Faşizm her taraftan başını çıkarıyor. Ortalamamız o kadar elverişli ortam, zihniyetimiz o kadar bereketli toprak ki, faşizm her yerde yetişebiliyor, boy atabiliyor. Şuursuzluk bir rüzgâr; faşizmin tohumlarını her yere taşıyor. Yakın tarihin zihinsel, duygusal tutsaklıkları, takıntıları, yamuklukları faşizmi besleyip büyütüyor.
Dünyası, görüşü ve dünya görüşü birbirinden çok farklı insanlar elbette ortak bir siyasî hedef gözeterek biraraya gelebilirler. Hedef, şu anda Türkiye'de olduğu gibi, hükümeti devirmek, iktidarı bir siyasî ekibin elinden almak-kurtarmak olabilir. Ancak geleceğe uzantısı tarif edilmemiş bu tür amaçlar için 'her yol mübah' derseniz, bugününüzü kurtarmaya çalışırken geleceğinizi karartmanız tehlikesi yanıbaşınızda beliriverir.
Somut konuşalım: AKP'yi niye istemiyoruz? Çünkü bu parti biraz daha iktidarda kalırsa, kitlesel desteğe dayalı açık bir diktatörlük rejimine doğru gideceğimizden endişe ediyoruz. Özellikle liderinin memleketi orta yerinden ikiye bölen siyasî üslûbunun bizi kanlı içsavaşlara sürükleyebileceği kaygısı taşıyoruz. Çünkü bu parti, toplum olarak birarada yaşayabilmenin asgarî koşulları olan demokrasi, güçler ayrılığı, hukuk vs. kavramları, üzerlerine biber gazı sıkıp çürümeye terk edeceğini gösterdi. En ufak itirazımızda polis terörüyle ezilmek istemiyoruz. İnsanların dindarlığını suistimal ederek özgürlüklerimizi elimizden almalarını istemiyoruz. Şehirlerimizi gözünü para bürümüş korkunç birtakım heriflere kaptırmak istemiyoruz. Listeyi uzatabiliriz. Uzatmayalım. Apaçık haklıyız.
Peki kim bu "biz"? Ceberrut Türk devletini fiilen gelmiş geçmiş en şeffaf resmî yapı haline getiren şu ses kayıtlarını yapanlar, bize sunanlar kimlerdir? Hakiki amaçları nedir? Diyelim Cemaat. Bunların iktidar mücadelesinin esas hedefini bilen var mı? Hükümet partisini devirmek için uğraşan başlıca muhalefet partileri CHP ile MHP'nin, bu memlekette daha fazla demokrasi ve özgürlük isteyenlerin arka çıkabileceği, benimseyebileceği hangi hedefleri, hangi görüşleri var? Önlerine sunulan ses kayıtlarından yararlanmak ve hükümetin yolsuzluklarını dillerine dolamak dışında, CHP'lilerden ne duyduk memleket meseleleri hakkında? Özellikle Kürt meselesi hakkında! Ya MHP? "Ülkücü kardeşim, haydi bu seferlik CHP'ye oy ver" çağrıları yapanlar, bu oyların bir karşılığının olacağını anlamıyorlar mı yoksa önemsemiyorlar mı? Memleketin en önemli meselesi Kürt meselesidir. Nokta. Bu noktada MHP ne ister, ne bekler? Kürtlerle MHP nasıl aynı cephede olacak? Yoksa demokrasi-özgürlük cephesinde MHP var da Kürtler yok mu?
Öyle galiba. MHP ile CHP'yi birbirlerine yaklaştırdıkça yaklaştırmaya uğraşan "TC"li muhaliflerin öbür yanda -karşıda, demek daha doğru- yaratmaya çalıştığı hasım figürü, "AKPKK". Yani BDP ve HDP, AKP'nin yandaşı, müttefiki olarak damgalanıyor. Pek acayip ve pek korkutucu bir tablo oluşuyor: AKP hükümetinin demokrat, özgürlükçü bir insan tarafından yetersiz bulunsa da desteklenebilecek tek girişimi olan "barış süreci", bu hükümeti anti-demokratik bulup devirmeye çalışan muhalefet cephesinin en çok diline doladığı motiflerden biri. Cemaat, AKP ile arasının bu derece açılmasına yolaçan unsurların başında bu meseledeki yaklaşım ve tavır farkının geldiğini artık gizleme gereği duymuyor. Bu bile tüyleri diken diken etmesi gereken bir durum: gizlemiyorlar, çünkü böylece popülarite kazanacaklarını varsayıyorlar.
