Bölgede, bu köşede sürekli ikaz edildiği üzere, büyük bir Kürdistan’ın kurulması da plana dahildir; PKK, bilhassa bunun için vardır. Başbakan’ın son zamanlardaki yaygarası, büyük Kürdistan hedefi istikametinde Türkiye içinde özerk Kürdistan’a hem de iktidar eliyle gidilmekte olduğu gerçeğini gizlemeye yöneliktir de. Otuz yıl kendisiyle savaşılan, onbinlerce şehide ve millî varlığın heba olmasına sebep olan PKK’ya ve arkasındaki güçlere bütün istedikleri verilmiş görünmektedir.Bakar mısınız! Cemaat'in Kürtlerle ilgili her konuda uzun yıllardır takındığı tavrın gerisinden nasıl bir devletçi bakış açısı çıkıyor! Cemaat, Kürtlerin kimliğini, varlığını inkâr eden tahakkümcü Kemalist devletin sahibi midir? En azından onunla paralel çizgide midir? Şahsen, Kürt meselesinin Cemaat nezdinde özel bir yeri olduğuna, bu yerin de hiç hoş bir tarifinin olmadığına, bir siyasî hareket olarak Cemaat'in Kürt sorununda her türlü bozgunculuk ve sabotajı yapabileceğine, yapmış da olduğuna inanıyorum. (Plastik kelepçeyle insanları sıraya dizme, KCK'dan binlerce kişiyi, Ragıp Zarakolu'nu, Büşra Ersanlı'yı içeri atma gibi bazı görünür örnekleri hepimiz biliyoruz; bilmediğimiz de neler vardır kimbilir.) "Bu köşede sürekli ikaz edildiği üzere"nin altını ben çizdim. Siz de unutmayın Zaman yazarının bu sözünü.
Muhtemelen Cemaat'in Kürt kompleksi (alerjisi?) yüzünden, hükümete karşı kullanılabilecek her türlü kırıntının elfenerleriyle arandığı bugünlerde, memleketin çeşitli yerlerinde HDP otobüslerine, ilçe binalarına düzenlenen linç saldırıları Cemaat yayın organlarında doğru dürüst yer bulamıyor. Aksine, meselâ Cemaat ile bağlantılı insanların, özellikle polislerin bu olaylarda nasıl tavır takındığını, teşvikçi mi önleyici mi olduklarını, karışıp karışmadıklarını araştırmak gerekir. Boru değil, Zaman'dan Ali Ünal'ın yazısını okuyorum, Ordu'dan sonra Fethiye'de o rezalet yaşanmış, fakat yazının yeraldığı internet sayfasının sürekli değişen haber anonslarında, "PKK yandaşları yol kesip kimlik kontrolu yaptı" diye başlık geçiyor ve -üşenmeyip bekledim- değişen 35 başlık arasında HDP'lilere yapılan saldırı yok! (İlk sayfadaki 20 -yirmi!- manşet haberin ve manşet bölmesinin her iki yanındaki iki büyük, dört küçük haberin arasında da yoktu; buna karşılık manşetler arasında şöyle bir haber yeralıyordu: "Balinanın vücudunda tesadüfe yer yok". Anlaşılan Cemaat'in Kürt politikasında da yok.)
[ DEĞİŞİKLİK / 10.05.2014 / 11.20 - Saat 11.15 civarında, Fethiye olayları Zaman'ın manşet bölmesinin sol yanındaki iki haberden biri oldu: "Fethiye'de olaylar gece de devam etti" başlığıyla. HDP ilçe örgütü tabelasını indirttikten sonra birkaç pastane ve oteli taşlayan gruba polisin bütün bunları yaptıktan sonra "müdahale ettiğini" gayet normal bir durummuş gibi anlatan haberin üslûbu, bir "yağışlar geliyor" haberinde dahi olamayacak mesafelilikte. ]
Yazıya dönelim. Türkiye İslâmcılığının temel karakter özelliklerinden olan benmerkezcilik şüphesiz Zaman yazarı Ünal'ın satırlarına da sinmiş. Bakın hükümetin Kürt meselesindeki tutumu meğer hangi hedefe yönelikmiş:
Bir diğer açıdan, gün gibi ortada bir gerçek olarak, iktidar, Öcalan için Fethullah Gülen Hocaefendi’yi, PKK için “Camia”yı “bitirme” kararındadır.Her türden İslâmcı'nın, bal gibi tartışmalı iddiaları, hattâ acayip saçma fikirleri ortaya savururken "gün gibi ortada" falan cinsinden nitelemeleri nasıl bu kadar gelişigüzel kullanabildiğini hep merak etmişimdir. Vardığım sonuç: Hepimiz karşıdan bakınca geri zekalı gibi gözüküyoruz ve bu tip laflarla kandırılabileceğimiz izlenimini uyandırıyoruz. Bu hissiyatımdan şu anda bu kadar emin olmam, 17 Aralık'tan bu yana her gün Star ve YeniŞafak'ın birkaç yazarını okumaktan da ileri geliyor olabilir tabiî. Hepimizi çocuk kandırır gibi kandırmaya çalışmada, birkaç istisna hariç, İslâmcı yazarlar arasında pek fark yok.
