varlar.
Şimdi Leyla Zana yine bir çağrı yapıyor, yine hayatını ortaya koyuyor. Millet-i hakimenin nihayet kulağını, gönlünü açması zayıf ihtimal; devletinse daha fazla kan, daha uzun süreli savaş dışında bir hedefi olmadığı belli. Çünkü bu devlet demokrasisiz, baştakilerin keyfi dışında hiçbir gerekliliğe tâbi olmadan ve millet-i hakimenin köklü korku ve kompleksleri dışında hiçbir kayıt tanımadan, başka türlü idare edilemiyor. Türkiye Cumhuriyeti adlı resmî yapının ilk büyük ve yapısal korkusu, çoğulcu bir demokrasi haline, hukuk devleti haline gelmektir. Öbür temel korku da, devletin yeni doğan her millet-i hakime evladının damarlarına daha velet sütten kesilmeden zerk etmeyi başardığı zehir, bölünme korkusudur.
TC rejimi her zaman, yüzsüzce, çoğulcu bir parlamenter sistem olduğunu iddia etti. Değildi. Olma fırsatını ilk defa az buçuk yakalayabildiği bir seçimden sonra, şimdi de değil. Üstelik şimdi eline düştüğü riyakâr zalimler façayı da önemsemiyor, mış gibi yapmaya dahi gerek görmüyor. Yine de iktidar için asgarî bir meşruiyet zeminine ihtiyaçları var. Başka bütün şanslarını kaybettiklerinden, temel korkuyu, bölünme korkusunu ortaya sürdüler. Ve şu işe bakın ki, hiç istemeden, korkulanın nihayet gerçekleşmesine yolaçtılar. Sebebi ortadan kalkınca korku da hemen ortadan kalkmaz. Yani Türk toplumunun patolojik vaziyetine birden halel gelmez; telaşa mahal yok... Kavranması da zaman alacaktır, aşırı beklentilere girmenin de âlemi yok.
İnsanların öldürülmüş çocuklarını, annelerini derin dondurucuda saklamak zorunda kalması, pet şişelere su doldurup dondurarak cesetlerin kokmaması için eğreti düzenekler kurmaya çalışması ve ölmüş yakınlarının başında aç, susuz, mermilerin duvarlarını delmesini izlemesi, "devlet teröristleri yakalıyor"la falan izah edilebilecek bir hal değildir ve böyle bir hali insanlara yaşattığınızda bunun giderilemeyecek sonuçları olur. Cizre'deki intikam harekâtının bütün Kürt illerinde oraya doğru yürüyüşlere yolaçmış oluşu, tarihî bir gün yaşandığının resmidir.
Bu tür hakikatler kolay sindirilmez, tekrar edeyim. Ezcümle ırkçı, milliyetçi, vatan-millet'çi tayfayı belki yıkacak belki sevindirecek bir aşamaya ulaştık: Artık Türkiye'nin bölünmesi diye bir tehlike yok. Çok korkulan bu hadiseyi başarıyla geride bıraktık. Sınırlar aynı kalsa bile bu ülke artık bölündü. Şu demek yani: Bundan sonra hayatına asla bugüne kadar olduğu şekliyle devam edemez. Bundan sonra herkesin meselesi, ancak Türkiye'nin yeniden bütünleştirilmesi olabilir. O da, millet-i hakimenin kimseyi ezmeden, kimseyi aşağılamadan, kendinden farklı birileriyle birarada yaşamak gibi bir niyeti varsa...