Radikal, 30.07.2015
Kafka'nın Dönüşüm hikâyesinin kahramanı Gregor Samsa, sanal âlemin tanınan şahsiyetlerinden. Hikâye, “Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu,” diye başlar. Sosyal medya bunun çeşitli uyarlamalarıyla dolu. “Bir sabah uyandığında...” kendini -şüphesiz böcek olarak değil- başka bir varoluş halinde bulmak, oysa, bizim memleketimiz, tarihimiz, kültürümüz içerisinde tasavvur edilmesi dahi imkânsız bir vaziyet. Bu kadar popüler oluşu hayret verici. Belki de imkânsızlığındandır cazibesi; bilemiyorum.
Zira biz, öncelikle, bir sabah uyanmayız. Bir akşamüstü de uyanmayız. Hiç uyanmayız. Gözlerimiz açık, algımız sadece alışıldık bildik iletilerin sızabileceği gibi aralık, zihnimiz her zamanki kadar rölantide, bir garip uykudur bu. Ama uykudur. Sürer de sürer.
Sonra, biz hiçbir zaman bunaltıcı düşlerden uyanmayız. Bunaltıcı düşler içerisinde yaşarız. Belki hepsi aynı bunaltıcı düşün bölümleridir. Sezon finali hiç gelmez.
Ayrıca, bizim için bunu söylemek de saçmadır. Kafka Türkiye'de doğup büyüse asla böyle bir laf etmezdi. Türkiye'de bunaltıcı düş diye bir ayrım yapmanın manası yoktur. Çünkü bizim bunaltıcı olmayan düşümüz de yoktur pek. Kırk yılda bir istisna ile karşılaştığımızda onun boy vermesini engellemek için hep beraber çekiç-balyoz üsütne çullanırız. Beceremedik mi, hemen testereleri alır koşarız. Yine mi olmadı, dozeri kepçeyi süreriz üstüne.
Şunu da belirtmek gerekir ki, Kafka'nın bu ülkede doğup büyümesi diye bir ihtimalden sözetmek sadece köşeyazarınızın diyeceğini diyebilmek için başvurduğu anlık bir varsayımdan ibarettir. Yoksa böyle bir ihtimalin hayatta karşılığı yoktur. Çünkü biz sabah kalkıp böceğe dönüşen insanlardan sözedilmesinden hoşlanmayız. Çünkü böyle bir söz edildiği anda herkes kendinin böceğe dönüşebileceğinden, üstelik dev mev de değil, bildiğin ufacık böceğe dönüşebileceğinden, böylelikle ötekilerin rahatlıkla üstüne basıp ezebileceğinden korkar. Herkes ancak ötekinin böceğe dönüşebileceğini düşünme kabiliyetine, kendi başına böyle bir şeyin gelebileceğini ise asla bir an bile aklından geçirmeme kararlılığına sahip bulunduğundan, mesele kurcalanırsa vahim sonuçlar doğar. Herkesin hem kendinin zaten böcek olduğunu bildiği hem de başkalarını zaten böcek olarak gördüğü anlaşılır.
Bu, Kafka'nın kavrayamayacağı, kavrayanın da, şayet olacağı varsa bile daha yolun başında Kafka'lık hayaline veda etmesini garantileyen basit gerçeklerimizden sadece biridir.
Bütün bunlara yolaçan şey, acaba, insanın böceğe dönüşmesi gibi büyük bir hadisenin yanında sözü bile edilmeye değmeyecek o ayrıntı mıdır? Bir sabah “kendi yatağında” uyanmak? Kimsenin yatağını kendi yatağı saymaması mı, süregiden aldırışsızlığın, hoyratlığın, ne toprağı ne ağacı sevmenin, ne eve ne sokağa bağlanmanın, hayatla her an az sonra taşınacakmış gibi ilişki kurmanın gerisindeki? Yatağın birilerinden gasp edildiğini unutamamak, ama her lafı edildiğinde yeni yetme ergen şiddetini fersah fersah geride bırakan o şirretlikle kendini -ve mümkünse hatırlatanı- paralamak mıdır, düşlerimizin hepsini bunaltıcı kılan?