Önce emekli istihbaratçı polis müdürü Ali Fuat Yılmazer, başka mevzularda da dolanılıp ortam gereken ısıya getirildikten sonra, üçüncü performans akşamında, Kürt politikası konusunda hem hükümetle nasıl ters düştüğünü hem de kendisinin öngördüklerini anlattı. Özet, "Kürtlerin silahlı gücü ezilmeden, silah bıraktırılmadan görüşme yapılmamalıydı" cinsinden bir eski nağmeden başka şey değildi. Bunun manasını da gayet iyi biliyoruz: Daha fazla operasyon, daha fazla ölü, daha fazla kan, "Kandil'i bombalayalım", "silelim süpürelim" histerileri, mâlûm ortam. Allah için, Yılmazer etkili bir hatip ve eğer önyargılarınız veya şüpheleriniz nedeniyle kulağınızın yanısıra gönlünüz de onun sözlerine kısmen açıksa sizi ikna edebilir. (Kendisinin Hrant Dink öldürüldüğünde, cinayet saatinde cinayet yerini gösteren kamera kayıtları yok edildiğinde ve esas katiller ortaya çıkmasın diye bin türlü başka rezil iş çevrildiğinde İstanbul Emniyeti'nde üst düzeyde görevli olduğunu bilenlerin gönlü kendisine açık olamaz neyse ki.)
Bu Yılmazer performansı yetmiyormuş gibi, bir de İdris Naim Şahin çıkarıldı karşımıza. Roboski katliamı sonrası topladığı antipati ya unutulmuş ya da önemsenmiyor anlaşılan. Kendisi, "ne var canım, PKK'ye hizmet eden üç-beş kaçakçı ölmüşse" diye tercüme edilebilecek tavrıyla, başbakana taş çıkartacak kadar vicdansız olduğunu ortaya koymuştu. Cemaat'in de Kürtler konusunda aynı vicdansızlık ve umursamazlıkla mâlûl olduğunu düşünmemiz için çok sebep var. Eski içişleri bakanı partisinden ayrıldığı, başbakana kırgın olduğu, başbakanın da bu şahıs hakkında "onun da kasetleri vardı, ondan korktu ayrıldı" türü tezviratlar yaptığı gözönüne alınırsa, Cemaat'in televizyonunun şahıstan yararlanmak istemesini anlayabiliyoruz elbette. Ama kendisinin takdim edilme tarzı, sorulan sorular, Şahin'e tanınan şov fırsatı ve en önemlisi, dönülüp dolaşılıp Kürt meselesine gelinmesi ve eski bakanın uzun uzun bu konudaki şahince görüşlerini anlatması, bizi Cemaat'in şu anda neye oynadığı hususunda biraz daha aydınlattı. Şahin de Yılmazer ile aynı ömrü dolmuş melodiyi söyledi; yüksek sesle: Terör örgütü ezilmedi, niye görüşülüyor, bölgeyi onlara bırakırsan tabiî cenaze gelmez, vesaire.
"TC"li muhalefet, İdris Naim Şahin'in performansından da pek memnun kaldı. Yılmazer veya Şahin'e yoğun bir solcu veya demokrat tepkisi de görmedik. Neden acaba? Hükümeti devirene kadar her türlü ittifak mübah ve meşru, ondan mı? Naçizane, uyarmak isterim: Böyle ittifaklardan demokrasi ve özgürlük isteyenlere hayır gelmez. Hükümetin gitmesini istiyorsak, bunu niye istediğimizi mütemadiyen açık açık tekrarlamalıyız. Meselâ, "barış sürecinin, yasal güvencelere da kavuşturularak, derinleştirilerek devam ettirilmesini istiyoruz" diyebilmeliyiz. İstiyorsak tabiî.
Din istismarına dayalı diktaya karşı mücadele edelim; güzel. Yolsuzluğa batmış bir hükümeti devirelim; güzel. Ama ne idüğü belirsiz birilerinin çıkarıp çıkarıp önümüze koyduğu ses kayıtlarından başka malzemesi olmayan "ana muhalefet"e hak ettiği lafı da edelim. AKP'ye karşı MHP ile kurulacak cephenin demokrasiden başka her şeyin cephesi olabileceğini anlayalım, anlatalım. Muhalif faaliyet diye Cemaat televizyonuna İdris Naim Şahin çıkarılıyorsa, demokrat, özgürlükçü muhaliflerin buna höst demesi gerekir. O eski bakan, herhangi bir demokratik muhalefet ortamında yeralabilmek için önce Roboski'ye gidip tek tek evleri dolaşıp özür dilemeli. Cemaat'e gelince: bugüne kadarki örgütlenme ve faaliyet tarzları zaten bu ihtimale açık kapı bırakmıyordu, ama Kürt meselesindeki son Yılmazer+Şahin performanslarıyla, asla demokratik muhalefetin parçası olmadıklarını, kendilerini haksızlığa uğramış alternatif iktidar kadrosu olarak gördüklerini bir daha gösterdiler. Kürtleri sevmiyorlar işte, zorla değil ya!
Kimse höst demedi, nâçizâne, demeye çalıştım.