Radikal, 25.08.2015
Biliyorum, tuhaf kaçacak, lâkin yangın yerine dönen memleketin esas büyük meselesinden sözedemeyeceğim. Şu anda bu yazıyı yazmaya çalışırken, Silvan ablukaya alınmıştı, Yüksekova'da çatışmalar yeniden başlamıştı. İzlemek, olan biteni hakkıyla öğrenmek, anlamak neredeyse imkânsız; söylenecek sözün de hükmü yok.
Hükümet, eğer kaldıysa, kendisine oy veren son Kürt seçmeni de hışımla karşı cepheye savurmak için neden bu kadar istekli? Anlayamıyorum. Bundan böyle iktidarın seçim cinsinden, “millet iradesi”ne dayalı bir mekanizma aracılığıyla el değiştirmeyeceğini mi öngörüyor? Bilemiyorum.
Seçim ilân ettiler, ama bu, gerçekten seçim yapma ve tekrar mutlak çoğunluk sağlayarak iktidara gelme hedefine mi yönelik? Yoksa herkes seçim gibi bir hedefe odaklanırsa, o güne kadarki süreç görece mâkûl çalkantılar içerisinde geçer, denetim altında tutulabilir, ipler elden kaçmaz, sonra da, muhtemelen seçim günü, bu ülkede en az birkaç yıl boyunca seçim falan yapılamayacağını herkese kabul ettirecek korkunç işler yapılır – bu mudur hesap? Seçmeniyle, tabanıyla, her kademeden yöneticisiyle AKP, liderinin ne pahasına olursa olsun başkanlık harekâtını başarıya ulaştırmak için hepimizin kanını dökmeye, 74 milyon insanın ve çocuklarının ve torunlarının geleceğini ateşe atmaya böylesine istekli, hevesli ve hazır mıdır? Tahmin yürütemiyorum.
PKK savaş ortamına ve temposuna neden bu kadar çabuk ayak uydurdu? Nasıl bilebilirim? Asla 33 kişinin bombayla parçalanarak öldürülmesi ve seçim sürecindeki onlarca kanlı olayın -en korkuncu Diyarbakır mitingi bombalaması- “misillemesi” olamayacak, 35 yıllık bir gerilla örgütü için alçaltıcı-küçültücü dahi sayılabilecek, gayet şaibeli polis cinayetleri ne ayaktı? Neden pek tuhaf bir açıklamayla kabul edildi, sonra inkâr edildi, en son, Cemil Bayık'ın Alman Die Welt gazetesine söylediği, “yapmadık ama kınasak bize karşı kullanılırdı” lafı ne manaya geliyor, başka hangi ihtimal şu anda olanlardan daha kötüymüş... nasıl anlayabilirim? Demirtaş'ın “PKK ama'sız fakat'siz savaşı durdursun”una KCK'dan gelen “açıklama değerli, ama tek taraflı ateşkes olmaz” cevabı nereye oturuyor? Birçok yerde özyönetim ve özsavunma ilan edilmesinin hangi çerçevede nasıl bir yeri var? İzah edemiyorum.
Anlayabildiğim, yerli yerine oturtabildiğim, çünkü pek tanıdık gelen, pek bildik gelen ve her yeniden karşılaşmamızda hepimizin ahlâkından, yaşama güdüsünden, enerjisinden parçalar koparıp üzerinde tepinen yegâne unsur, devlet ile ruhunu ona satmış linççi güruhların davranışları. Yine kendilerine fırsat doğdu diye sevinçle akreplerden, panzerlerden insanın ve hayatın üzerine atlayan devlet katilleri hakkında bugüne kadar bildiklerimiz, anlamaya fazlasıyla yetiyor da artıyor. Lâkin bu bir bilgi değil, kahır duygusu. Masa başlarından onları insanların üzerine süren, Silvanlıyı, Vartoluyu evinden, hayatından eden, iç düşmansız yaşayamayacak olan “güvenlik bürokrasisi” de, kezâ, hiçbirimize herhangi bir bulmaca sunmaz. Çoğunluk ve kalabalık olduklarını, başlarına hiçbir belanın gelmeyeceğini bilen, haydi idrakı, merhameti, vicdanı, başka türlü insanî hasletleri bir yana bırakalım, savaş hallerinde olumlu anlam üstlenebilecek delikanlılık kavramından bile nasibini almamış aşağılık potansiyel canilerin şurada burada sürüler halinde HDP binalarına saldırmaları, yani propaganda aygıtından süflî hizmetkârların “millî-derin refleks” diye övdükleri şey; bunun da izaha muhtaç yanı yok. Millî değerlerimiz buna yolaçıyor maalesef.
Yani köşeyazarınız sadece profesyonel ve potansiyel caniler hakkındaki beylik TC vatandaşı tecrübesiyle şu anda olan biten hakkında ahkâm kesemiyor, değerli okurlar. Bunun yerine size Türk İslâmcılığının pek çok alandaki dünya literatürüne son katkısından sözedecek, böylelikle hem de küçükleri ve velilerini ama özellikle kadınları uyaracağım.
Geçenlerde bir zat, “Butch Lezbiyenler ve HDPKK” başlıklı bir yazı yazdı ve bizi psikanaliz, cinsel yönelimler ve siyasetin yanısıra, özel olarak Türk İslâmcı münevverinin cibiliyeti, genel olarak insan karakteri konusunda aydınlattı.