Sonuç olarak, ne demiş oluyor Ali Ünal: Kürt sorununda demokratikleşme adımları atacağından endişe ettiğim için AKP'yi benimseyemedim. Cemaat'in Kürt sorununa ilişkin tavrı şu anda da aynen böyle. Bu tavrın Cemaat'i Türkiye siyasî yelpazesinde kimlerle yakın düşüreceğini tahmin etmek zor değil.
(Tabiî bu yakınlıklar, seçim öncesinin, ayrıca uzun uzun ele alınması gereken en hayatî konuları arasında. Zira, AKP'ye muhalefetin omurgasını oluşturan iki güdüden biri, Kürt sorunundaki ırkçı-milliyetçi zihniyet. Bu, toplamda Türkiye'deki muhalefeti hem değersizleştiren hem tehlikeli hale getiren hem de başarı şansını azaltan bir durum.)
"İtiraf" etmiş, kadın haklarını geliştirecekmiş!
Ali Ünal'ın kadın haklarına dair sözlerini ve tutumunu da buraya eklemekte yarar var. Zaman yazarı koca Cemaat içinde böyle düşünen tek kişi olamayacağına ve o disiplinli yapı içerisinde ortalama fikre aykırı birşeyler yazmış olamayacağına göre, Cemaat'in genel zihniyeti hakkında düşünürken faydalı olacaktır. Ünal, "Türkiye İslâmcılığı"nın "köksüz" olduğunu ve "İslâm’ı dünyevî hedeflere alet etmesi"nin "her zaman mümkün" olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor:
Nitekim genellikle böyle olmuş ve Başbakan, GOP’un eşbaşkanı olarak, bu planda bir vazifeleri bulunduğunu, bu vazifenin de özellikle kadın haklarını iyileştirme alanında olduğunu ifade ve itiraf etmiştir.Ne hoş! "Kadın haklarını iyileştirme" gibi bir "vazife" varmış, başbakan bunu "itiraf" etmiş. Burada "itiraf" edilmesi sözkonusu olan kabahat nedir? Bir "vazife"nin varlığıysa, başbakan böyle bir şey itiraf etmedi. "Kadın haklarını iyileştirme" ise, böyle bir itirafta da bulunmadı. Zaten bu konudaki pek çok tavrı, 'keşke bulunsaydı' dedirtecek cinsten. Ee? Ne diyor Ali Ünal? "Kadın haklarını iyileştirme" gibi bir mevzu, dışarıdan dayatılsa ne olur, dayatılmasa ne olur? Bunu her hâlükârda yapmak gerekmiyor mu? Yoksa gerekmiyor mu? Bu mevzuda da köşesinde "sürekli ikaz" yayımlamalı Zaman yazarı. Çünkü "kadın hakları", İslâmcılığın her türü hakkında teşhis yapmak ve hükme varmak için en güzel ölçütleri sunan mevzudur.
Yine ilk konumuza dönecek olursak, görüldüğü üzre, Zaman yazarının Kürt sorununa yaklaşımına ilişkin herhangi bir şüphe besleyemeyiz. Sadece bu düşmanlığın ve tahakkümü, zulmü sürdürme hırsının ne kadarı nereden kaynaklanıyor, bu konuda kesin konuşamıyoruz: Hakiki insanların sahici duygularını muhayyel ve soyut bir ümmet çerçevesi dayatmasına gözü kapalı kurban etme takıntısından mıdır? Düpedüz devletçilikten midir? Türkçe Olimpiyatları'nın şenliği arasında kaynayıp gittiği sanılan ama hiç de öyle olmayıp basbayağı seçilebilen milliyetçilikten midir? "Hocaefendi"nin Komünizmle Mücadele Dernekleri döneminin manevî uzantısı mıdır? Bunları tam bilemiyoruz işte.
[ EK / 13:05 - Sabah'ın "Gülen örgütü Kürt düşmanı" manşeti attığı gün bu yazıyı yayımlamış olmak tabiî kendimi pek tuhaf hissetmeme yolaçtı. İnan olsun görmemiştim!.. Vicdanına güveniyorum ey okur, böyle bir paralelliğin kazadan başka sebebi olmayacağını bilirsin! ]