Radikal, 11.08.2015
Ben size bu satırları yazmaya çalışırken, İstanbul Sultanbeyli'de polis merkezine bombalı saldırı yapılmış, 10 kişi yaralanmış, ayrıca, söylendiğine göre, çatışma çıkmış, “iki saldırgan” ile bir polis şefi ölmüş, bunları fırsat bilen birileri, tahrike kapılmaya hazır bir kalabalığı HDP binasına sürüklemiş, barışa dönüş umutlarını bir de bu yandan kundaklamıştı, Silopi'de çatışmalar yeniden başlamış, Sarıyer'deki ABD Konsolosluğu taranmıştı. ABD'nin Missouri eyaletindeki St. Louis'in varoşu Ferguson'da geçen yıl polisin öldürdüğü siyah genç Michael Brown'ı anma gösterisinde de çatışma çıkmış, polisin açtığı ateşle iki kişi vurulmuştu. Göstericiler taş, polis gaz atmaya girişmişti. Brezilya'nın Sao Paulo şehrinde, son beş yıla bakılırsa, polisin yargısız infazla her sene yaklaşık üç yüz (300) insanı öldürdüğü -Uluslararası Af Örgütü tarafından- açıklanalı birkaç gün olmuştu; bunların dörtte üçü yoksul genç siyah erkeklerdi. Mısır'ın başşehri Kahire'de, Adliye Sarayı önünde bomba patlamıştı, ölü-yaralı vaziyeti henüz belli değildi. Afganistan'ın başşehri Kabil'in havalimanına yakın bir yerde de bombalı araç patlamıştı; orada da ölü-yaralı sayısı henüz belli değildi. Yine de nüfusa oranla cinayet sayısı bakımından dünyanın en berbat durumdaki ülkesi halen Honduras'tı. El Nusra örgütü Halep'in kuzeyinden çekilmekteydi; bunun hemen buraya bitişik mutasavver “IŞİD'den arındırılmış bölge” planlarına bulaşmamak için mi yoksa varılmış gizli bir anlaşma sonucu işi kolaylaştırmak için mi yapıldığı konusunda şüpheler vardı. ABD'nin eğittiği muhalif elemanlardan on ikisinin yine Halep'in kuzeyinde IŞİD'in bombalı araç saldırısında can verdiğine dair şüphe daha azdı.
Türkiye'de, on üç kişinin katledilmesi ve tecavüzle suçlanan bir subayın, bütün bu suçlamalardan yırtmakla kalmadığı, terfi ettirildiği, Diyarbakır bölgesine jandarma komutanı olarak atandığı birkaç gündür biliniyordu, buna ilaveten, daha alt düzeydeki komutanlıklara da “şahin”lerin atandığını öğreniyorduk. Hakkari-Yüksekova'da elli iki insanı -ellerini arkadan kelepçeleyerek- yere yatırıp hakaretler eden, onlara “Türk'ün gücünü” göstermekten sözeden Özel Tim amirinin soruşturulacağı söyleniyordu; henüz tek gelişme, yere yatırılan Kürt işçilerden, kimi gazeteye göre dördünün, kimi haber sitesine göre ikisinin tutuklanmasıydı.
Zülfikar Doğan'ın Al Monitor'deki yazısından öğrendiğimize göre, 1986-2012 arasında, kimi zaman “düşük yoğunluklu savaş”, kimi zaman da başka abuk subuk adlarla yürütülen Kürtlerle savaş politikası, resmî rakamla yedi bini güvenlik görevlisi (asker, polis, korucu), yirmi sekiz bini gerilla ve sivil olmak üzere otuz beş bin ölünün -ve ölçülmez, tarif edilmez acıların- yanısıra, 1.2 trilyon dolara mal olmuştu. Bu, bizzat Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'un açıkladığı veriydi. Rakam, barış ortamında Türkiye ekonomisinin her yıl yüzde yarım daha fazla büyüyeceği varsayımına dayandırılıyordu. Yine Kurtulmuş, “terörle mücadele”nin savunma ve güvenlik bütçesine 180 milyar dolarlık ek yük getirdiğini açıklamıştı. Zülfikar Doğan, bu 1.2 trilyon dolarla Ankara-İstanbul hızlı tren projesinden 150 tane daha gerçekleştirilebileceğine, Türkiye'deki bütün ailelere ev ve araba temin edilebileceğine, kişi başına yıllık millî gelirin 2400 dolar daha artırılabileceğine işaret ediyor, bunların ardından, şimdi sırtımıza binecek yükleri sıralıyordu: İstanbul Borsası'nda toplam değer şu ana kadar 70 milyar lira azalmıştı, 15 Temmuz'dan 5 Ağustos'a dolardaki düşüş, özel borçlar ve kamu borçlarında büyük artışa yolaçacak, faizlerde meydana gelen fiilî artış Hazine'nin iç borçlanma maliyetine ilave yük bindirecek, turizm sektöründe ciddî daralma var, otelciler bu yıl sonuna kadar 5 milyar dolarlık kayba uğrayacaklarını söylüyorlar, ihracatta düşüş var, bizzat İhracatçılar Birliği açıklıyor, doğu ve güneydoğuda organize sanayi bölgelerinde yatırımlar duracak diye korkuluyor. Öte yandan, çatışmalar yayıldıkça, askerî harcamalar artıyor. Yüzlerce sortilik bombardımanlar yapılıyor; can kaybı, yaratacağı tepki, bunun kuşaktan kuşağa aktarılacak oluşu, kalıcı zarar... bunların yanısıra, savaş uçağı kaldırmak, bombalamalar falan büyük paralara mal olan işler.
Bütün bunlara ilaveten, sandık sonucunu tanımayarak, aslında düpedüz rejimin niteliğine ilişkin suç işlenerek dayatılan fuzuli “tekrar seçim” -yine Doğan'ın Al Monitor'de verdiği rakama göre- 600 milyon liralık (215 milyon dolar) lüzumsuz maliyet getirecek.
“İnsanca yaşamak” falan dendiğinde iktidarın münazaracıları aldırış etmiyor. Bu yüzden rakamlar ödünç aldım, aktardım. “İnsanlar ölüyor”, “toplum fena bölünüyor”, “geleceğimiz kararıyor” gibi laflar pek az kimseye bir şey anlatıyor, görebildiğim kadarıyla. Yoksa, paranız batsın!
Unutmayayım, ekleyeyim: Dersim'de ormanlar yanıyor, insanların yaşam alanları, hayvanlarınkiyle ve memleketin geleceğinin bir kısmıyla birlikte yok oluyor, köylüler evlerini barklarını, hasatlarını, arılarını terk edip belirsiz bir geleceğe doğru yola çıkmaya zorlanıyordu, ben yazmaya çalışırken.
Bu şekilde yaşanamayacağını anlayabilecek miyiz? Günün birinde? Ne uğruna, bütün bunlar?