Yoksa yeri yurdu gasp edilecek başkasının kalmamış oluşu mu?
Yoksa herhangi bir Kafka'nın herhangi bir Gregor Samsa'yı böceğe dönüştüremeyecek oluşu, itikatlarımızla mı ilgili? Bizim buralarda birisi böceğe dönüştürülecekse bunu ancak Allah'ın yapabileceğine veya genç Cumhuriyet'i kurabilmek için Atatürk'ün zaten yapmış olduğuna inanılır. Kafka hiçbir yerde, gezgin satıcısının dönüşümünde o her şeye kâdir tek yaratıcının veya ulu önderin parmağı olduğunu belirtmiyor. Bu yüzden, lafına belki kulak vermemizi sağlayabilecek tek dayanağı da dışarıda bırakmış oluyor.
Zaten esasında mesele böceğe dönüşmek de değil; mesele herhangi bir şeyken herhangi bir şeye dönüşmek. Yani dönüşmemek.
Bir Türk'ü herhangi bir şeyin herhangi bir şeye dönüşebileceğine inandıramazsınız. Her şeyden önce, hem çeşitli canlıların doğal ortamı hem de bizzat bir yaşam formu olarak Türkiye'nin dönüşebileceğine inandıramazsınız. Ne böceğe ne başka şeye...
Gelin görün ki, Kürtler buna inanıyorlar. İnandılar bir defa, vazgeçmiyorlar. Artık bunaltıcı olmayan düşlerden uyanacaklarına inandılar. Artık birilerinin onları üzerlerine basılıp ezilecek böcek gibi görmeyeceğine inandılar. Kendi yataklarında uyanacaklarına inandılar.
Üstelik onlarla birlikte, ruhu kirlenmemiş, zihni dumura uğramamış kim varsa bunlar da örf ve âdetlerimizle, kültürümüzle, millî değerlerimizle bağdaşmayan bu hayalin peşine takıldı.
Şimdi, bir sabah iktidardan düşme kâbuslarından uyanıp kendini JİTEM komutanına dönüşmüş olarak bulan birileri hayalimizin üzerine çökmeye çalışıyor. Nihayet hep birlikte çoğulculuk, özgürlük, demokrasi, barış için çalışabileceğimiz bir hareket yaratabildi bu topraklar; bunu boğmaya uğraşıyorlar.
Yeterince görmüş geçirmiş saydığınız herkese sorun, hepsi, daha önce HDP gibi bir “hadise”, Selahattin Demirtaş gibi bir siyasetçi görmediğini söyleyecektir. Söylemeyeni zihninizde böceğe dönüştürebilirsiniz.
Bu şartlarda, büyük incelik, sabır, metanet gerektiren, hem cesaret hem diplomasi gerektiren, ayrıca sert, acımasız, sürekli sabotaj ve saldırı altındaki bir siyaseti böyle güler yüzle, böyle yaratıcı -ve doğru- ifadeler ve tavırlarla, böylesine etkili bir tarzda yürütebilmek muazzam bir iş.
Belki en az bunun kadar önemli bir başka sebeple de sahip çıkmalıyız Demirtaş'a: o konuşunca biz moral kazanıyoruz; bunu başarabiliyor. Benim gibi bir adam bile iyi birşeylerin olabileceğine dair umut kırıntıları buluyor etrafta, bir sabah uyandığında.
İktidarı sürdürmenin yolunu darbede, zulümde bulabilen muktedirlere ilişkin de şunu söylemek isterim: Dindar olsaydım, en büyük korkum, bir sabah uyanıp kendimi AKP önderlerine dönüşmüş bulmak olurdu.