Şahsın çıkış noktası kısaca şuydu: Siyasî olsun, toplumsal olsun, her ilişkide failler, “mutlaka cinsel vaziyetlerden -erkek/kadın- birini işgal” ederlermiş. “Radikal” ilişkilerde bile bu böyleymiş.
Bildik kadın-erkek ilişkisi dışındaki ilişkiler için müellifimiz “queer” kavramını kullanıyor. Bu queer'lerle “deruhte edilir”ler filan birlikte, bizde belli ki okuyan, bilen, düşünen -ve sanırım başka tecrübe-bilgi edinme kanallarından da yararlanan- bir insanın dünyasıyla karşı karşıya olduğumuz duygusunu uyandırıyor. Batı var, Doğu var, psikanaliz var, daha neler var... İnsan ister istemez gayet “straight” bir tarzda önünü ilikliyor. Ön ilikleme, özellikle mevzu ve yazarımızın satırlarından belli olan ilgi alanları gözönüne alındığında her ihtimale karşı bir nevi tedbir mahiyetinde de elzem ve müessir.
Neymiş bu her durumda ille de büründüğümüz “cinsel vaziyet”ler (konumlar-roller): “bir erkek (efendi, baskın) ve kadın (köle, teslimiyetçi) vaziyeti”.
( ..................................... )
Buradaki boşluğu, doldursunlar diye kadınlara bıraktım.
Yazarımız bize zihnindeki kadın-erkek cinselliğini bir çırpıda tasvir edivermesinin ardından, “butch” lezbiyenlerin dışarıdan görünmeyen trajedisinin içyüzünü de ifşa ediyor. Bu maço görünüşlü kadınlar, ilişkilerinde buyurganmışlar, partnerlerinden mutlak teslimiyet talep ederlermiş, yani “ilişkinin görüntüsüne baktığınız zaman, partnerini köleleştirmenin verdiği fallik keyifle keyiflenen bir erkek görür”müşsünüz.
Ve fakat hakikatte durum tam tersiymiş.
Yazı tam burada, yazarından bağımsız ve ziyadesiyle ilginç bir şekilde “direction” değiştiriyor. “Simgesel kastrasyon”, “büyük Öteki” gibi okkalı kavramların yanıbaşında pembe renkli XXX ışıkları yanıp sönmeye başlıyor.
Zira müellifimiz “butch” lezbiyenin partnerine “tam bir erkek gibi” sahip olmak için yapay penis (“sunî araçlar”) kullandığından sözetmeye girişiyor. Fakat böylece “kendi bedensel hazzından da feragat ediyor”muş yazarımızın hayal âlemindeki maço lezbiyen. Yani öyle yapınca haz bakımından neyin şey olduğunu biliyor yazarımız. Öte yandan, yapay alet kullanan lezbiyenlerin oranına dair istatistikler, bizim bilmediğimiz fakat müellifimizin erişebildiği biryerlerde var mıdır? Yazarımız daha çok, böyle aletler kullanan lezbiyenli porno filmleri mi izlemiş, diye sorsak ayıp mı kaçar? Meslekî amaçla izlemiş olmalı. Efendilik-kölelik öğrenmek için değil herhalde! Kendi seyretmediyse, belki seyreden bir başkası anlatmıştır. Lâkin durumu yapay penisli lezbiyen pornoları anlatan sohbet partnerleriyle izah edersek problemden kurtulmuş olamıyoruz. Dünya kültürünü damıtmış bir İslâmcı münevver olan müellifimiz neden böyle insanlarla düşüp kalksın ki?
Öte yandan, “söz dinleyen cici kız” gibi ifadeler de, arkalarındaki hayat tecrübesini gizlemiyor sanki.
Yazar, bütün porno tecrübesini HDP'ye “cici femme”, yani “Büyük Öteki'nin (sekülerizm, İsrail, Kemalizm) keyfine hizmet etmek için hayatından bile feragat eden zavallı köle” demek için seferber etmiş. Yani altı milyon insanın umut bağladığı bir harekete -şunları bir gazetede ifade edebilmek için silip yazdığım kelime sayısıyla rekor kırmış bulunuyorum- diyor ki: sana yapılmasından hoşlanıyorsun, kendini erkeğe köle etmek isteyen kadın gibisin.
Azıcık edep ve haysiyet sahibi bir insanın ölene kadar aynalardan kaçmasını gerektiren bu çirkinlik üzerine konuşulması, meselemiz siyasetse, gereksiz. Ancak yazarımız HDP'ye laf etmek isterken aslında bütün kadınlara köle konumunu layık görüyor. Buna hatırı sayılır tepki gelmeyişi ise, muhtemelen, bütün o cafcaflı üslûbuna rağmen kendisinin ciddiye alınmayışındandır, sanıyorum.
Şahsen merak ettiğim de, eşinin, dostunun, çevresindeki kadınların, “partnerini köleleştirmenin verdiği fallik keyifle keyiflenen erkek” yazısından sonra kendisi hakkında ne düşündükleri, ona nasıl davrandıkları. Başkalarına hükmetme (bildiğimiz iktidar, ama münevverce olsun diye öyle şey yaptım) uğruna bu ağır aşağılamanın bile sineye çekilebildiğini Türk İslâmcılığının tarihine yazalım mı, bekleyelim mi?