HDP'lilere karşı organize ve yaygın linç seferberliği sürüyor. Urla, Aksaray, Ordu... derken, HDP heyeti Giresun'a girmeden dönüp gitmek zorunda kaldı. "Türk demokrasisi" denen şey halihazırda budur: Yüzde 10'luk barajla, toplumun parlamentoda temsil edilebilen kısmını zaten olabildiğince sınırlıyoruz, bir de düpedüz insanların canına kast ederek, resmen seçime girmiş siyasî partilerden birini ülkenin birçok yerinde faaliyet şansından mahrum ediyoruz. Ve öteki partilerden bu konuda gıkını çıkaran yok. Ne kadar değişik bir durum değil mi, hay Allah, bakın görüyor musunuz!.. Üstelik güya umutların bağlandığı barış süreci yürürlükte, bu sırada. Herhalde 30 Mart'a kadar sağ kalan HDP'lilerin seçime girmesi mümkün olacak.
Şundan kimin şüphesi var: Devlet istemezse bu linç girişimlerinin hiçbiri olmaz. Baştan izin vermezler. Ordu'da Ertuğrul Kürkçü'nün taksiye bindirilip güya kurtarılması sahnesini anbean izledik. Polisin istemese hiçbir saldırganı oraya yaklaştırmayabileceğini zaten düşünüyorduk, gördük. Fakat ne yapılıyor? Saldırganların taksinin dibine kadar gelmesine, kapıya, kaputa vurmalarına, Kürkçü'nün içinden "ha parçalandım ha parçalanacağım" diye geçirdiği dakikalar yaşamasına imkân veriliyor, fakat saldırganların ona dokunması son anda önleniyor. Yerseniz. Bunları çok gördük, çok yaşadık biz. Niye nasıl yapıldığını biliyoruz.
Geçelim. AKP, CHP ve MHP'den herhangi biri, HDP'lilere yapılan toplu saldırılara içten içe sevinmiyor mudur? Saldırılarda Ülkücü sloganları atıldığına göre, MHP (BBP de tabiî) bu işlerin ne kadar içinde, sormalıyız. Twitter'da, Facebook'ta AKP ve başbakanı "vatanı Apo'ya satmakla" suçlayan "TC" rumuzlu ahali, meselâ, herhalde bu saldırılardan ötürü üzüntü içerisinde değildir; kimin seçmenidir bu insanlar? CHP olmasın? Şu anda hâlâ Kürtlere karşı kışkırtıcı yayınlarına devam eden Cemaat medyası, hiç mi sorumlu değil bu nefret patlamalarından? Ya barış sürecinin doğrudan sahibi hükümet? Polisleri oradan oraya savuracağına, barışı dinamitlemesinin yanısıra ülkedeki rejimin niteliğini belirleyecek olan bu yaygın ve sistemli saldırıları önlemesi gerekmiyor mu?
"Rejimin niteliğini belirleyecek" lafı abartılı görünmesin. Parlamenter demokrasi var, genel seçimler yapılıyor, siyasî partiler var... diyemezsiniz ki böyle bir durumda. Siyasî partilerden birine faaliyet yaptırılmıyor, propaganda yaptırılmıyor, üyeleri, destekçileri hayat tehlikesi altında. Hangi parlamenter demokrasi? Hangi çok partili sistem?
Hükümet-Cemaat savaşında sık sık birileri bizi "seçilmiş hükümet" veya "meşru hükümet"in yanında saf tutmaya çağırıyor. Ben de size çok basit bir havuzsuz havuz problemi sunuyorum: Seçimli, çok-partili bir rejimde, partilerden birinin faaliyeti hayatî tehdit ve saldırılarla engellenirse o seçim ve o rejim meşru mudur? Haydi televizyon bülbülleri, önce sizin cevaplarınızı alalım.
[ EK / 10.05.2014 - Linç girişimi Fethiye'de de tekrarlandı. Yeni açılacak HDP ilçe örgütünün tabelası indirtildi. Devletin tutumu, her zamanki gibi, "kalabalığı yatıştırmak" oldu, kim olduğunu bilmiyorum, muhtemelen polis müdürü falandır, birisini, mikrofon elde, "kalabalığa" hitap ederken, "Tabela indirilecek, tamam," güvencesi verirken gördüm TV'de. Türkiye Cumhuriyeti'nde usûl budur. Linççi ırkçı-faşist kalabalıklara devlet, "biz de sizin tarafınızdayız, merak etmeyin" der, sırtlarını sıvazlar, "haydi evladım, olmaz şimdi, göz göre göre burada katledemezsiniz adamları, şimdi olmaz, ne zaman yapılabileceğini biz size söyleriz"i bakışlarıyla anlatır onlara. Kimdir bu kalabalıkları organize edip sokağa salan? Kimden güvence aldılar? Linç girişimi suç mu değil mi? Niye kimse gözaltına alınmıyor, suçlanmıyor, yargılanmıyor? Ne hıyarım değil mi? Değil efendim! Hepimiz hıyarız! ]
[ EK-DEĞİŞİKLİK / 10.05.2014 - Fethiye'de "kalabalık", ilçe tabelasını indirttikten sonra geceye kadar ortalıkta dolaştı, işyerlerini (pastaneler ve bir otel) taşladı, sokaklarda terör estirdi, nihayet aralarından 28 kişi gözaltına alındı. Demek o kadar terör yeterli görüldü. Bu 28 kişi hangi suçtan nasıl yargılanacak, izlenmesi gerekir. ]